Bir Devlet Mi Çöküyor Yoksa Bir Eksen Mi?
ÇEVİRİ ANALİZ, 12 Aralık 2024 13:42Ahmed Abdurrahman tarafından almayadeen.net adlı internet sitesinde kaleme alınan “BİR DEVLET Mİ ÇÖKÜYOR YOKSA BİR EKSEN Mİ DAĞILIYOR?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Suriye’de son günlerde yaşanan dramatik olayların yarısını; zamanlama, koşullar ve şartlar açısından bakıldığında sıradan veya mümkün ve tahmin edilebilir bir olay diye nitelemek kibir ve vakıayı süsleme çabası olarak görünebilir. Şu hâlde bu denli büyük bir hızla gerçekleşen sahaya ve siyasete dair dönüşüm ve değişimler, kelimenin tam anlamıyla depreme çok benzemektedir ve hiç kuşkusuz bölge genelinde, özellikle Direniş Ekseni’nde yer alan ülke ve gruplar üzerinde yıkıcı ve büyük etkileri olacaktır.
Belki ben bazılarına göre gereğinden fazla kötümser biriyim. Yine belki bazıları değişimin, geçmişte de geçerli olan, iyisiyle kötüsüyle herkesi etkileyen ilahi bir kanun olduğunu düşünüyordur. Bu görüş, belirli koşullar altında doğru da olabilir, bunu tartışmaya gerek yok; ancak gerçek şu ki, Suriye’de özellikle bu zamanda yaşananlar, daha karmaşık faktörlere tabidir, on iki yıldan fazla süren sürekli ve devam eden bir çalışmanın sonucudur. Zira bu süre zarfında; yozlaşmış, suçlu ve diktatör krallıklar, emirlikler ve ülkelerin, ödemesini üzerine aldığı yüzlerce milyar dolara ve Amerika, İsrail ve bunların yanında hâlâ geçmişte kalmış imparatorluk yanılsaması içinde yaşayan bazı bölge ülkelerinin gündemlerini uygulamak adına dünyanın dört bir yanından getirilen sapkın, aldatılmış, tekfirci ve ücretliye ek olarak Şer Ekseni’nin tüm güçleri tarafından desteklenen “hibrid” bir askeri güç kullanıldı.
Sözlerim yanlış anlaşılmasın diye, burada ne Suriye devletinin politikalarına meşru ve hukuki yollardan karşı çıkanları, ne de hükümet biçimi itibarıyla ya da ülkenin dış ittifakları ve uluslararası pozisyonlarıyla ilgili önceki rejimin tasavvuruna aykırı bir vizyona sahip olanları kastetmediğimi belirtmek istiyorum. Şu hâlde net bir biçimde ifade edecek olursak terörden, tekfirden ve düşmanlara hizmetten uzak her görüş ayrılığı bir projedir ve bu fikirde olan insanların bastırılması, hangi rejim tarafından yapıldığına veya bu rejimin ardında hangi başkanın bulunduğuna bakılmaksızın reddedilir ve kınanır. Yukarıda kastettiğim ise halkı açlıktan ve susuzluktan ölen birçok Arap ülkesinin aksine kendi kendine kâfi; zalim ve zorba Dünya Bankası’nın kapısında dilenmek yerine üretimi kendisine ve halkına yeten bir ülkeye doğudan batıdan iri gözlü hurileri, cennetin nimetlerini ve soğuk şarabını aramak üzere İsrail terörüyle tek başına yüzleşen Filistin’deki gerçek cihad topraklarına yönelmeden gelenlerdir. Bu insanlar Filistin’deki kardeşleri öldürülüp katledilirken bunu yapanlara veya bu cürmün ardındakilere tek bir söz söylemiyor; aksine Filistin’deki kardeşlerini boğazlayanlara sevgi ve güven mesajları gönderiyorlar. Tabii Filistinlileri din, kan ve soy bakımından kardeşleri olarak görüyorlarsa…
Her hâlükârda Suriye’de on yılı aşkın bir süre önce başlayan hareketin, ilk gününden beri Arap milletinin ve İslam ümmetinin çıkarına olmayacağını ve bir kısmını şu anda gözlemlediğimiz yankılarının sadece olanlar karşısında sevinip oynayan mücrim Siyonist varlığa hizmet edeceğini bilmemize rağmen, öncesinde uyardığımız Suriye’deki gelişmeler ve dönüşümlere dair tam bir kanaate sahip olmamız için biraz vakte ihtiyacımız var. İşte işgalci İsrail, Suriye topraklarında yeni alanları işgal ederek saldırganlığını sürdürüyor ve uçakları, Suriye askeri üslerini ve silah depolarını, tarihi boyunca ona tek kurşun sıkmayan ve sıkmayacak olan; aksine yaralılarının Safed ve diğer yerlerdeki İsrail hastanelerinde tedavi gördüğü silahlı grupların eline geçeceği bahanesiyle bombalıyor.
Al-Mayadeen Net sitesindeki sondan bir önceki yazımın sonuç kısmında şunları yazmıştım: “Direniş Ekseni’ndeki herkesin, devletlerin ve grupların zor ve acımasız olabilecek bir aşamaya hazırlanmaları, en kötü olasılıkları masaya koymaları, bu olasılıklarla yüzleşmeye ve karşı koymaya müsait tüm araç ve gereçleri yanlarına yerleştirmeleri gerekiyor. Zira nefret, şiddet ve çıkar arayışlarıyla dolu bu dünyada iyi insanlar da iyi niyetli insanlar da yok.”
Bu uyarı, Lübnan’a yönelik saldırının durdurulması ve hemen akabinde Suriye’ye karşı gerçekleşen saldırı ve Halep şehrinin kontrol altına alınmasının ardından savaş meydanlarının ve operasyonların gerçekçi bir şekilde okunmasının sonucuydu. Zira Suriye devletinin, özellikle Lübnan ve Filistin’deki çeşitli direniş cephelerini destekleme konusunda oynadığı rol, onu uzun süredir hedef listesinin başında tutuyordu. Aslında böyle bir şeye dair niyet göstergeleri gayet açıktı ve fazla analize ve araştırmaya da gerek yoktu. Özellikle son yıllarda ve aylarda İsrail basınını takip eden herkes bunun farkındaydı.
Mevcut yaygaralar, kafa karışıklığı ve kartları karıştırıp Direniş Ekseni ve grupları adına durumun iyi gitmediğini gösteren ve gücünü ve beklentilerini aşan bir fırtınaya bağlı olarak kamuoyunu etkilemek için orada burada uydurulan birçok yalan ve yanlış bilgi göz önüne alındığında Suriye şehirlerinin başkent Şam’a kadar hızla çöküşünün nedenleri halihazırda bilinmemekte. Direniş Ekseni ile alakalı böyle bir yargı var; çünkü Halep’e yapılan saldırıdan sonra yaşanan askeri hareketlere ve akabinde yaşanan gelişmelere son derece yavaş tepki verilmesi ve ardından özellikle İran Dışişleri Bakanı’nın yaptığı geç kalınmış siyasi turlarla çözüm arayışına girişmesi, bu eksenin, yaşananları genel olarak yanlış değerlendirmesinden ve daha da önemlisi büyük ve benzeri görülmemiş bir istihbarat eksikliğinden veya başarısızlığından mustarip olduğunu gösteriyor. Zira elektronik gözetleme ve insan istihbaratının yanı sıra, havadan ve karadan 24 saat izlenmesi gereken bir bölgede yüz binlerce savaşçının yer aldığı bu tür hareketlerin keşfedilmesi ve ön hatlarda püskürtülmesi ya da hücuma geçmeden başlangıç bölgesinde işinin bitirilmesi için plan yapılması gerekiyordu. Mevzu bahis sorun, birçok kişinin dilinde tekrarlanan büyük bir sorudur ve eksenin, taraftarlarının ve sevenlerinin güvenini kaybetmemek adına bu soruya tatmin edici ve kapsamlı bir yanıt vermesi gerekir.
Suriye’de yaşananlardan en çok etkilenecek taraf, Siyonist düşmana karşı koymak için Tahran’dan çıkarak Bağdat ve Şam üzerinden Beyrut’a kadar uzanan kara yoluna güvenen Lübnan direnişidir. Çünkü bu önemli gelişme, Lübnan’a yönelik saldırının arka planındaki yüksek düzeydeki gerilimin ve Siyonist düşmanın altmış günlük sürenin bitiminden sonra askeri saldırısına devam etmek için bu dönüşümden yararlanabileceği ihtimalinin ışığında gerçekleşti.
İkinci etkilenecek taraf ise, İsrail ve Amerika’nın emelleri karşısında Suriye’yi güvenilir bir müttefik olarak gören ve Şam’daki rejimin, Siyonist varlık etrafında bir ateş kordonu oluşturabilmek adına kendisine örtü, meşruiyet ve coğrafya sağladığını düşünen İran’dır. İranlılar için Suriye, bir yandan düşmanın İran topraklarına saldırma isteğini frenleyen stratejik bir silah, diğer yandan da bölgedeki direniş cephelerini ve onların gruplarını destekleme ve yardım etmede yararlı bir faktör olarak görülüyordu.
Üçüncü etkilenecek taraf ise mezhepsel yapı; merkezi otorite ve devletin zayıflığı nedeniyle Suriye’de yaşananlara benzer bir yıkıcı savaş ateşine girmeye aday olan ve Şer Ekseni’nin planlarının bir sonraki hedefi olabilecek Irak’tır. Belki de İran ve Suriye’ye coğrafi yakınlığı ve kendi içinde uyuyan birçok terör hücresinin varlığı nedeniyle savaş daha geniş ve daha etkili olacaktır.
Olumsuz etkilenecek dördüncü taraf ise Filistin ve özellikle de direnişidir; zira Suriye, Filistinliler için başka hiçbir Arap başkentinde olmayan güvenli bir sığınak mesabesindeydi ve Filistinlilere orada bir Suriye vatandaşı gibi, hatta belki daha iyi muamele yapılıyordu. Direniş konusuna gelince Suriye destek, tedarik, eğitim ve tedavi açısından ileri bir üs durumundaydı. Belki önümüzdeki günler ya da yıllar, Suriye’nin gerek Gazze Şeridi’nde gerek işgal altındaki Batı Şeria’da Filistin direnişine sunduğu imkanların bir kısmını ortaya çıkaracak ve geçtiğimiz iki yıl boyunca Suriye’nin, Filistin’deki silahlı faaliyetlerin şehir ve köylere dönmesinde çok önemli bir rol oynadığını, hiçbir Arap ülkesinin daha önce yapmadığı şekilde, özellikle Cenin, Tulkerim ve Nablus’ta askeri grupların ve direniş tugaylarının yeniden faaliyete geçmesine katkı sağladığını açığa çıkaracaktır.
Kendi topraklarında düşman operasyon odaları kurarak Suriye’deki rejimin yıkılmasına katkı sağlayan, farklı gündem, yönelim ve bağlılıklara sahip grupları desteklemek için milyarlarca dolar harcayan ve boğucu ve ölümcül bir Amerikan ve Batı kuşatmasına maruz kalan Suriye’ye yardım etmekten kaçınan, dolayısıyla Suriye’nin kurumlarının kırılganlığına ve özellikle ekonomik düzeyde yarı başarısız bir devlete dönüşmesine katkıda bulunan ülkeler de Suriye’de yaşananlardan olumsuz etkilenecek.
Bitirmeden önce şu soruyu sormama izin verin: Geçtiğimiz on yıllar boyunca bağlılık ve kontrol projeleriyle ulusun yetenekleri önünde duran bir devletin ve rejimin çöküşüyle mi; yoksa eşi ender bulunan bir direniş kulesi inşa etmek için çaba gösterip, kanını ve canını fedakârca sunup nihayetinde düşmanların komplolarını boşa çıkarabilmiş, onların planlarına ve hilelerine karşı nöbette olmuş bir direniş ekseninin dağılmasıyla mı karşı karşıyayız?
Doğrusunu isterseniz, yaşanan ve yaşanmakta olanların ne denli tehlikeli olduğunu hafife almadan ve bir tarafın ihmali ya da zayıflığı ihtimaline bakmaksızın, Direniş Ekseni’nin, dağılacağı ve çökeceği varsayımı, en önemli sahalardan birini kaybetmiş olsa da çok zayıf bir ihtimal olarak görünüyor. Evet direnişin, bölgenin geniş bir coğrafyasında yayılan uzuvlarına ve kollarına ayakta kalabilmeleri için ihtiyaç duyduğu kanı sağlayan damarını kaybettiğini söylersek abartmış olmayız. Ne var ki tüm bunlarla beraber Direniş Ekseni’nin yapısı, güçlü ve istikrarlı olduğundan, yalnızca bir veya iki temel bileşene bağlı olmadığından ve karşısında püskürebilecek en güçlü yanardağlara karşı koyabilecek insani ve askeri yeteneklere sahip olduğundan yaşananları sindirebilme ve maruz kaldığı şoku absorbe edip ciddiyeti yüksek olan tehdidi daha fazla başarı için fırsata dönüştürebilme gücüne sahiptir.
Temelleri sağlam bir zemin üzerine kurulan, yapısı büyüklerin ve kahramanların fedakarlıklarına dayanan ve yolu yiğit şehitlerin kanıyla sulanan Direniş Ekseni, özellikle bilge bir liderliğe ve vefalı askerlere sahip olduğu için çökmez ve dağılmaz. Dağları kaldırmak isteseler kaldırırlar, milyonlarca taraftar ve seveni ile harekete geçerlerse denklemleri değiştirip mucizeler meydana getirirler.
Direniş Ekseni, kanayan yaralarını saracak ve bedeli ne olursa olsun yoluna devam edecektir; çünkü -Allah korusun- çöküşünün, bölgedeki herkese İsrail’e ait zamana girme kapısını ardına kadar açacağının bilincindedir. Bu zaman, bölgeyi yutacak; aykırılar, katiller ve suçlular önünde itaatin gereği diz çöktürecektir. Böyle bile olsa bir süre sonra eksen yeniden yükselecek ve o vakit kötülük galip gelemeyecek, karanlık çökmeyecek ve ciğer yiyenler bir daha Hamza’nın düşmesine sevinemeyeceklerdir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 12 Aralık 2024 13:42
Yorumlar (0)