İran-Lübnan-Suriye'deki Gelişmeler ve İsrail'in Gelecek Planı

İbrahim el-Emin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “İRAN'LA GERİLİM TIRMANIRKEN, DÜŞMANIN GÖZÜ LÜBNAN'DA; SURİYE'DE İSE YENİ BİR DENKLEM DAYATILMAK İSTENİYOR. BÜTÜN BU GELİŞMELER, İSRAİL’İN YAKIN GELECEKTEKİ NİYETLERİNE DAİR KAYGI VERİCİ İŞARETLER TAŞIYOR” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

12 Eylul 2025
İran-Lübnan-Suriye'deki Gelişmeler ve İsrail'in Gelecek Planı

İsrail'in her türlü katliamı içeren açık saldırganlığı, bölgede önde gelen aktörlerin kartlarının yeniden karıldığı bir sürecin parçası hâline gelmiş durumda. Katar’a yönelik saldırı kararı da, düşman İsrail'in daha geniş kapsamlı stratejik programından bağımsız değil. Bu durum, özellikle Doha’daki yetkililerin —ve bazı diğer Körfez başkentlerindeki karar alıcıların— duyduğu derin endişede açıkça kendini göstermiştir. Zira, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu saldırının dışında olmadığına dair bir kanaat giderek güçlenmiştir. Washington her ne kadar sorumluluktan kaçmaya çalışsa da, özellikle askeri boyuttaki saha gerçekleri, ABD’nin İsrail’in planladığı bu saldırıdan haberdar olduğuna dair en küçük bir şüpheye bile yer bırakmamaktadır.

Saldırının ardından Katar tarafıyla iletişime geçildiğine dair açıklamalar, alınan kararın özünü değiştirmez. Zira Katar’daki yetkililer çok iyi bilmektedir ki, El-Udeyd Üssü’nde Amerika Birleşik Devletleri tarafından işletilen radar sistemlerinin en önemli özelliklerinden biri, yalnızca Katar hava sahasındaki değil, tüm bölgesel hava sahasındaki hareketliliğe karşı erken uyarı verebilme kapasitesidir.

Ayrıca bu sistem, dost unsurlara ait uçak ya da füzelerin önceden bildirilmediği durumlarda otomatik olarak devreye giren bir hava savunma ağına doğrudan bağlıdır. Amerikalıların bu saldırıdan tesadüfen haberdar olduklarını düşünmek ise safdillikten başka bir şey değildir. Nitekim İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu bile, ülkesinin bu operasyonun sorumluluğunu "bağımsız biçimde" üstlendiğini açıklarken, bunu yalnızca ABD tarafının düştüğü yüzeysel mahcubiyeti hafifletmek için yapmıştır.

Ancak bu seferki durumun farklılığı, birkaç yeni unsurdan kaynaklanıyor. Bunların başında, Hamas Hareketi liderliğinin toplantı yeri olarak Doha’yı seçmesi ve burayı güvence altına almak için aldığı tedbirler geliyor. Hareketin lider kadrosu, dünyanın herhangi bir yerinde hedef alınabileceklerine dair derin bir kanaate sahip olduklarından, bu adımları atmakta tereddüt etmedi. Hatta durumu Katar’dan oldukça farklı olan Türkiye’de bile, liderlik düzeyinde özel güvenlik önlemlerine başvuruluyor. Çünkü Türk tarafında da, düşmanın kendi topraklarında bir suikast operasyonuna kalkışabileceği ihtimali ciddi bir endişe kaynağı olarak görülüyor.

İkincisi, bu saldırının doğrudan Katar’ın müzakere sürecindeki rolünü hedef aldığı açıkça görülüyor. Bazılarını şaşırtabilir, ancak Washington’un Katar’ın Filistin tarafına yönelik “yanaşma”sını dizginleme yönündeki tekrar eden girişimleri başarısız oldu. Batılı diplomatlar, Amerikalı yetkililerden İsrail çıkarlarını yansıtan şu türden sözleri defalarca işitti: El Cezire kanalı – hem Arapça hem İngilizce yayın yapan bölümleriyle – Gazze’deki soykırım görüntülerini ortaya çıkarmada büyük bir rol oynadı ve Katar tarafından finanse edilen bu medya, Arap ve İslam dünyasında olduğu kadar Batı’da, hatta bizzat Amerika’da kamuoyu üzerinde güçlü bir etki yarattı.

ABD’nin Doha üzerinde büyük bir baskı kurduğu ve bunun da el-Cezire kanalı yönetiminde köklü değişikliklere yol açtığı konuşuluyor. Amerikan baskısının, Doha’dan Hamas liderlerinin özgür hareketlerini kısıtlamasını talep edecek kadar ileri gittiği söyleniyor. Zira İsrail, Katar’daki Hamas faaliyetlerinin sadece siyasi ve medya alanlarıyla sınırlı kalmadığı yönünde sürekli suçlamalarda bulunuyor. Buna ek olarak, Birleşik Arap Emirlikleri’nin yaydığı iddialar da var; Doha’nın, Gazze’deki savaşın sona erdirilmesi üzerine yapılan son müzakerelerde arabuluculuk rolünü aştığı konuşuluyor. Söylenene göre Doha, Hamas’ı, savaşın tamamen durdurulmasını açıkça talep eden bir anlaşmayı reddetmeye teşvik etmiş. Oysa aynı dönemde, müzakere sürecinin Kahire’ye taşınması için girişimler vardı ve Mısırlılar, Doha’yı terk eden direniş gruplarının liderlerini ağırlamayı teklif etmişlerdi.

Üçüncüsü, yeni Gazze harekâtının seyrine dair. İsrail, kuzey Gazze’de yaşamın tüm izlerini silmeyi ve buradaki nüfusu zorla yerinden etmeyi amaçlıyor. Bu bağlamda, Amerikalıların bir Arap ülkesiyle hızla temas kurduğu, yaklaşık bir milyon Filistinliyi orada kabul etmeye ikna etmeye çalıştığına dair haberler var. Üstelik ABD, Mısır’a uğramadan Gazze’den onları taşımak için devasa gemiler tahsis etmeyi de teklif ediyor. İsrail ise bu adımı, direniş eksenine karşı sürdürdüğü amansız mücadelesinin temel taşlarından biri olarak görüyor.

Dördüncüsü, İsrail ile İran arasında güvenlik ve askeri gerilimin yükselmesiyle doğrudan bir askeri çatışmanın her an yeniden başlayabileceği endişesidir. Özellikle ABD’nin, İran’la anlaşma yapmak için artık kendini zorunlu hissetmemesi durumu daha da karmaşıklaştırıyor. Avrupa’nın İran ile iletişimi yeniden kurma yönündeki görünürdeki çabalarına rağmen, İranlı yetkililer, İsrail’in ilk turda başaramadığını bu sefer ABD’nin de katılımıyla ikinci turda gerçekleştirmek için planlar yapıldığının farkındadır. ABD’nin bu amaçla Körfez’deki üslerini kullanması da muhtemel görünüyor.

Beşincisi, Suriye’den gelen bilgilere ilişkindir. İsrailliler, Ahmed eş-Şar’a hükümetine kesin bir karar olarak şunu bildirmişlerdir: Şam’ın güneyinde, Golan ve Ürdün sınırlarına kadar, oradan da Süveyde’ye kadar uzanan on kilometrelik bölge, hiçbir Suriye savaş gücünün bulunmadığı bir alan olmalıdır. Ancak, yerel polisin varlığına, sayı, hareket biçimi ve operasyonların niteliği gibi tüm detayların önceden mutabakat sağlanması koşuluyla izin verilecektir. İsrail tarafı ayrıca, her türlü tehdide karşı “hareket özgürlüğü” ilkesini benimsemeye devam edeceğini vurgulamış ve Kuneytra’dan Süveyde’ye uzanan “insani koridor” olarak adlandırılan bölgenin yönetimini bizzat üstleneceğinde ısrarcı olmuştur.

Altıncı nokta, Lübnan hükümetinin direnişin silahlarını bırakmasına yönelik uygulanabilir somut bir programı hayata geçirememesi konusunda artık ne yerel ne de uluslararası alanda kayda değer bir ilginin kalmamış olmasıdır. İsrail, Amerikalıların kulağına defalarca defalarca şunu fısıldadı: Lübnan hükümetinin yetersizliği, kendileri için harekete geçme çağrısı anlamına geliyor. Amerikalı heyetler, bir nevi tavsiye mahiyetinde, hükümetin Beyrut'ta Hizbullah’ı silahlarını teslim etmeye ikna edememesi durumunda, Lübnanlıların daha sert bir askeri operasyona şaşırmamaları gerektiğini aktardı. Bu sefer İsrail’in hedefinde sadece Hizbullah’ın askeri ve sivil altyapısı değil, aynı zamanda Hizbullah’ın faydalandığı düşünülen devlet kurumları da olacak.

Şu ana dek açıkça görülüyor ki, İsrail, bölgenin tamamına karşı sürdürdüğü açık savaşta yeni bir aşamaya geçmeye karar vermiş durumda. Bu dönüşüm, İsrail’in geleneksel müttefikleri olan Filistin Yönetimi ve Ürdün gibi aktörlerde endişe uyandırırken; Mısır ve Katar gibi ABD yanlısı taraflarda da tereddütlere yol açıyor. Ancak bölgenin merkezi bir ülkesi olan Türkiye’nin tutumu, hâlâ en büyük soru işareti olarak duruyor. Zira Türkiye, Suriye’de İsrail tarafından gerçekleştirilen güvenlik saldırılarıyla karşı karşıya kaldı. Bu saldırılar, Türklere Suriye’deki ‘paylarının’ ülkenin ortasından öteye, özellikle de başkent Şam’a uzanamayacağına dair net bir mesaj iletmek amacı taşıyor.

Görünüşe göre zor günler bizi bekliyor ve kimse önümüzdeki tablonun nasıl şekilleneceği konusunda kesin konuşamıyor. Ancak kesin olan şu ki, İsrail tamamen Amerika tarafıyla uyum içinde, planlı ve kararlı bir şekilde hareket ediyor. Bu da hedeflenen güçlerin, hedef alındıklarında tamamen farklı bir türden bir karşılaşmaya her daim hazır olmaları zorunludur. Lübnan örneğinde ise, direniş mensupları, ordunun planıyla ilgili kabine toplantısının sonucuna sevinmemeli. Sadece 5 ve 7 Ağustos hatasını işleyenlerin inançlarından vazgeçmemiş olmaları nedeniyle değil, aynı zamanda asıl karar alma yetkisini elinde tutanların bu ülkede kimseyi umursamaması, hatta ne yaptıklarıyla bile ilgilenmemesi nedeniyle!

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.