İsrail İstihbaratının Sorusu: Hizbullah'ın Elinde Ne Kaldı?

İbrahim el-Emin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “ABD’NİN ARTAN BASKISI VE DİRENİŞE GİDEN FONLARIN HER NE PAHASINA OLURSA OLSUN DURDURULMASI YÖNÜNDEKİ TALEPLER – BİR DİPLOMASİ VE İSTİHBARAT SORUSU: HİZBULLAH’IN ELİNDE NE KALDI?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

27 Eylul 2025
İsrail İstihbaratının Sorusu: Hizbullah'ın Elinde Ne Kaldı?

Film yeniden gösterime mi giriyor? Evet böylesi bir soru, Binyamin Netanyahu’nun bu tür sürprizlere kapı aralayan davranış tarzı ışığında ortaya çıkıyor. Nitekim geçen yıl New York’a yaptığı seyahatte, Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın öldürülmesi projesinde karşılık bulan stratejik sürprizini de beraberinde götürmüş ve böylece Lübnan direnişine karşı türünün ilk örneği olacak bir çatışmanın kapısını aralamıştı. İki aydan fazla süren bu çatışma, Lübnanlıların oybirliğiyle yeterince sağlam olmadığı konusunda fikir birliğine vardığı bir anlaşmayla sona erdi.

Ne var ki asıl mesele, İsrail, söz konusu savaşta yalnız değildi. Ne Lübnan’da ne de Filistin’de gerçekleştireceği askeri operasyonlar için ABD’den izin istemek durumunda değildi ve Beşşar Esad rejiminin devrilmesinden sonra, Suriye’nin askeri kapasitesini yok etme planını, Amerikan çıkarlarıyla tamamen uyumlu bir mekanizma dahilinde uygulamaya koydu.

Sonuç olarak İsrail, İran liderliğindeki Direniş Ekseni’ne karşı yürüttüğü savaşta, önce Amerika Birleşik Devletleri’nden, ardından Batı ve Arap ülkelerinden benzeri görülmemiş bir destek kopardı. Mevzubahis destek, Netanyahu’nun Nisan ayında Washington’a yaptığı özel ziyaretin ardından, geçen Haziran ayında İran’a karşı başlatılan savaşta açıkça görüldü. Bu ziyarette, ABD Başkanı Donald Trump, Tahran’la müzakerelerin yeniden başlayacağını duyurdu. O dönemde birçok kişi Trump’ın açıklamasını Netanyahu’nun başından aşağı dökülmüş soğuk bir su gibi değerlendirdi. Ancak daha sonra Netanyahu ile Trump arasında Gazze veya Lübnan savaşının ötesinde konuları ele almak üzere bir dizi gizli görüşme yapıldığı ve bu görüşmelerin tüm bölgeyi kapsayan bir eylem planının temelini oluşturduğu ortaya çıkınca mesele netleşti.

Netanyahu’nun önümüzdeki günlerde Amerika Birleşik Devletleri’ni ziyaret edip Başkan Trump ile görüşmesi ve Birleşmiş Milletler’de bir konuşma yapması planlanıyor. Netanyahu çok sevdiği üzere “dünyanın en kötülerine” karşı ordusunun başarılarını bir kez daha sergileyecek. Önceden yaptığı gibi, bu sefer de bir Arap ülkesine saldırmadan önce, ülkedeki kitle imha silahlarının varlığını ele alıp almayacağını ise kimse bilmiyor.

Tecrübeyle sabit bir vakıa olarak Netanyahu’nun eylemlerini yorumlarken kişiliğinin hesaba katılması gerekli olmasına rağmen şunu söyleyebiliriz ki bugün işgalci varlığın başbakanı, her zamankinden daha fazla İsrail hükümeti üzerindeki kontrolünü pekiştirecek ve onu bölgenin rakipsiz “haydutu” haline getirecek bir başarıya ulaşmak zorunda buluyor kendisini.

 

Neyi Beklemeliyiz?

Lübnan’da olup bitenlerden daha önemli hale gelen birçok konu var. Fakat Lübnan meselesini yeniden masaya yatırmak bugün İsrail için bir öncelik. Bunun nedeni, çözülmesi gereken yakın bir tehlikenin mevcudiyeti değil. Evet, İsrail’in Lübnan’a karşı yürüttüğü savaşı şimdiye kadar içeride kullanamamış olması, Tel Aviv’deki karar alma çevreleri için bir uyarı niteliğinde. Bu konu hem Lübnan’da hem de İsrail’de istihbarat, diplomasi ve hatta medya çevrelerinde güçlü bir şekilde tartışmaların merkezine geri dönmüş gibi görünüyor.

Netanyahu’nun ABD’ye neler götüreceği ve bölgedeki açık savaş programıyla ilgili neler getireceği merakla bekleniyor.

Konuya yakın bir kaynağa göre, mevzunun ortaya çıkmasının ardında bir dizi gelişme var; bunların en dikkat çekenleri ise şunlar:

  1. Bazıları İsrail kaynaklı kimi Arap ve Batılı makamlar, Hizbullah’ın sadece sivil kurumlarını değil, aynı zamanda askeri gücünü eski haline getirmek ve tüm birimlerini yeniden düzenlemek için yoğun bir şekilde çalıştığını gösteren istihbarat bilgileri aldıklarını iddia ediyor. Dahası, Lübnan Ordusu tarafından uygulanan tedbirler istenen sonuçları vermiyor.
  2. Mevzubahis makamlar, İsrail’in, Hizbullah’ın ne yaptığına dair net bilgilere sahip olduğunu ve ABD’nin, müttefiki Lübnanlı yetkilileri, yalnızca Litani Nehri’nin güneyinde değil, kuzeyinde de bir silah bıraktırma sürecinin önünü açacak pratik adımlar atmaya ikna etmeyi başaracağını umduğunu belirtiyor.
  3. Önemli gelişmelerden biri de Amerika’nın, hükümetin 5 Eylül oturumundan duyduğu “hayal kırıklığını” dile getirmesi. Hayal kırıklığının sebebi, hükümetin 5 ve 7 Ağustos oturumlarında onayladığı şeyler için belirli bir takvim içeren bir uygulama planını ortaya koyamaması değil; Washington’un, temsilcisi Tom Barrack’ın Lübnan’daki siyasi liderlerin “aşırı zayıflığı” olarak tanımladığı durumu endişeyle karşılaması.
  4. İsrail, ABD’nin Lübnan’a bu yıl sonuna kadar büyük bir anlaşmaya varması için verdiği ifade edilen süreyle kendisinin bir alakasının olmadığını düşünüyor. Tel Aviv, birkaç hafta önce Netanyahu ile yaptığı görüşmede Barrack da dahil olmak üzere tüm taraflara, bu tür düzenlemelere bağlı olmadığını bildirdi ve Lübnan’daki güçlerinin çalışma mekanizmasını değiştirmeyi kabul etmeyeceğini, herhangi bir geri çekilme yapmayacağını, Lübnanlı esirleri serbest bırakmayacağını ve ayrıca meşru gördüğü hedeflere yönelik suikast ve baskınlara devam edeceğini vurguladı.

 

Parayı Nereden Buluyor?

Başta ABD olmak üzere Batılı güçler, Lübnan İslami Direnişi ile alakalı askeri boyutun ötesine geçen bir ilgiye sahip; zira Lübnanlı üst düzey hükümet yetkililerinden -özellikle de ateşkes anlaşmasının ardından Hizbullah’ın dokuz aydan kısa bir sürede bir milyar dolardan fazla harcama yapabilmesinden duyduğu şaşkınlığı dile getiren Başbakan Nevvaf Selam’dan- konuya dair pek çok şey işittiler.

Nevvaf Selam, Hizbullah’ın, savaştan etkilenenlerin zararlarını tazmin etmek için yüksek düzeyde bir örgütlenme ve yönetim anlayışını yansıtan ve aynı zamanda sistemindeki mali akışı da teyit eden mekanizmalar benimsediğini açıkladı. Raporlara göre, sahada yaşananlar kesinlikle Hizbullah için gerçek bir mali krize işaret etmiyor. Görünen o ki Hizbullah’a yurtdışından fon sağlayan araçlar hâlâ etkili ve Hizbullah, Lübnan hükümeti veya Arap ve uluslararası finans ve güvenlik kurumları tarafından dayatılan önlemleri aşmayı başarmış durumda.

Bu nokta, Amerikalılar ve bizzat Barrack için özellikle ilgi çekici. Nitekim son röportajında, Hizbullah’a aylık yaklaşık 60 milyon dolarlık bir akıştan bahsederek, bu fonun durdurulması için kararlı adımlar atılması çağrısında bulundu. Evet bu açıklamalar, güneydeki yeniden inşa sürecinin İsrail’in kararlarına bağlı kalacağı ve hatta Hizbullah, Lübnan devletinin projelere başlamasını beklemeyeceğini açıklasa bile, sahadaki koşulların Hizbullah’ın planını uygulamasını engelleyeceği yönündeki kendisine atfedilen açıklamalarla senkronize bir biçimde yapıldı.

İsrail saldırılarının sadece cephe hattındaki köyleri değil, Lübnan’ın birden fazla bölgesini de kapsayacağı yönündeki korkuların ortasında Barrack’ın sözleri, İsrail’in, yeniden inşa sürecini fiilen engelleyeceğine dair açık bir tehdit içeriyor.

Barrack’ın sorunu aynı zamanda kişisel hayal kırıklığıyla da bağlantılı. Kendisi İsrail’de çabalarının karşısında aşamadığı bir duvar olduğu gerçeğini kabul etmek yerine; İsrail’i dizginleme becerisine dair hiçbir söz vermediği şeklindeki her zamanki nakaratını tekrarlıyor. Yakınında bulunanlar bu konuyu tartıştığında ise Suriye’de olup bitenlere dikkat çekiyor ve İsrail’in Suriye’yi bölme çabalarına toslayıp Washington’daki devlet erkanının kayıtsız şartsız İsrail’in yanında olduğunu kabul ediyor.

Bunun yanında Barrack, Morgan Ortagus’u Lübnan dosyasından uzak tutmak veya Türkiye’deki yardımcı ekibinde önemli değişiklikler yapmak gibi, konumunu güçlendirmek için idari adımlar atmaya çalışıyor. Ne var ki Barrack, Siyonist Senatör Lindsey Graham ile birlikte Lübnan’a yaptığı son ziyarette, Graham’ın İsrail’in baskı altında olmadığını, aksine Lübnan’ın kendini kurtarmak istiyorsa Amerika’nın emirlerine boyun eğmesi gerektiğini vurgulayan açıklamaları karşısında sükût edişinde net bir biçimde görüldüğü üzere siyasette pek de usta değil.

 

Savaşa Geri Dönmek

Bu bağlamda, mevcut siyasi gidişata dair yeni boyutlar anlaşılabilmekte. Zira Cumhurbaşkanı Josef Avn’ı Baabda Sarayı’na getirmek için çabalayan Washington’da, bu aşamada başbakana yönelik daha fazla bir ilgi kendini gösteriyor. Evet, ABD’nin başkentini ziyaret edenler, Selam’ın Meclis Başkanı Nebih Berri ile Hizbullah arasındaki ittifaka karşı Avn’dan daha kararlı bir duruş sergilediğine dair açık ifadeler duydular.

Avn, herhangi bir iç çatışmayı önlemek adına Hizbullah ile uzlaşma arayışında bulunsa da Lübnan ordusunun yapısını bilen Amerikalılar, iç meseleleri dikkate almıyor. Onlar; Lübnan’daki iki kurumun, ordu ve Lübnan Merkez Bankası’nın, doğrudan gözetimleri altında kalması gerektiğine inanıyor. Dolayısıyla, onlara verilecek her türlü destek, Hizbullah’ın kuşatılmasına yapacakları katkının boyutuna bağlı kalacak.

Mali açıdan; Lübnan Merkez Bankası Başkanı Kerim Said’in, Hizbullah’ın mali durumuyla başa çıkmak için öne sürebileceği yeni taleplerin kapsamı henüz belirsizliğini koruyor. Askerî açıdan ise birçok Lübnanlı güç gibi Amerikalılar da ordunun Hizbullah’a silah bıraktırma gibi büyük bir görevi yerine getiremeyeceğinin farkında. Bu nedenle Washington, ordunun birliğini korumak adına göreceli tarafsızlığını kabul ederken, sorumluluğu siyasi liderliğe yüklüyor.

Ancak kapalı kapılar ardında gerçekleşen görüşmeler ve kamuoyuna yapılan açıklamalar, ABD’nin meseleyi İsrail’e devrettiğini ve bu “sorunun” çözümü için yollar bulma görevini İsrail’in omuzlarına yüklediğini gösteriyor.

Tam da bu noktada Batı’dan sızdırılan haberler ön plana çıkıyor ve İsrail’in, temel amacı Litani Nehri’nin güneyindeki tüm bölge üzerindeki kontrolü ele almak ve bölgeyi silah ve savaşçılardan arındırmak olan büyük ölçekli bir kara harekâtı başlatma niyetini ortaya koyuyor. Ardından da yeni gerçekliğe dayalı yeni güvenlik düzenlemelerini uygulamaya hazırlık olarak, Litani Nehri’nin kuzeyindeki bölgelere saha baskısı ve askeri baskı uygulama evresine geçilecek.

Washington’un İsrail’den bir bedel talep etmek gibi bir niyeti yok ve Lübnan hükümetinin esas adamlarına yönelik öfkesi giderek artıyor.

Amerikalılar ile bağlantı kuran kişiler “Washington’un, İsrail’in, kendisine hiç kimsenin siyasi veya askeri seçenekler dayatabileceği bir konumda olmadığı varsayımıyla hareket ettiğini” ifade ediyor ve “ABD’nin, İsrail’in kimseyi memnun etme derdinde olmayacağı bir yol seçtiğine ve Katar’a saldırı kararı alanların, Lübnan’da veya başka bir yerde, kendisi için uygun gördüğü şeyi yapmaktan çekinmeyeceğine kani olduğunu” belirtiyor.

Bu kişilere göre İsrail, geçen Kasım ayında varılan ateşkes anlaşmasının tüm hükümleriyle birlikte 1701 sayılı Kararı da devre dışı bırakmayı ve Suriye ile varacağı anlaşmaya dayalı yeni bir gerçekliğin kapısını açmayı hedefliyor. Evet bu noktada İsrail’in, yeni Şam yönetiminden taleplerinin, genel anlaşmalar veya sözlü garantilerle sınırlı kalmadığı; başkent Şam’ın dış mahallelerine (on kilometre mesafeye) kadar uzanan, tüm güney Suriye’de silahsızlandırılmış bir bölge oluşturulmasını ve bu bölge sakinleriyle iletişim ve izleme mekanizması kurulmasını içerdiği özellikle göz önüne alınmalı.

İsrail ayrıca Suriye’nin sadece güneyinde değil, ülkenin genelinde stratejik silah bulundurulmayacağına dair bir garanti talep ediyor; Suriye’deki Türkiye’ye ait askeri varlığın ayrıntılı bir şekilde ele alınmasını ve Türklerin mevzilenmesini önlemek için Suriye’nin orta ve kuzeyindeki tüm askeri mekanların, üslerin ve kışlaların imha edilmesini istiyor. Tüm bunlara bir de -Şam’ın yeni yetkililerinin iddia ettiği gibi- herhangi bir anlaşmanın, çatışmayı bitirecek anlaşmayla bağlantılı olmadığını belirten bir dizi ayrıntılı güvenlik koşulu ekleniyor.

Yukarıdakilerin hepsinden önemli olan şey ise “Tom amcanın” sağladığı faydalardan birinin -ister kasıtlı ister kasıtsız olsun- her şeyi olduğu gibi anlatması. Nitekim Tom amca, İsrail’in ABD ile birlikte, bölgedeki düşmanlarıyla başa çıkmasının; Hamas, Hizbullah ve Husilere karşı güçlü saldırılar düzenlemekle sınırlı olmadığına, aynı zamanda İran’a karşı daha sert bir tavır alınması gerektiğine inandıklarını vurguladığında gayet netti.

Amerikalılar ve İsrailliler arasındaki şu anki görüşmelerin özü budur. Özellikle de Washington’da Netanyahu’dan bile daha deli ve batıl inançlar, halüsinasyonlar ve büyük bir narsisizm karışımı bir kişiliğe sahip birisi varken… Evet, tüm bunlar, Avrupa’nın hiçbir şey yapamaması nedeniyle İran’a saldırma ve rejimini devirme projesinin merkezinde bulunmaya istekli olduğu göz önüne alındığında, Washington ve Tel Aviv arasındaki -başta İran’a karşı- ortak eylem planlarının niteliği hakkındaki endişeleri pekiştiriyor.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.