Toossi: İran ABD Üssü'nü Vurunca ABD'nin Aptallığı Ortaya Çıktı
ÇEVİRİ ANALİZ, 12 Ocak 2022 09:26Responsiblestatecraft adlı sitede Sina Toossi tarafından kaleme alınan "İRAN'IN 2020'DE ABD ÜSSÜNÜ HEDEF ALAN SALDIRISI MAKSİMUM BASKININ APTALLIĞINI ORTAYA ÇIKARDI" başlıklı yazıyı, siz değerli okuyucularımız için çevirdik.
Tahran'ın iki yıl önceki Süleymani suikastine cevabı nükleer anlaşmayı bozmanın neden tam bir başarısızlık olduğu hakkında daha fazla kanıt getiriyor.
8 Haziran 2020 gününün erken saatlerinde İran'ın 11 balistik füzesi Irak'ta ABD askerlerini ağırlayan en büyük üssü vurdu ve bazı füzeler 9 metre genişliğinde çukurlar açtı. Saldırılarda günlük işlerde kullanılan karargahlar, uçak hangarları ve askeri techizat imha edildi. CBS News saldırıyı “Amerikalıların maruz kaldığı en büyük balistik füze saldırısı” olarak nitelendirdi ve zahiri bir barış zamanında ABD'nin düşmanlarından birinin böyle büyük çapta yaptığı kesinlikle tek saldırıydı.
İran'ın füze saldırısına iki yıl sonra bakıldığında Trump yönetiminin İran politikasının başarısızlığı gözler önüne serilmektedir. Trump 2018 yılı Mayıs ayında nükleer anlaşmadan çıktığı zaman İran ile işleyen bir diplomasi modelini de terk etmiş oldu. Savunduğu ekonomik ve örtülü savaştan oluşan “maksimum baskı” kampanyası gerilim döngüsünü tetikleyerek İran füzelerinin ABD askerlerinin üzerine yağmasına yol açtı. Trump'ın İran politikasının bölgesel istikrar ve ABD'nin temel ulusal güvenlik çıkarları üzerindeki uğursuz sonuçları nükleer mutabakatı yeniden canlandırmak isteyen Başkan Biden'a Trump'ın kendini mağlup eden politikalarında inat etmesi konusunda bir uyarı vazifesi gördü.
Aynu’l-Esed üssündeki sığınaklara saklanmış ve İran'ın saldırıyı önceden Irak hükümetine haber vermesine kısmen borçlu olan Amerikalı askerler için saldırı acı verici bir sınavdı. Daha sonra yapılan röportajlarda saldırı sırasında üste bulunanlar saatler süren füze sağanağını ve yaşadıkları şokla ilgili hikayeler anlattılar. 100'den fazla Amerikan askeri personeli travmatik beyin hasarı bırakan yaralanmalara maruz kalmış ve büyük bölümü daha sonra Mor Kalp madalyası ile ödüllendirilmişti. Trump o dönemde yaralanmaları “ciddi olmayan başağrıları” olarak nitelendirip görmezden gelmişti.
İran'ın ABD kuvvetlerine doğrudan saldırısı ABD'nin beş gün önce İranlı general Kasım Süleymani, Irak Halk Kuvvetleri Komutanı Ebu Mehdi el-Mühendis ve sekiz kişinin ölümüyle sonuçlanan suikastine cevaben yapılmıştı. Saldırıyı yöneten İran Devrim Muhafızları havacılık komutanı Emir Ali Hacızade geçen yıl “hiçbir ABD askerini öldürmek niyeti yoktu, ancak plan öyle yapılsaydı ilk aşamada 500 kadar kişi ölürdü” şeklinde konuşmuştu.
İran'ın suikastlere ani cevabının önemi onun stratejik etkilerinde gizlidir. İran uzun süredir balistik füzelerinin kapasitesiyle övünse de bu büyük oranda kanıtlanmamıştı. Trump yönetimi İran'a global bir süper güce karşı hünerlerini sergileme fırsatı verdi. Bu da yüzlerce kilometre öteden isabetli saldırılar şeklinde geldi. Benzer şekilde isabetlilik, balistik füzeler yerine seyir füzeleri ve dronlarla gerçekleştirilmiş olsa da, çoğunlukla İran'a atfedilen ve geçen sonbaharda yapılıp Suudi Aramco'yu hedef alan saldırıda gösterildi. Bu saldırı geçici de olsa Suudilerin petrol üretimini yarıya düşürdü.
Trump dönemindeki gerilime İran'ın askeri karşılığının ikili bir jeopolitik etkisi oldu: İran'ın saldırılara karşı caydırıcılığını tahkim etti ve İran'ı içine alan bölgesel dengelerin yeniden kurulmasını tetikledi. University of Albany'den Christopher Clary'nin Aynu’l-Esed'e yönelik saldırıdan sonra söylediği gibi: “Eğer İran hassas füzelere sahipse ABD'nin savaş planını uygulaması geçen hafta çok daha zorlaşmıştır.” Sadece ABD'nin Orta Doğu'ya serpiştirilmiş üsleri değil, ABD'nin bölgedeki ortaklarının kritik altyapısı da kısa bir sürede çok daha savunmasız hale gelmişti.
New York Times köşe yazarı Thomas Friedman, Suudi Aramco'yu hedef alan saldırının ardından yazdığı bir yazıda, “İsrail'den başlayarak her ülke güvenlik stratejisini yeniden değerlendiriyor” ifadelerini kullanmıştı. İsrail'in Dimona nükleer reaktörüne de değinen Friedman, İran'ın yeni kapasitesi göz önüne alındığında İsrail'in tesisi kapatması gerektiğini söyledi. Firedman saldırının sonucunda her Arap başkentinin İran'a yaklaşımını “yeniden hesapladığının” altını çizdi. Aslında yıllar sonra gerçekleşen de buydu.
Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Arap ülkeleri başlangıçta İran nükleer anlaşmasına karşıydı ve Trump'ın İran'ı izole etme çabalarını heyecanla desteklediler. New Yorker'da 2018 yılında yazılan bir makalede Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile BAE'nin fiili yöneticisi Muhammed bin Zayid'in Trump yönetimi nezdinde yer edinip İran'a karşı sert politikaları nasıl kuvvetle teşvik ettikleri ayrıntılarıyla anlatılmıştı. Makalede Muhammed bin Zayid'in, Trump yönetimini özellikle İran politikasında etkilemek üzere İsrail ile bir ittifak oluşturmak için “merkezi bir rol oynadığı” anlatılıyordu. Yazıda üst düzey bir BAE yetkilisinin “Siperlerde İran'a karşı İsrail ile birlikte savaştığımızı hayal ediyorum” sözleri de alıntılanmıştı.
Ancak Trump yönetiminin son yılıyla birlikte BAE maksimum baskı kampanyasından vazgeçti. Christian Science Monitor'da yer alan bir haberde dikkat çekildiği gibi Ocak 2020'deki Süleymani suikastine “hazırlıksız yakalanan Körfez liderleri önceden istekli olup şimdi korktukları bir çatışmayı önlemek için dünya turuna çıktılar.”
BAE, tankerlerini hedef alan saldırıların ardından gerilimi azaltmak için İran'a heyetler göndermeye başladı. Diğer yandan Suudi Arabistan da gerginliği azaltmanın yollarını arıyordu ve Iraklı yetkililere göre Süleymani suikaste uğradığı zaman aslında Suudilerin görüşme talebine İran'ın cevabını götürüyordu.
Trump'ın İran politikası ile başardığı şey ABD'nin bölgede verdiği güvenlik taahhütlerinin arkasının boş olduğunu ifşa etmek oldu. İran ile BAE ve Suudi Arabistan arasındaki sükunet Trump'ın görevi bırakmasından ve Biden yönetiminin sessiz teşvikiyle sadece popülarite kazandı. BAE'nin ulusal güvenlik danışmanı kısa bir süre önce İran'ı ziyaret etti ve Emirliklerin üst düzey yöneticileri İran'a karşı “en iyi adımın diplomasi ve angajman” olduğunu açıkladı. Göze çarpan bir sonuç çıkmasa da İran-Suudi müzakerelerinde de ilerleme kaydedildi. En önemlisi de Fars Körfezi'ndeki Arap ülkeleri de daha önceden hararetle muhalefet ettikleri nükleer anlaşmanın yeniden hayata geçirilmesini şiddetle savunuyor.
Trump'ın “maksimum baskı” kampanyası Amerika için her cephede stratejik bir mağlubiyet oldu. İran'ın askeri misillemesi onun bölgesel pozisyonunu güçlendirirken dış saldırılara karşı güvenliğini de tahkim etti. Tam bir ekonomik ablukaya karşın ekonomisini istikrara kavuştururken nükleer programını dramatik bir şekilde güçlendirdi. Geçmişe bakılırsa Trump'ın başardığı tek şey sıradan İranlıları fakirleştirmek, İran'daki ılımlı grupları zayıflatmak ve birçok sebeple yıkıcı bir savaş başlatmaya yaklaşmak oldu.
Biden yönetimi mevcut stratejik görünüm ve Trump'ın politikalarında üstelemenin tehlikeleri hakkında gerçekçi olmalıdır. Başkan Biden henüz Trump'ın “maksimum baskı” kampanyasında yumuşama göstermemiştir ve yönetimden yetkililer nükleer anlaşmanın yeniden hayata geçirilmesi görüşmelerinde başarısız olunması halinde sürdürülmesi imkansız olan “B planı” ile baskıyı artırma tehdidinde bulunmuşlardır. Bu, ağır bir hesap hatası olabilir. Washington bu aşamada diplomasiyi sürdürmek için her önlemi almalı ve Birleşik Devletler için çok pahalıya patlayacak başka bir gerilim döngüsünü engellemek için gerekli tavizleri sunmalıdır.
KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 12 Ocak 2022 09:26
Yorumlar (0)