Uzun zamandır gündeme gelen ve Amerikalıların Lübnan’daki başkan adayları için yürüttüğü “testlerin” temel eksenlerinden birini oluşturan sorun, İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi ile alakalı tutulacak yollara odaklanıyordu. Bugün bu sorun, geri dönüyor ve “Washington’a göre Şarm eş-Şeyh Konferansı ve Gazze Anlaşması’nın bir bölümünü oluşturduğu ve tüm bölgede İsrailliler ile Araplar arasında bir çözüm kurulmasını amaçlayan” daha geniş çaplı bir Amerikan projesinden Lübnan’ın etkilenmesine bağlı farklı bir açıdan kendini gösteriyor.
Sahnedeki yeniliğe gelince, Lübnan’da konuyla ilgili makamlar, bu kez meseleyi alternatifsiz tek seçenek olarak ele alıyor. Bununla birlikte yaşananların gerçeği, Lübnan’a yönelik uluslararası alakanın ciddiyeti ve Lübnan içinde resmi ve siyasi düzeyde devam eden tartışmanın niteliği konusunda anlatılar ve görüşler birbiriyle çelişmeye devam ediyor.
ABD başkentinden gelen son haberler, Washington’un, artık Lübnan’a daha fazla elçi göndermeye gerek duymadığını ve 27 Kasım anlaşmasını, olayların gölgesinde kaldığı gerekçesiyle değerlendirmeden çıkarma kararı aldığını gösteriyor. ABD yönetiminin çeşitli kademelerindeki kaynaklar, Lübnan’daki ateşkesi takip eden gelişmelerin 1701 sayılı Karar’ın uygulanmasını ciddi bir değerlendirme kapsamının ötesine taşıdığını ve Lübnan’ın bu gerçeği kabul edip bir oldubitti olarak ele alması gerektiğini belirtiyor.
Bu arada Washington’un yaklaşan parlamento seçimleri öncesinde Lübnan’da önemli bir rol oynamasına bel bağladığını düşünen Suudi Arabistan Krallığı başta olmak üzere önde gelen Arap devletlerinin tutumlarına ek olarak gerçekleşen temaslara vakıf bir kaynak, Lübnan meselesine ilişkin Amerikan, Avrupa ve İsrail yaklaşımlarının niteliğini ortaya koyan bir dizi gelişme aktardı.
Söz konusu kaynağa göre mevzubahis gelişmeler şu şekilde özetlenebilir:
- ABD'nin Lübnan temsilcisi Tom Barrack ve askeri dosya özel temsilcisi Morgan Ortagus, İsrail’e mutlak desteğiyle bilinen Senatör Lindsey Graham’ın öncülüğünü yaptığı bir görüşü benimsedi. Bu görüş, son sekiz aylık deneyimin, Lübnanlı yetkililerin, pozisyonları ne olursa olsun, Hizbullah’ın silah sorununu ele almak için ciddi bir girişim başlatma arzusundan veya yeteneğinden yoksun olduğunu göstermesine dayanmaktadır. Söz konusu görüşü savunanlar sahada somut sonuçlar elde etme ihtimalinin bulunmamasının, önceki mekanizmalara dayalı devam eden tartışmaları anlamsız kıldığına inanmaktadır. Dolayısıyla bu mantığa göre çözüm artık Lübnan ve İsrail arasında -herhangi bir uluslararası ortaklık veya arabuluculuk olmaksızın ve özellikle Birleşmiş Milletler’in bir rolü bulunmadan- yalnızca ABD tarafından yürütülen, siyasi nitelikte doğrudan veya dolaylı görüşmelerle sınırlı kalmalıdır.
- ABD yönetiminin Barrack’ın üstlendiği göreve ilişkin incelemesi, Lübnan resmi liderliğinin zaman kaybetme ve doğrudan sorumluluktan kaçma konusunda usta olduğu ve sahada yaşananların, devlet otoritesinin tüm Lübnan topraklarına yayılması yönünde gerçek bir ilerleme olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır. Bu sonuca dayanarak Vaşington, Lübnanlılar yeni müzakere sürecine katılma isteklerini açıkça ifade eden bir sinyal verene kadar, elçilerinin Lübnan ile daha fazla iletişim kurmasına veya Lübnan’a ziyarette bulunmasına gerek olmadığına inanmaktadır.
- New York’taki BM Genel Kurulu’nda düzenlenen toplantılarda ve daha sonra Şarm eş-Şeyh konferansında ve ülke içi reform talepleriyle ilgili artan baskılarla birlikte Amerikalılar, Lübnan’daki devlet erkanına ülkelerinin artık fiili ilgi alanları dahilinde olmadığını bildirme fırsatı buldular. Cumhurbaşkanı Josef Avn’ın Şarm eş-Şeyh konferansı için yapılan davetin dışında bırakılması ise bu tutumun bir başka göstergesiydi. Her ne kadar bu noktada Lübnan’ın konferansla doğrudan ilgili olmadığı söylense de Washington’un bölgeye yönelik planında davet edilen ülkelerin rolüne ilişkin ABD’nin tasavvuru doğrultusunda, bölgeye uzak ülkelerden liderlerin de konferansa katıldığı apaçık ortadaydı.
Amerikalılar, Lübnan’ın resmi düzeyde yanıtının, Şarm eş-Şeyh zirvesinden hemen sonra geldiğini söylüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Josef Avn, ateşkes anlaşmasının sağlamlaştırılması ve kara sınırının belirlenmesi için İsrail ile dolaylı müzakerelerin yürütülmesinin gerekliliğinden özellikle söz etti.
Amerikalıların Gözü Baabda’nın Üzerinde
- Amerikalılar, anayasanın Cumhurbaşkanı Avn’a devlet adına müzakere etme yetkisi verdiğinin idrakiyle kendisinden bu noktada hareket etmesini beklediklerini açıkça belirttiler ve onun bu konuyu yalnızca anayasal pozisyonundan değil, aynı zamanda cumhurbaşkanı seçilmesinden önce Amerikalılarla yaptığı önceki görüşmelerdeki pozisyonundan, askeri kurum ve güvenlik servisleriyle kişisel ilişkilerinden ve şu anda söz konusu müesseseleri yöneten liderler üzerindeki kapsamlı etkisinden de yola çıkarak kendi başına ele almasını istediler. Washington’daki yetkililer, Avn’ın İsrail ile müzakere konusundaki açıklamasını hemen övdüler; ancak yeni bir müzakere sürecinin başlatılmasına olanak sağlayacak temel bir vizyon içeren ikinci bir adımı da beklemekteler. Bununla birlikte Amerika’nın bu konudaki pozisyonu açık: Washington, meselenin askeri veya teknik değil, tamamen siyasi olduğunu göz önünde bulundurarak, bu müzakerelerde Avn adına kişisel bir temsilci istiyor.
- ABD tarafı, Avrupa ülkelerinin de desteğiyle, Mekanizma Komitesi’nin son toplantılarında, ordunun gerekli rolünü yerine getirmediği yönündeki İsrail ile ortak inancına dayanarak, kasıtlı olarak Lübnan Ordusu’nu suçladı. Beyrut’taki bazı yabancı diplomatlar da özellikle hükümetin silah bulundurma hakkını devletle sınırlamayı amaçlayan bir askeri planı onaylamasının ardından, son zamanlarda bu tutumu yinelediler. Ayrıca Amerikalılar, Lübnan Ordusu’nun övündüğü “başarıların” sahadaki gerçekleri yansıtmadığını da belirttiler.
- Avrupalıların ve Arapların da desteğini alan Amerikan tarafı, İsrail istihbarat teşkilatlarının Hizbullah’ın saflarını yeniden düzenlemesi ve sivil ve halk kurumlarını canlandırması yönündeki söylemlerini sık sık tekrarladı ve bunu, Başbakan Nevvaf Selam ile yaşanan anlaşmazlıkta da görüldüğü gibi, Hizbullah’ın devlet kararları üzerindeki etkisinin önemli olmaya devam ettiğini vurgulayarak son zamanlarda defalarca ortaya koydu. Ancak dikkat çekici olan, bu söylemin Hizbullah’ın askeri gücünü yeniden inşa etmek için geniş kapsamlı bir operasyon yürüttüğünü gösteren yeni bir dil kullanmasıydı.
Son günlerde düşman basınında bu konuyla ilgili bir raporun yayınlanması da tabii ki tesadüf değildi. Zira mevzubahis rapor, yabancılara ait diplomasi ve güvenlikle alakalı belgelerin yanı sıra Lübnan’daki belgelerin de İsrail ve Amerika’nın, Hizbullah’ın Lübnan genelinde askeri kapasitesini yeniden inşa etmek için geniş kapsamlı bir operasyon yürüttüğünün ve Lübnan ordusunun buna büyük ölçüde müsamaha gösterdiğinin farkında olduğunu gösteren bilgilerle dolmasının ardından geldi.
Mali Kısıtlamalar ve Güvenlik Önlemleri
- Amerikalılar ayrıca İsrail’i, askeri operasyonlarını durdurmaya kimsenin ikna edemeyeceğini ve devam eden tüm temasların yalnızca bu operasyonların genişlemesini engellemeyi amaçladığını bildiriyor. Yeni olan ise Amerikalıların, istihbarat çevrelerinden, bu tür bir askerî harekâtın tek başına Hizbullah’ı kuşatmaya veya kabiliyetlerini sınırlamaya yetmeyeceği ve alternatiflerin araştırılması gerektiği yönünde tavsiyeler alıyor olması. Bu bağlamda yetkililer, “Lübnan’a farklı bir düzeyde yeni bir mali abluka uygulanacağına” ve “ABD ile İsrail’in, Hizbullah’a çeşitli kaynaklardan önemli miktarda para akışı olduğunu iddia ettiği durumu sonlandırmak namına çeşitli mekanizmaların harekete geçirileceğine” alenen işaret ediyor.
- Direnişin, İsrail’in yıkıcı güvenlik operasyonları yürütme girişimine dair ortaya çıkardığı şeyler, Tel Aviv’in önümüzdeki dönemde benimseyebileceği bir eylem türünü yansıtıyor gibi görünüyor. Bombalamalar, eğer gerçekleşirse, doğrudan İsrail’e atfedilmeyecek, aksine Hizbullah’ın hasımlarının intikam eylemleri diye pazarlanacak.
Ayrıca düşman, Şam’daki yeni yetkililerle gerçek bir gerilim meydana getirerek onları doğu sınırında Lübnan ile bir çatışmaya itmeyi hedefliyor.
İşgal güçleri tarafından tavzif edilen ajanların niteliğinin daha yakından incelenmesi, hedefin niteliği ve buna eşlik edecek propaganda hakkında net bir fikir veriyor. İsrail, 1980’lerde Lübnan’da daha önce de büyük bombalamalar gerçekleştirmiş, hayali örgütler sorumluluğu üstlenmiş ve saldırıları iç savaş bağlamına oturtmuştu. Nitekim son on yılda sızdırılan İsrail belgeleri, “Lübnan’ı yabancılardan kurtarma” sloganıyla yürütülen bu operasyonların arkasında Mossad’ın olduğunu doğruladı.
Avn’ın Konumu ve Diğerlerinin Rolü
Bu arada Cumhurbaşkanı Avn, dışarıdan sert mesajlar alan ilk kişi gibi görünüyor. Danışma ekibinin Amerikalılarla ilişkilerinde karşılaştığı sorunlar hakkında görüşmeler sürerken Cumhurbaşkanı, Baabda’da ülke dışı temaslara ve New York toplantılarına katılmaması nedeniyle sert bir şekilde eleştirilen Dışişleri Bakanı Yusuf Recci’nin davranışlarından duyduğu hoşnutsuzluğu gizlemedi.
Bu durum, konuyu özellikle Meclis Başkanı Nebih Berri ile ele aldığını söyleyen Cumhurbaşkanı’nın tutumunu etkiledi. Başbakan Nevvaf Selam ile Cumhurbaşkanı’nın ilişkisi soğukluğunu sürdürürken Başbakan Nevvaf Selam, Hizbullah’ın silah dosyasıyla ilgili her şeyin, müzakerelerin kendi yetkisinde olduğu Cumhurbaşkanı’na bırakıldığını belirtti. Selam mesafeli dururken Avn, bu göreve atayacak birini aramaya devam ediyor. Saraydaki siyasi danışman ekibiyle yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle son aylarda görevden ayrılan ABD işlerinden sorumlu danışmanı Tony Haddad’ın rolünü yeniden değerlendirip değerlendirmediği ise henüz belli değil.
Avn’ın, Berri’ye, işlerin her düzeyde durgun olduğunu, reform dosyasının da tıkandığını ve “dünyada herhangi bir tarafın kendileriyle ilişki kurmaya veya Lübnan’a ihtimam göstermeye istekli olduğuna dair hiçbir belirti olmadığını” söylediği aktarıldı. Sonuç olarak Amerikan baskısı ve diğer taleplere rağmen Avn, “mevcut çıkmazı aşmak için müzakerelerin Lübnan için bir zorunluluk haline geldiğini” açıkça belirtti; ancak niyetlerini veya bu müzakerelere ilişkin vizyonunu açıklamadı.
Cumhurbaşkanı Avn’ın müzakerelere yaklaşımı ise hâlâ belirsiz: Müzakereler, deniz sınırı belirleme müzakerelerinde olduğu gibi teknik boyutla mı sınırlı kalacak? Yoksa yeni düzenlemelerle kara sınırının net ve kesin bir şekilde belirlenmesine doğru bir adım mı atılacak? Ya da ateşkes anlaşmasının farklı koşullar altında yeniden canlandırılması mı hedeflenecek?
Şu ana kadar Avn ile diğer partiler arasında devam eden görüşmelerin seyri, onun Amerikalıların sorduğu şu doğrudan soruya yanıtına dair bir işaret vermiyor: Hizbullah’ın silahlarıyla ilgili ne yapacaksın?
Paris, Riyad ve Selam’ın Gizli Ziyaretleri
Başbakan Nevvaf Selam’ın Hizbullah ile sonuçsuz çatışmalara sürüklenmesinin ardından, bir süre önce yabancı başkentlerle ilişkilerinin niteliği tartışılmıştı. Ancak Selam’ın yalnızca sınırlı bir beğeni topladığı ve Suudi Arabistan ile ilişkilerini geliştirme girişimlerinin bile başarısız olduğu açıkça ortaya çıktı. Selam, birkaç gün önce basından uzak bir biçimde Paris’i ziyaret etti ve kişisel görüşmeler de dahil olmak üzere bir dizi görüşme gerçekleştirdi. Ne var ki çeşitli kaynaklardan duruma dair fikir ve atmosfer hakkında bilgi almasına ve Cumhurbaşkanı’nın tutumu hakkında net bir tasavvura sahip olmasına rağmen müzakere dosyası hakkında sessiz kaldı.
Selam’ın da diğerleri gibi, bu aşamada Fransa’nın üstleneceği özel bir role güvenmenin siyasi saflık olduğunu vurgulaması ise dikkat çekti. Son dönemdeki üst düzey diplomatik temaslar, Amerika Birleşik Devletleri ve Suudi Arabistan Krallığı’nın, Fransa’nın etkili bir rol oynayabileceğine güvenmediğini ortaya koydu. Hatta Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, “Cumhurbaşkanı Macron her gün bir fikir veya öneriyle uyanıyor ve sanki onun için çalışıyormuşuz gibi bunları bize gönderiyor!” dediği aktarıldı.
Lübnan’a ve dolayısıyla Fransa’ya asıl darbe, Suudi Arabistan’ın, Paris’in Lübnan ordusunu desteklemek için düzenlenmesini teşvik ettiği konferansı -Fransa’nın beklentilerinin aksine- iptal etme kararıydı. Fransız elçiler, bu ayın başlarında toplantının, en geç 19 Ekim’de, yani dün yapılmasının planlandığını doğrulamıştı. Fakat bu ayın başlarında Suudi Arabistan’ın El-Ula kentinde “Münih Güvenlik Konferansı Tutanakları” başlığı altında düzenlenen toplantılarda tablo netleşti. Kamuya açık oturumda Suudi Arabistan Krallığı Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan, Lübnan ve ordusunun çabalarını övdüğü ve ülkesinin onlara verdiği desteği teyit ettiği bir konuşma yaptı. Ama askeri ve güvenlik liderlerini bir araya getiren kapalı bir toplantıda Lübnan meselesi doğrudan ele alındı ve Lübnan ordusuna Hizbullah’a silah bıraktırma rolünü yerine getirmediği için açık bir eleştiri yöneltildi.
Sonradan herkes, “Suudi Arabistan’ın şu anda Riyad’da Lübnan’a destek amacıyla bir konferans düzenlemeyi planlamadığını”; “oradaki üst düzey yetkililerin, Lübnan’a verilecek her türlü desteğin -daha önce olduğu gibi- ülkeyi yönetenler tarafından heba edileceğini; ekonomik, siyasi ve askeri düzeyde kapsamlı reformlar gerçekleştirilmeden önce verilecek her türlü desteğin Lübnan’daki durumu değiştirmeyeceğini sürekli tekrarladıklarını” anladı.
Suudi Arabistan’ın bu tutumu, yaklaşan parlamento seçimlerini çevreleyen siyasi dosyaya da yansıyacak gibi görünüyor. Zira Riyad’ı ziyaret edenler, önümüzdeki mayıs ayında yapılacak seçim sürecini yönetmek için bundan sonra uygulamaya konulacağı varsayılan plan hakkında, özellikle Amerikalılarla yapılan detaylı görüşmeleri ortaya koyuyor. Söz konusu plan, Hizbullah ile herhangi bir iş birliği veya ittifakı yasaklayan ve Hizbullah’a veya Lübnan güçlerinin geri kalanı arasında Hizbullah’ın müttefiklerine karşı mücadele eden herkese destek sağlayan katı kurallara dayanıyor. Bu plan, Şii bloğunu açıkça ihlal etmeyi hedeflerken, yeni parlamentoda 86 oyluk bir çoğunluk sağlamayı amaçlıyor. ABD’nin ve Suudi Arabistan Krallığı’nın Lübnan’daki müttefikleri ise bu yolu Lübnanlılar için bir “geçim kaynağı” olarak yorumluyor ve önümüzdeki aylarda mevzubahis beklentinin hissedilmesi öngörülüyor.
Suriye ile Yaşananlardan Daha Azı Yaşanmayacak!
Güvenlik anlaşması taslağı ile alakalı İsrail’in yaptığı önemli değişiklikleri içeren bir belgenin kendilerine sunulmasıyla şoka uğrayan Suriyeli yetkililerin hayal kırıklığı New York görüşmeleri dönüşünde apaçık ortadaydı. Washington, Tel Aviv’e baskı yapmak konusunda isteksiz görünüyordu. Ayrıca ABD’nin ve bazı Batı başkentlerinin, her yeni görüşmede taleplerini artıran İsrail’in “açgözlülüğü” konusunda sessiz kalması da Suriyelileri şaşırtmıştı.
Şam’ı ziyaret edenler, Suriye Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’nın, Amerikalılara böyle bir çözüme hazır olmadığını bildirdiğini ve Suriye içindeki muhalif seslerin eskisinden daha yüksek çıkacağı uyarısında bulunduğunu belirtiyor.
Bu noktada Beyrut’taki üst düzey yetkililere, karşı tarafın niteliğini ve bu tür müzakerelerde ABD’nin gerçek rolünü daha net anlamak adına İsrailliler ve Suriyeliler arasında Amerikan himayesinde birden fazla başkentte düzenlenen doğrudan görüşmelerin ayrıntılarını incelemelerinin tavsiye edilmiş olması ise dikkat çekicidir.
Söz konusu ziyaretçilerden biri İsrail’in, Lübnan’dan, “Avali Nehri’nin güneyindeki her bölgenin, sadece Hizbullah mensuplarından değil, tüm askeri varlıklardan tamamen arındırılmasını sağlayacak güvenlik düzenlemelerinin yapılmasından ve Hizbullah’a silah bıraktırılmasından” daha azını kabul etmeyeceğine işaret etti.
Ayrıca İsrail, güvenliğine tehdit olarak gördüğü her şeye karşı tek taraflı eylemde bulunma hakkını saklı tutarak bölgede herhangi bir BM denetimini reddettiğinin altını çizdi.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
