İsrail, ABD ve İran Arasında Sıkıştı
ÇEVİRİ ANALİZ, 28 Mart 2022 06:16israelhayom.com’da Caroline B. Glick imzasıyla yayımlanan “ORTA DOĞU’NUN EN GÜÇLÜ KABİLESİ OLMAK” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Eski başbakan Binyamin Netanyahu, Fox News’e verdiği bir röportajda, İsrail’in Sünni Arap devletlerle stratejik ortaklığı geliştirmesine ve bunun ardından 2020’de gelen İbrahim Mutabakatına ön ayak olan, Obama yönetiminin 2015 yılındaki İran nükleer anlaşmasına karşı savaşa öncülük ettiğini açıkladı. Suudiler, Emirlikler ve Mısır ile diğer Arap devletleri İsrailli liderin Obama’nın İran rejimi ile anlaşmasına karşı tavizsiz mücadelesini izlemişlerdi. Bu anlaşmanın kendileri için oluşturduğu tehdit İsrail için oluşturduğu tehditten az değildi ve İsrail’in düşman olmak şöyle dursun en güçlü ve güvenilir müttefikleri olduğu kanısına varmışlardı.
Şarm eş-Şeyh’te Salı günü Başbakan Naftali Bennett, Mısır Devlet Başkanı Abdülfettah es-Sisi ve BAE Veliaht Prensi Muhammed bin Zayid arasında düzenlenen zirve yüzeysel olarak bakılınca Netanyahu’nun başladığı şeyin doğal bir ilerlemesi olarak görülebilir. 2015’te Obama’nın onları arkadan vurup İran’a satmaya hazırlanması gibi bugün de Biden yönetiminin İran rejimi ile daha tehlikeli bir anlaşmaya varmak üzere olması sebebiyle Sünni Arap devletleri İsrail’e güvenlik koordinasyonunu sıkılaştırma çağrısında bulundu. Ve görünüşe göre Bennett da onlara bölgesel bir hava savunma sistemi geliştirmeyi teklif edecek.
Maalesef bu hafta Şarm’da başka dinamiklerin de rol alacağını düşünmek için iyi sebepler var. Bu sebeplerin kökeni Biden yönetiminin, Barak Obama’nın İsrail ve geleneksel Sünni Arap müttefikleri pahasına ABD’yi İran ile aynı hizaya getirme politikasını uygulama kararını Arap ülkelerinin görme tarzındadır.
Bu hafta Jewish News Service’te Orta Doğu uzmanı ve ABD ulusal güvenlik konseyi eski danışmanı Dr. David Wursmer imzasıyla yayınlanan bir makalede Muhammed bin Zayid, Sisi, Suudi Veliaht Prensi ve diğerlerinin kendi devletleriyle İran arasındaki güç mücadelesini kabileler arasındaki bir kan davası olarak gördüklerini açıklıyordu. Orta Doğu’daki devletler son 70 yıldır ABD’yi bölgedeki en güçlü kabile olarak görmekteydi. Bu sadakatin karşılığında Sünni Arap devletler ile İsrail’e koruma sağlıyordu.
ABD Başkanı Joe Biden ve ekibinin Viyana’da İran ile varmak üzere olduğu bildirilen nükleer anlaşma Tahran’a iki buçuk yıl içinde isterse nükleer bir cephane üretme gücüne sahip bir nükleer eşik devleti olma meşruiyeti ve yolları sağlamaktadır. Anlaşmanın tamamlayıcı bir parçası olacak şekilde yaptırımların kaldırılması İran’a bölge boyunca savaşlar yürütebilmesine yetecek finansal araçlar vermektedir.
Wurmser’e göre kabile mantığında ABD’nin İran’a bu tavizleri, ABD’nin Araplar ile İsrail’e verdiği koruma şemsiyesini geri çekmesi anlamına gelmektedir. ABD, müttefiklerinden korumasını çekerek onlara, onların yaşamları, mülkleri ve varoluşlarının bedel olarak ödendiğinin işaretini vermektedir.
Suudiler ve Emirlikler bu şartlarda üç seçenekleri olduğuna inanmaktadır. Ya İran’ın ellerinde ortadan kaldırılmalarını kabul edecekler, ya Amerikalıların yaptığı gibi İran’ın önünde diz çökerek, örneğin İsrail gibi başka bir kabileye hizmet ederek kan davalarını askıya alacaklar ya da Amerika’nın yerine güçlü bir kabile olarak kendisine hizmet etmek için yüzlerini İsrail’e dönecekler. Bölgede güçlü bir kabile olarak ABD’nin yerini almaları muhtemel Rusya ve Çin, İran ile müttefiktir.
Şimdi Sünniler İran’a diz çökmek ya da İsrail ile ayakta durmak arasında karar vermeye çalışıyor.
Wurmser’e göre İsrail, ABD’nin ihaneti karşısında tek bir seçeneğe sahiptir: Güçlü kabile olmak.
Arap kafasındaki bu anlayışla Şarm zirvesinde ortaya çıkan sorun ve tehlikeler daha açık olmaktadır.
Toplantıdan basına yansıyan bilgilere göre üç liderin tartıştığı başlıca konu, Suriye rejimi ile lideri Beşar Esad’ın itibarını iade etmekti. Arap Birliği, Esad’ın kendi halkını katletmesi üzerine 2011 yılında Suriye’yi üyelikten çıkarmıştı. Geçen hafta Esad’ı ağırlayan Muhammed bin Zayid, Suriye’nin Arap Birliği üyeliğinin tekrar tesis edilmesini istemektedir.
Muhammed bin Zayid bu inisiyatifini Esad’ı İran’dan ayırmak olarak takdim etti. Maalesef durum bu değil. Üstelik MBZ de bunu biliyor. Hem Muhammed bin Zayid hem de Muhammed bin Selman Esad’ın bağımsız bir aktör olmadığını biliyor. O her yönüyle İran’ın bir vekili. İran olmadan Esad’ın bir rejimi ve ideolojik, politik ya da fiili varlığı yok.
Muhammed bin Zayid’in inisiyatifi gülünç ve tehlikeli bir oyun. Gülünç, zira Muhammed bin Zayid, İsrail’in güvenliğinden sorumlu üst düzey yetkililerin nesiller boyu baba ve oğul Esadların Suriye’den koparılabileceği hülyasıyla hareket ettiklerini biliyor. İsrailli generaller on yıllar boyunca Suriye’nin İran’dan kopması karşılığında Golan Tepelerini Suriye’ye vermeyi savundular. Bu asla işe yaramadı ve yaramayacak; zira hem Hafız hem de Beşar Esad kendi varlıklarının tamamen İran’daki Ayetullahların elinde olduğunun farkındaydı.
Ancak umut fakirin ekmeği misali karargahlarda alışkanlıklar mantıktan güçlüdür. Esad’ı kovalama dürtüsü 2019 yılında İsrail genelkurmay başkanının ABD’nin Golan Tepelerinde İsrail egemenliğini kabul etmesini engelleme çabasında bile halen canlıydı.
Biden ve ekibi Obama’nın İran yanlısı politikalarını yeniden canlandırma niyetlerini 2020 başkanlık kampanyasında netleştirmişlerdi. Ve göreve gelmelerinden haftalar sonra bu niyetlerini uygulamaya geçirdiler. Yönetim başka şeylerle birlikte Suudi Arabistan ile ilişkilerini azalttı ve Muhammed bin Selman ile görüşmeyi reddetti. Trump yönetiminin BAE’ye F-35 satma planını askıya aldı. Ve İran’ın Yemen’de hem Suudi Arabistan hem de BAE’ye karşı savaş yürüten vekilleri Husi teröristleri Dışişleri Bakanlığı yabancı terör örgütleri listesinden çıkardı.
Amerikan “kabilesinin” kendilerini terk ettiği sert gerçeğini fark eden Emirlikler ve Suudiler İsrail’i bırakıp Ayetullahlar ile ayrı bir barış yapma olasılığını kontrol etmek için Tahran’a karşı dikkatli bir yaklaşım geliştirmeye başladılar. Bu, Muhammed bin Zayid’in Esad ile ilgili oyunda ilk hamlesidir ve Bennett’in anlaması gereken budur. Muhammed bin Zayid’in çabası Suriye’yi Tahran’dan ayırarak yuvaya geri getirmeyi hedeflememektedir. Esad’ın haklarının iade edilmesini Esad’ı yöneten İran’ın Arap yuvasına ya da daha önemlisi Arapları İran’ın yuvasına götürmek için bir araç olarak kullanmayı amaçlamaktadır.
Öte yandan İsrail’in Golan Tepelerindeki egemenliğini kabul etmesi için Trump’ı ikna etmek uğruna askeri yapıya kafa tutan Netanyahu, Muhammed bin Zayid’e İsrail’in Esad’ı güçlendirmeye destek vereceğini unutmasını söylemişti, ancak Netanyahu’nun yok saydığı generaller şu anda İsrail’ın savunma politikasında görev almış durumda. Zirveyi takip eden medya hesapları İsrail’in Muhammed bin Zayid’in inisiyatifine karşı çıkmadığına işaret ederken, Esad’ın İran’dan ayrılabileceği hayaline hala canlı tuttuklarını açıkça ifade etti. Bennett ve ekibi Muhammed bin Zayid’in teklifini İran yanlısı olarak gördüklerine dair bir işaret kesinlikle vermedi.
Muhammed bin Zayid’in Suriye hamlesiyle ilgili İsrail’in ifade ettiği bildirilen tek rezervi, ABD’nin ona karşı çıkması ve dolayısıyla İsrail’in onu benimseyemeyeceği oldu. Biden yönetiminin İran’ı güçlendirecek bir inisiyatife ciddi bir biçimde karşı çıkmasını hayal etmek zor olsa da İsrail’in ABD’nin hamleye muhalefetiyle ile ilgili endişesi Şarm zirvesinin kafa karıştıran başka bir yönüne işaret etmektedir.
Bennett ve danışmanları, Amerika’nın ihanetine Arapların cevabını açıkça anlamamakla kalmamış, Washington’un İsrail’e de ihanet ettiğini ve İsrail’in Amerikan güvenlik şemsiyesi dışında bir yol bulmaya ihtiyacı olduğunu da anlayamamışlardır.
Bennett, Dışişleri Bakanı Yair Lapid ve Savunma Bakanı Benny Gantz Biden’ın (Obama’nın politikasının devamı olan) İran yanlısı politikasını İsrail’i terk etme ya da ona ihanet olarak görmüyor. Onlar için bu sadece basit bir görüş farklılığı. Daha da kötüsü içeride Netanyahu’yu itibarsızlaştırmaya çalışırken üç politikacı da onun Trump’ı Obama’nın 2015’te İran ile imzaladığı nükleer anlaşmayı bozmaya ikna etmesi gerekçesiyle saldırıyorlar. Bu saldırılar şimdi onların yönlerini tersine çevirip Biden’ın İran yanlısı politikalarına karşı bir kampanya yürütmelerini, İsrail kamuoyu bunu beklese bile, neredeyse imkansız kılıyor.
Bennett, Lapid ve Gantz’ın gönülsüzce yürüttüğü savaş sadece Trump’ın Devrim Muhafızlarını terör örgütü ilan etme kararından Biden’ın vazgeçme planına karşı. Bu önemli olsa da durumu anlamaktan uzak ve İsrail’e tuzak kurmak anlamına geliyor. Biden’ın İran ile anlaşmasıyla ilgili en büyük sorun onun nükleer bir cephane oluşturma ve bölgenin hakimi olma çabalarını yasallaştırmasıdır. Devrim Muhafızları’nı terör örgütü listesinden çıkarmak korkunç bir şey olabilir ancak anlaşmanın kendisine kıyasla çok daha alt seviye bir felaket olacaktır. Daha da ötesi Bennett, Lapid ve Gantz’ın başarılı olup Biden’ın Devrim Muhafızlarını terör örgütleri listesinde bırakması durumunda o ve ekibi, ana politikaları İsrail’in varlığını tehdit altına soksa da, bu tavizi İsrail yanlısı olduklarına kanıt olarak kullanacaktır.
Suudiler ve Emirlikle ABD yönetiminin düşmanlığına Biden ya da danışmanlarıyla konuşmayı reddederek cevap vermiştir. İsrail ve Filistin Yönetimini ziyaret etmeyi planlayan ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken, Suudi Arabistan ve BAE yönetimlerinin onu ağırlamayı reddetmesi sebebiyle bu ülkelere yapacağı ziyaretleri iptal etmek zorunda kalmıştır. Bennett’in İsrail’in Arap ortaklarını örnek alıp İsrail’e düşmanlığından dolayı ABD yönetimine bedel ödetmek yerine Washington adına Suudiler ve Emirlikler nezdinde lobi çalışması yaptığı bildirilmektedir. Perşembe günü gelen haberlere göre Bennett Blinken’ın ziyareti sırasında Kudüs’te Muhammed bin Zayid ile bir zirve organize etmeyi bile denemiş.
Bu eylemler Arap başkentleri gözünde İsrail’in yıldızını parlatmaz. Bennett’in suiistimalci ABD yönetimine körü körüne sadakati onu gelecekleri hakkında İsrail mi İran mı tartışması yaşayan Arapların gözünde zayıf ve aptal gösterir. Eğer Muhammed bin Zayid Kudüs’e gelirse zirveden Suriye’ye itibarını edip sonucunda İran’ı güçlendirecek bir ABD-İsrail anlaşmasıyla ayrılması muhtemeldir.
Tabii İsrail’in başka taktiği yok değil, var.
Bennett bu hafta başlarında nükleer anlaşmaya karşı kampanya yürütmenin bir anlamı olmadığını, zira zaten bitmiş ve geri çevrilemez olduğunu öne sürdü. Bu yanlış. Biden yönetimi Obama’ya göre politik açıdan çok daha zayıf. Bazı demokratlar Biden’ın İran ile anlaşmasına açıkça karşı çıkıyor. Onu sonlandırmak için çok geç değil.
Ve anlaşmanın ilerlemesini durdurma kampanyası başarılı olmasa bile İsrail’in ona karşı mücadele etmesi zorunlu. Bunu yapmak ABD kamuoyunu da anlaşmaya karşı harekete geçirecek ve iki partiden de politikacılara da güç verecektir. İsrail’in biricik varlığını tehlikeye atan anlaşmaya bağlı kalmayacağı konusunda akılları da başa getirecektir.
Daha da önemlisi Muhammed bin Zayid’in Şarm’daki Suriye inisiyatifi karşısında İsrail, Arapların İsrail ile çalışmak ya da İran’a diz çökmek arasında seçim yapmaya çalıştığı kritik bir zamanda, gücünü ve ciddiyetini onlara göstermek için savaşmalıdır.
Belki de 2025’te göreve gelecek Cumhuriyetçi bir yönetim İran’a karşı mücadelede İsrail ve Sünnilere bağlılığını tekrar tesis ederek Amerika’nın Orta Doğu’daki en güçlü kabile olarak yerini tekrar kazandırabilir. Ancak İsrail böyle bir ihtimale bel bağlayamaz. Bugün Biden’ın İsrail’i terk etmesi karşısında İsrail’in tek bir seçeneği vardır: Orta Doğu’nun en güçlü kabilesi olmak.
KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 28 Mart 2022 06:16
Yorumlar (0)