Keşmir: Yanan Bir Cennet!
ÇEVİRİ ANALİZ, 28 Nisan 2022 18:50Mona Issa’nın english.almayadeen.net adlı sitede kaleme aldığı “HİNDİSTAN VE KEŞMİR’DEKİ MÜSLÜMANLAR SİSTEMATİK ŞİDDETLE KARŞI KARŞIYA: HOŞ GELDİN RAMAZAN” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Biraz politik psikoloji ile başlayalım.
Hindistan’daki Hindutva nüfusunun azınlık kompleksine sahip bir çoğunluk olduğu gerçeği bir yana, soykırımın 10 aşaması olduğu düşünülürse Hindistan hükümetinin 3 ile 5 yani ayrımcılık ve örgütlenme arasında bir yerde olduğu söylenebilir.
Hindistan’da kendisini Hindu olarak tanımlayan yüzde 80’lik kesim yüzde 14’lük Müslüman nüfus söz konusu olunca “yeter artık!” diye feryat ediyor. Bu, 1,3 milyar Hindu’ya karşın 200 milyon Müslüman için. Hindistan’daki Müslüman nüfus ülkenin mevcut Başbakanı Narendra Modi’nin iktidara gelmesinden bu yana Müslüman karşıtı yasaların hedefi olmaktadır.
Hindu olsun ya da olmasın üstünlükçü ideolojilere sahip olanların çatışmadaki kurban rolünü somutlaştırmak ve bu tehdit hislerini sistematik ırkçılık ve ayrımcılığa – 3. aşama ya da daha kötüsü yasal inanç şiddetini içeren 5. aşamaya – dönüştürmek için değişmez bir “öteki” hissine de sahip olmaları muhtemeldir.
Hindu milliyetçiliğinin ırkçı ve sağcı bir şeklini sunan Hindutva inançlarını taşıyan Modi, Hindistan’daki Müslümanları en temel haklarından mahrum bırakarak marjinalleştirip kısıtlamayı hedefleyen çok sayıda kanun geçirdi. Diğer bir ifadeyle Hindistan için Hindutva, “İsrail” için Siyonizm’dir. Devletin Hindular dışında başka kimse tarafından yönetilmediği bir ideolojidir – etnik mutlakiyetçiliğin bir şeklidir.
Zulüm ve devamı
Modi ve partisi Hindistan Halk Partisi, Müslümanların sevdiği yiyecekleri yemesini yasaklamayı ve onları şehir planlamadan, ticaretten, kişisel durumlarını değiştirme ve başka haklardan dışlamayı hedefleyen yasalar yaptı. Hindistanlı Müslümanlar 2014’ten bu yana et bulundurmaktan dolayı bile baskı gördü. Mülk satın almalarının ardından mensup oldukları dini belgelemek zorunda bırakıldılar (ırkçılık başka nedir?) ve Müslüman erkeklerin eşlerinden boşanmaları yasaklanmakla kalmadı bu yüzden zulümle bile karşılaştılar.
Modi’nin Müslümanlara daha da zulüm etmede en son girişimi özellikle eğitim kurumlarında olmak üzere hijabı yasaklaması ve Müslüman kadınları belirli bir kimliğin iki temel olgusu olan inanç ve eğitim arasında tercih yapmak zorunda bırakması oldu. Bir okulun hicab giyenleri sınıflara almamasıyla başlayan hicab yasağı diğer alan ve bölgelere genişleyerek hicablı Hindistanlıların hareket ve günlük faaliyetlerini ülke çapında tehdit eder hale geldi.
Tarih boyunca hemen her çatışmada kadınlar düşmanlıkların hedefindeki rehineler olagelmiştir. Tecavüz ve taciz gibi savaş aygıtları varken yaşanabilecek en hafif şey öldürülmedir.
Kendi vatanındaki insan hakları ihlallerini bildiren Hindistanlı Müslüman bir gazeteci olan Rana Eyyüb sadece Müslümanları değil Modi rejimini eleştiren bütün gazetecilerin karşılaştığı tacizlere şahitlik ediyor. Hindistanlı Müslümanlar ırkçılığı bir kere yaşarken Hindistanlı Müslüman Kadınlar tecavüz ve cinsel taciz tehditleri yüzünden bunu iki ya da üç kez yaşıyor. Başka çok sayıda aktivist ve gazeteci gibi Eyyüb’ün yüzü de Hindistanlıların kullandığı “açık artırmayla satılık kadın” uygulamalarındaki pornografik videolara fotoşop ile eklenmiş.
Ramazana giriş
Dünyadaki Müslümanlar barış ve bir sabır imtihanı olarak manevi arınma içinde geçen neşeli bir dönem olması beklenen kutsal ramazan ayına giriyor.
Şahsen röportaj ricasında bulunduğum pek çok kişi intikam korkusuyla bunu reddetti. Bir tanesi 6 kız kardeşi olup tek erkeğin kendisi olduğunu söyleyerek cevap veremeyeceği için özür diledi.
Hindistan yasaları uygulanış itibariyle gazeteciler ile muhbirlerin gözünü korkutmaktadır ve böylece sahada çalışan sayısız aktivist konuşmama kararı almıştır.
Hindistan’da isminin verilmemesi şartıyla bazı tecrübelerini anlatacak bir haber editörü ve aktivist bulacak kadar şanslıydım.
Kendisine Bancit diyeceğimiz bu kişi kadınların durumundan bahsederken onların sürekli tacizlerle karşılaştığını tekrarladı ve “Hindu kahinler yönetimin ve mahkemelerin bakışları arasında Müslüman kadınları açıkça tecavüzle tehdit ediyor. Bajrangdas Muni isimli bir Hindu rahip bir caminin önünde Müslüman bir kadını tecavüzle tehdit ederken bir polis sessizce orada duruyordu” dedi.
Sosyal medyada dolaşan bir videoda bir Hindutva mikrofondan Müslüman kadınları açıkça tecavüz etmek ve kaçırmakla tehdit ederken grup düşüncesinin garip bir şekli olarak bilgin ve bağnazlar ona tezahürat yapmaya başladı. Olay, kutsal ayın başında bir caminin önünde gerçekleşti.
Viral olan benzer başka bir videoda ise bir Hindutva rahibi etraftakilerin alkış ve tezahüratları arasında tecavüz tehditleri savuruyordu.
Bunların bireysel eylemler olduğu öne sürülebilir ancak bu konuşmalar polisin gözü önünde gerçekleşti.
Bancit, “Bu nefret konuşmalarını yapanlar kefaretle serbest kalıp konuşmalarına devam ederken Müslüman aktivist ve gazeteciler kendilerine yöneltilen suçlamalar boş olsa da hala bir yıl kadar hapis korkusu yaşıyorlar. Bu nefretin sonu gelecek gibi görünmüyor.
Hindistan’ın güzel sosyal dokusu Müslümanların hoşgörüsü sayesinde hayatta” yorumlarında bulundu.
Kutsal Ramazan ayı boyunca Karnataka gibi bölgelerde aşırılık yanlılarının Müslümanların geçimine zarar veren saldırılarıyla ilgili hikâye ve olaylar arttı. Yerel bayi, satıcı ve dükkânlar ya yakıldı ya da şiddete maruz kaldı.
Bir karpuz satıcısı olan Nabi Saab birkaç gün öncesine kadar hiçbir zorlukla karşılaşmadan sokaklarda 15 yıldır karpuz satmaktaydı. Hindutvalar pazar arabasına saldırdı ve bütün karpuzlarını yere attı.
Hindistan’da sadece Müslüman olmak bile bir risk. Kadın olmak, rızkı için meyve satmak ve hatta yerel bir camiide ibadet etmek de öyle.
Ramazan’da durum daha da kötüleşti.
Bancit, “Kaygılı bir sükûnet vardı. Müslümanların ticaretini hedef alan çete saldırılarıyla ilgili hikâyeleri tekrar tekrar duyuyordunuz. Yönetim bile işin içine girdi. Örneğin güney Delhi belediye başkanı Mukeş Suryan bir yetkiliyle birlikte gelerek et dükkânlarının Navratri bayramı süresince kapalı olmaya zorladı. Bu da Müslümanların bu dokuz gün süresince et satıp tüketemeyecekleri anlamına geliyor. Daha da ötesi et yiyen Hinduların da bu dönemde alışveriş yapması yasaklanacak ve bu da Müslümanların işlerini büyük ölçüde vuracak.
Müslümanlara yönelik bir sosyal boykot uygulamak için pek çok yolla girişimde bulunuluyor. Ayın başında Müslümanların Karnataka’daki Hindu bayram yerlerinde ticaret yapmalarına izin verilmedi. Yıllardır bunu yapmalarına rağmen bu sene engellendiler” ifadelerini kullandı.
Durumu çok daha zorlaştıran şey hicab yasağı. Ocak ayında 6 üniversite öğrencisi Udupi’deki resmi bir eğitim kurumunda başörtülerinin çıkarılması ya da derslere girmemeleri konusunda uyarılmalarının ardından bir protesto gösterisi düzenledi.
Hintlilerin sorunları mümkün oldukça barış yoluyla çözdüğünü bilen Bancit bununla ilgili olarak “Hicab giyen kızlar hedefte değildi, ancak güneydeki Karnataka eyaletinde birdenbire sorun başladı. Cesur kızlar durumu ‘Hicabın İslam’ın esası olmadığı’ kararını veren mahkemeye taşıdı. Kızlar hicabsız sınava girmeyi reddetti ancak hükümet bunu umursamadı. Müslümanların inanç özgürlüğü konusunda hicab sadece daha sonrakiler için bir başlangıçtı” dedi.
Bancit son olarak “Müslümanlar ta 2014’ten bu yana hoşgörülü davranıyor. Sürekli kışkırtmalara rağmen çatışmadan büyük oranda kaçındılar” derken “ara ara hükümete karşı savaşmak zorunda kalanlar kadınlar oldu” vurgusunda bulundu.
Devletsizlik
Hindistan Meclisi 2019 yılında vatandaşlık yasasında “Hintli-lik” kontrolü yapacak bir değişiklik önerisinde bulundu. Müslümanlara karşı ayrımcı, izole edici önlemler olduğu gizlenen bu yasanın kabul edilmesinin ardından Yeni Delhi yönetimi vatandaşların kimliklerini kitleler halinde kontrol etti ve Hindistan’ın kuzeyinde yaşayan 2 milyon Müslüman hayatlarının tamamını ülkede geçirmiş olmalarına rağmen devletsiz ve merhamete muhtaç hale geldi. Kendi isimlerini vatandaşlık listesinde bulamayan çok sayıda Hindistanlı Müslüman tutuklanma ya da kampa gönderilme riskiyle karşı karşıya kaldı.
Bancit bu konu hakkında “Müslüman kadınlar ülkenin çeşitli bölgelerinde oturma eylemleri düzenledi. Eylemlerin sona ermesine sebep olan tek şey pandemiydi ve hükümet projeyi rafa kaldırmak zorunda kaldı. Dün Uttar Pradeş eyaletindeki kadınlar Hindu kahin Bajrangdas Muni’nin tutuklanması talebiyle sokak yürüyüşü gerçekleştirdi. Önceki eğilimlere bakılırsa bu Hindistan’ın geri kalanına da yayılacak ve hükümet gösteriler bitene kadar onu sembolik olarak tutuklayıp hapse atmaya zorlanacak” şeklinde konuştu.
Keşmir, yanan bir cennet
Şiddetin nüfusun günlük yaşamının bir parçası haline geldiği kuzey Keşmir’de farklı hikâyeler anlatılıyor. Soykırım ve insansızlaştırma halihazırda 9 ve 10. seviyelere ulaşmış durumda: imha ve inkar, insanlar bilfiil yok ediliyor ve hükümet böyle bir şey yokmuş gibi davranıyor.
Keşmir’deki çatışma 1947 yılına kadar gidiyor. Keşmir, Britanya hükümeti tarafından Hindistan’a verilinceye kadar bağımsız bir ülkeydi. Yeni Delhi orada sadece gücünü artırdı ve insanların topraklarını geri almalarına dair bütün ümitlerini söndürdü.
Hindistan hükümetinin stratejisinin bir parçası da Keşmir’i Hindistan’a entegre etmek için bölgenin demografik doğasını değiştirme süreçlerine dahil olmaktır. Bu, varsayılan olarak, Müslümanların çoğunlukta bölgeyi sağcı Hinduizm için bir sıçrama tahtasına döndürmek için baskılamak anlamına geliyor.
Modi Hindistan’da herhangi birisinin Keşmir’den parsellerce arazi almasına imkan tanıyan bir yasa ve sadece kalıcı mukimlerin bölgede toprak sahibi olmasına izin veren başka bir yasa bile yaptı.
Keşmir’de devam eden soykırımın anlamı insanlar ortadan kaldırılmaya devam ettiği müddetçe araziler nihayetinde Hindutvalara kalacak.
Ben, Orta Doğu’da yaşayan Keşmir kökenli bir muhabir olan Seyyid Zafer Mehdi ile bir röportaj yaptım.
Mehdi Ramazan boyunca Keşmir’deki durumu şöyle anlattı: “Korku, panik, belirsizlik ve savunmasızlık iklimi asla değişmeyen şeyler arasında. Yeni Delhi’nin tartışmalı bu Himalaya bölgesinin yarı özerk statüsünü Ağustos 2019’da iptal etmesinden bu yana bölgenin en büyük camii 30 haftadır kapalı.
Kitlesel ve küresel protestoların ardından henüz Ramazan ayından önce camiinin kapıları açılmıştı. Ancak bu haftanın başlarında Cuma namazı sırasında camiinin içinde bağımsızlık sloganları atıldığı iddiasıyla sıkı bir önleyici yasaya dayanılarak en az bir düzine kişi suçlanarak tutuklandı.
Kutsal ayın başlamasından hemen önce 8 genç erkek, neredeyse 7 ay önceki Muharrem ayı törenlerinde benzer sloganlar attıkları gerekçesiyle anti terör yasası kapsamında tutuklandı. Günlerini parmaklıkların arkasında oruç tutarak geçirmek zorunda kaldılar. Aileler de mekik dokumaya mecbur oldu. Dünyanın bilmediği ya da umursamadığı böyle bir sürü yürek parçalayıcı hikâye var. Keşmir’deki her ailenin anlatacak acı ve travma dolu bir hikayesi var.
Keşmir, yaklaşık bir milyon Hint askerinin varlığı ile dünyanın en militarize bölgesi olmak gibi kötü bir ayrıcalığa sahip. 1980’lerin sonunda patlak veren Hindistan karşıtı isyandan bu yana 70 binden fazla insan öldürüldü. Hindistan güçlerinin vahşi bir yaratığı andıran varlığı sınırsız insan hakları ihlallerine yol açtı ve bu da sokak protestoları ve şiddet döngüsü olarak karşılık buldu. Hint kuvvetleri yıllar boyunca okulları, bahçeleri, stadyumları, sinema salonlarını, yaylaları ve hatta fabrikaları işgal altında tuttu.”
Barış ve tahammül tamamen tükendiğinde Keşmirli Müslümanlar ve Hindistan bu sosyal krizle nasıl başa çıkacak? Barışçı pozisyonlarını koruyacaklar mı yoksa nihayetinde savaşarak mı karşılık verecekler? Ayrımcılığın sistematik doğası düşünülürse durum hızlı bir biçimde siyasi bir krize doğru kayıyor.
Protestolar henüz patlak vermedi ancak barış talebi yolunda biriken öfke patlayabilir.
KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 28 Nisan 2022 18:50
Yorumlar (0)