Lübnan'da Olanlar, Hizbullah'a Karşı İsrail'le İş Tutmaktır
ÇEVİRİ ANALİZ, 08 Ocak 2025 23:17İbrahim el-Emin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “BİR PROVOKASYON EYLEMİ Mİ YOKSA MAĞLUP OLDUĞUMUZA DAİR BİR KANAATİN İFADESİ Mİ?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Düşmanlar arasında ayrım yapmayı zorlaştıran gerçekler vardır. Herhangi bir tarafın eylemlerinin, o tarafın nerede durduğunun belirlemesini sağlayan olaylar da vardır. Bu Lübnan gibi bir ülkede aşılamayan bir durumdur.
Düşmanla savaş başlamadan önce bile Lübnan’da İsrail’in yanında duran ve ona yalnızca direnişi şeytanlaştırmada değil, direnişi ezme amacına ulaştıracak her konuda yardımcı olanlar vardı. Bu insanlar Lübnan sahnesinde yeni değil. Aksine işgalci varlığın kurulmasından önce de vardılar. Bunların arasında işgalci İsrail’i kurmak için oluşturulan Siyonist örgütlerle ilişkisi olanlar da vardı. Yine bu insanlar arasında uluslararası Yahudi Ajansı ile iletişim kurarak ona toprak satanlar, Siyonist varlığın kuruluş arifesinde onunla ittifak kuranlar, işgalci varlığın tesisinin ardından geçen ilk on yılda onunla güvenlik ilişkileri geliştirenler ve Araplara karşı yapılan tüm savaşlarda onun yanında duranlar da vardı. Nitekim Lübnan’da İsrail adında ırkçı bir projenin varlığı nedeniyle ülkenin geleceğine bakış açısını değiştirenler de oldu.
Bu farklılıklar, tüm Lübnanlıların İsrail’in düşman olduğu konusunda hemfikir olmasını sözlü olarak değil fiilen engelledi. Kendi halkı içerisinde bir grubu ülke için tehlike gören, Siyonist işgalci varlıktan gelen kötülüğü görmeyen Lübnanlılar varken, konuşmalarda, açıklamalarda, beyanlarda söylenen her söz değersizdir. Bunlar, geçtiğimiz on yıllarda düşmanla kolektif ilişkileri haklı çıkaran ve haklı çıkarmaya devam eden insanlardır. Bunlar, güneyde işgal ordusuyla birlikte savaşanları ajan olarak nitelemeyi reddedenlerle ve 2000 yılında işgalin kovulmasına kadar yıllarca süren çatışmaları iç savaşın bir parçası olarak değerlendirip direnişi bir milis kuvvet ve silahını da içerde savaşanların silahı olarak görenlerle aynı kişilerdir. İç savaş durduktan sonra bile affın İsrail’le iş yapan herkesi kapsamasını isteyenler de bunlardır. Bu kişiler, hiçbir zaman direnişi bir ilke olarak kabul etmemiş; hatta bunu bakanlık açıklamalarında bile dile getirmemişlerdir. Evet, bu insanlar, 25 Mayıs’ı ulusal kurtuluş bayramı olarak kabul etmeyi reddediyor, Beyrut’un caddelerine Batılı işgalcilerin adının verilmesini hoş görüyor ve bu caddelere direniş şehitlerinin isimlerinin verilmesine karşı duruyorlar.
Direnişi destekleyenler bu gerçekten hiçbir zaman gafil değildi. Ancak savaşı düşmanla sınırlama fikri, düşmanı yenmenin onları seçeneklerinden ve yanılsamalarından vazgeçmeye ikna edeceği kanaatine mebniydi. Ne var ki bu gerçekleşmedi. Refik Hariri suikastından Temmuz 2006 savaşının patlak vermesine kadar geçen bir buçuk yıl boyunca yaşadığımız şey buydu. Öyle bir atmosfer vardı ki o çılgın savaştan sonra da varlığını sürdürdü ve mevzu bahis grubun, direnişin silahına el uzatarak haddini aştığı 5 Mayıs 2008’de doruk noktasına ulaştı.
Aynı kişiler, 2011’den sonra Suriye rejimi muhaliflerini desteklediler. Yalnızca rejime duydukları nefret nedeniyle değil; aynı zamanda Suriye’nin direniş için gelişmiş bir destek merkezi ve silah ve teçhizat için bir geçiş noktası olması nedeniyle. Tekfirci grupları 5 yıl boyunca desteklediler ve onları zalim bir yöneticiye karşı ayaklanan devrimci gruplar olarak gördüler. Batılı destekçileri onlara göçmenlerin direnişe karşı kullanılabileceğini söylemelerinden ötürü Suriyeli olan her şeye karşı iğrenç bir ırkçılık beslemelerine rağmen Suriye’den gelen göçmen dalgalarını bir sorun olarak görmediler. Beşşar Esed’in devrilmesinden duydukları sevinci dile getirirken bile yeni yönetimin kime ait olduğunu sormadılar; çünkü tek dertleri yaşananların direnişe fayda sağlamamasıydı.
Geçtiğimiz birkaç ayda bu tür Lübnanlılarla yaşadıklarımız, alçaklığın ve tiksintinin doruğunu temsil etti. Her gün direnişe nasıl eziyet ettiklerine, direnişçileri teşhis edip kafalarını koparmaya nasıl gönüllü olduklarına tanık olduk. Bu insanlardan herhangi birinin göçmenlerle sivil dayanışmadan bahsetmesinde herhangi bir ekstra güzellik yoktur; çünkü bu, dünyanın her yerinde var olan insani bir eylemdir.
Direnişin düşmanları hiçbir zaman Lübnan’da çoğunluğu temsil etmedi ve asla temsil etmeyecek. Ne var ki bugün ülkede bu insanlar büyük güç noktalarını işgal ediyorlar. Evet, bu insanlar işgalci siyonist İsrail’in son direnişi yok edinceye dek savaşa devam etmesini istediler, düşman mevzilerine füze düştüğünde öfkelerini gizlemediler, güney topraklarındaki her direniş eylemini küçümsediler, savaş sırasında ve sonrasında bir yenilgi atmosferi meydana getirmek için gece gündüz çalıştılar ve işgalci düşmanın verdiği yıkımın direniş için yenilgi anlamına geldiğini düşündüler. Doğrusu Lübnan iç savaşındaki liderlerinin günlüklerini inceleselerdi en azından biraz sessiz kalırlardı.
Kötülük, eğer insan suretinde zuhur ediyorsa yalnızca İsraillilerin veya Amerikalıların yüzlerinde değil, bu insanların yüzlerinde de görülebilir. Onlar bakımından kötülük; her türlü bayağılığı, pisliği ve zarar veren fiilleri içeren tam bir eylemdir. Yurttaşlarımız olan bu insanlar, yerinden edilen insanların yiyecek ve barınma sıkıntısı çekmemesine üzüldüler. Ayrıca, insanların evlerine dönmek için zamanla yarışa tutuşmalarından hüzün duydular. Onları en çok üzen şey ise Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın, çıkıp halkına yüce şehit Seyyid Hasan Nasrullah’ın yıkılan yerlerin imar edileceği ve halkın yaralarının sarılacağı sözüne bağlı bulunduklarını söylemesi oldu. Bugünün problemi ise bu ekibin öfkesini sadece sözlü olarak ifade etmeyip Amerikalı efendiye itimatnameler sunarak direnişi yenmek adına halkını kahr-u perişan edecek her şeyi yapmaya hazır olduğunu beyan etmesidir. Bugün, yerinden edilenlere cömert bir barınma imkânı sağlanmasına, hasarlı evlerin kısa sürede tamir edilebilecek şekilde hızla onarılmasına karşı bir kampanya başlatmak için gönüllü olarak çalışıyorlar. Direnişe destek veren insanların yaşadığı mahalle, köy, yol ve caddelerin yeniden inşasına net bir şekilde karşı çıkıyorlar.
Beyrut Havalimanı’nda yaşananlar öylesi bir mevzu değil. Yeniden inşa ihtiyaçlarını karşılamak için direnişe ulaşan fonların önünde fiili bir engel olup olmadığına bakılmaksızın sorun, bu eylemlerin ardındaki zihniyette yatıyor. Durum, Başbakan’dan İçişleri Bakanlığı’na ve Ordu Komutanlığına kadar bu işi gerçekleştirenlerle açık sözlü olmayı ve onlara bu işlerin, kabul edilebilir veya anlaşılması gereken işler olduğuna dair düşüncenin saflık olduğunu söylemeyi gerektiriyor. Çünkü konu, direniş ve onun fikri yapısıyla alakalı olarak ülke içi bölünmeyle bir kez daha bağlantılı biçimde “Amerika’nın gazabından kaçınmak”tan daha fazlasını bâtınında gizliyor.
Savaş sırasında Başbakan Necib Mikati, İsrail’in Beyrut Uluslararası Havalimanı’na saldırmama koşullarının, havalimanının direnişçiler tarafından silah ve savaşla ilgili diğer araçların taşınması için kullanılmasının engellenmesine dair özel önlemler gerektirdiğini söyledi. Buna göre havaalanı güvenlik servisinin bu konuyu güvence altına almak için uygun gördüğü her şeyi yapması yönünde kararlar alındı. Sonrasında Irak ve İran havayolları gibi Lübnanlı olmayan bazı havayollarının Beyrut Havalimanı’nda faaliyetlerine devam etmesi nedeniyle yolcuların hareketlerini etkileyen birçok olay yaşandı. Evet, Lübnan, Amerikalılara bu hava yolu hareketini durdurma sözü verdi. Amerikalıların, Lübnan’ın İran’dan herhangi bir yardım almamasını da şart koştuğu sonradan ortaya çıktı. Herkes, Başbakan Necib Mikati ile İranlı yetkili Ali Laricani arasında Tahran’ın Lübnan’a devlet üzerinden veya devlet aracılığıyla maddi olarak yardım etmek istediğini söylediğinde geçen diyaloğu hatırlıyor. Lübnan devletinin cevabı ise Lübnan’ın, İran’dan yardım kabul edemeyeceği ve buna izin veren bir çerçevenin bulunmadığı yönündeydi.
Öte yandan Beyrut Havalimanı, Arap başkentlerinden ve diğer başka ülkelerden gelen destek uçaklarını karşılıyordu. Bu arada bu ülkelerden gelen yardımların miktarının, nerede bulunduğunun, hangi depolarda toplandığının ve bu hareketliliğe eşlik eden büyük medya kampanyasına rağmen yardımların ilgililere ne kadar ulaştığının yetkili makamlara sorulması yararlı olabilir. Ne var ki İçişleri Bakanlığı ve Ordu Komutanlığı’nın, Lübnan’ın şartlara uyduğunu doğrulamak üzere Amerika’nın güvenlik ve diplomatik bir ekibine izin vermesi konusunda anlaştıkları ortaya çıkınca sorun her geçen gün daha da kötüleşti. Havaalanı, içindeki her şeyle birlikte, bizzat havaalanında çalışanların kartlarının doğrulanması da dahil Amerikalı güvenlik personeline açıldı. Denetleme mekanizmasını bu insanlar, kurdu ve daha sonra da sanki Lübnanlılar, Hamat Havaalanı’nda işlerin nasıl yürütüldüğünden, Kıbrıs’tan direkt ABD Büyükelçiliğinin bulunduğu Avkar’a gelen helikopterlerden ve işlemleri sonradan görevliler tarafından tamamlanmak üzere doğrudan uçağın merdivenlerine taşınan ziyaretçi konvoylarından haberdar değilmiş gibi bu uygulamaların havaalanına giren herkesi ve her şeyi kapsayan bir mekanizma olduğunu söylediler. Sonrasında da bir kişi çıkıp Amerikan ekibinin çantalarını X ray cihazından geçirdiğini iddia etti.
Savaş durdu, savaş sırasında alınan önlemlerin de durması gerekiyordu. Ama öyle olmadı. Bugün yaşananlar tek bir anlama geliyor; o da -savaş sırasında ve hâlâ, işgal ordusunun sözcülüğünü yürüten el-Arabiya kanalı üzerinden bildirilmeden önce- Lübnan’da meseleleri sorgulamadan veya incelemeden ele alan ve tabii ki Beyrut’taki yabancı bir elçiliğin güvenlik biriminin talebiyle gelenlere ise herhangi bir itirazda bulunmayan siyasi, askeri güçler ve diğer güvenlik güçleri; liderleri ve üst düzey yetkililerin var olması.
Rütbe, mevki ve rolleri ne olursa olsun, bu işin başında olanların anlaması gereken şey; cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, güvenlik birimi başkanlığı gibi önemli mevkilere ulaşma hırsının; Amerikan canavarını memnun etmekle, insanları korkutmakla, direnişçilerin ve onu destekleyen halkın onuruna saldırmaya çalışmakla elde edilemeyeceğidir. Böylesi eylemleri kim yaparsa yapsın ya sürekli provokasyonlarla direnişi tepkiye sürükleyebileceğine inanan bir aptaldır veya savaşı Siyonist düşmanın kazandığına ve direnişin yenilgiye uğratıldığına, artık duyulacak bir sesinin ya da kaldıracağı bir yumruğun kalmadığına inanan bir şaşkındır.
Olan bitenin, bazı Lübnanlıların, İsrail’in bize karşı açık savaşına Siyonist varlık tarafından dahil olmasından başka bir açıklaması yoktur. Her kim yeniden inşa hareketini engellemeyi kendine amaç edinmişse etrafına dikkatle bakmalı, başkalarının kaslarıyla gurur duymamalı ve bu ülkenin ne büyük bir orduya, ne zalim bir tirana, ne de yolsuzluk yapan bir ajana yenilmediğini hatırlamalıdır. Lübnan henüz tüm şehitlerine veda etmemiş bir vatandır. Yakında hem Lübnan halkı hem de yurt dışındaki düşmanlar için halkının ve durduğu yerin sınırlarını çizecek ve ajanların düşündüğünden daha fazlasını yapmaya hazır direnişçilerin gerçeğini yeniden ortaya koyacaktır. Zira herkes direnişi destekleyen halkın her zaman olması gereken yerde durduğunu bilmektedir. Kadir-i Mevla’dan, geride kalan başlara -vehimler yok etmeden önce- biraz hikmet vermesini temenni ediyoruz.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 08 Ocak 2025 23:17
Yorumlar (0)