Yemen Saldırısından Sonra İsrail'in Direniş Cephesi Stratejisi Ne Olabilir?
ÇEVİRİ ANALİZ, 17 Eylul 2024 19:20Visam Ebu Şemale tarafından almayadeen.net adlı internet sitesinde kaleme alınan “YEMEN FÜZESİNDEN SONRA İSRAİL’İN DİRENİŞ CEPHELERİNE YÖNELİK EĞİLİMLERİ ÜZERİNE BİR OKUMA” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Pek çok İsrailli ve Batılı çevre, 7 Ekim’den, Gazze Şeridi’ndeki savaştan, Filistin içindeki ve dışındaki direniş cepheleriyle yaşanan çatışmalardan sonra İsrail’in vizyonunu ve stratejik hedeflerini kaybettiği hususunda hemfikir. İşgalci Siyonist varlık, sonu ve ufku olmayan bir savaş yürütüyor gibi görünüyor; bir yandan ekonomik ve siyasi konumunu yavaş yavaş kaybediyor, diğer yandan hedeflerine ulaşamıyor.
İsrail’in askeri baskı politikası ve özellikle de direnişin Temmuz ayında Biden/Netanyahu önerisini onaylamasının ardından Netanyahu’nun tekliften çekilerek bir sonuca ulaşmasına ramak kalmış müzakereleri baltalamasının akabinde esirleri kurtarmadaki başarısızlığı bağlamında Siyonist işgalci varlık, pazar sabahı Yemen’den gelen füze ve İsrail ile Batılı hava savunma sistemlerinin bu füzeyi engelleyememesi karşısında şaşkına döndü ve şimdi İran İslam Cumhuriyeti’nin İsmail Heniye suikastına vereceği tepkiyi beklerken, Gazze ve Lübnan cephelerinde askıda kalmış durumda. Yemen’den yapılan duyuruya göre hipersonik füze, Hudeyde limanının bombalanmasına ilk karşılık ve Filistinlilere ve onların cesur direnişine destek olarak gerçekleşti.
İsrail bir ikilemle karşı karşıya. Gazze’de ateşkes ve esir değişimi konusunda anlaşmaya varmak için yeni bir Amerikan formülünün kabulü bir yanda; diğer yanda ise savaşın taraflarından biri veya her ikisi tarafından reddedilme çekincesiyle teklif sunma konusunda Amerikan eğilimlerine Tel Aviv’in tereddüdünün yansıması ve bir ret durumunda da Amerika’nın en azından seçimlere kadar “arabuluculuktan” çekilmesi ihtimali ile oluşan görüntü. Gerçi ABD yönetimi muhtemelen müzakerelerden çekilme niyetinde değil ve halihazırdaki durgunluğun, görüşmelerin tam manasıyla çöküşüne evrilmesini istemiyor. Dolayısıyla Amerika, medya yoluyla olumlu bir hava estirip görüşmeleri devam ettirme suretiyle müzakerelerin eski ivmesine dönebileceğini ufukta tutarak sadece Gazze cephesi açısından değil, diğer cepheler bakımından da İsrail’in gerçek tavrını değerlendiriyor. Amerikan yönetimi, Tel Aviv’in bir stratejiden yoksun oluşunun ve bitmek bilmeyen askeri çatışmalara dalmasının, İsrail ile bölgedeki ve dünyadaki hayati öneme sahip Amerikan çıkarları için gerçek bir tehlike oluşturduğunun farkında.
Yemen’den gelen füze, İsrailli liderlerin muhtemelen farkına varmadığı, Amerikalıların korkularıyla ilgili gerçeği ortaya koyuyor. Bölge geniş ve yıkıcı bir bölgesel savaşın eşiğinde; ancak sorumluluk yalnızca “İsrail”e ait değil; asıl sorumluluk, İsrail’in modern insanlık tarihinde benzeri görülmemiş cani bir savaşla Gazze’deki Filistinlilere boyun eğdirebileceğine bahse tutuşan ve onu her türlü askeri güçle destekleyen Amerikan yönetimine ait. Bununla birlikte İsrail’in stratejisindeki belirsizlik ve liderleri ile halkı arasındaki keskin bölünme göz önüne alındığında Filistinlilerin efsanevi kararlılığı, tüm suç sınırlarını aşan İsrail savaş makinesinin durumu ve bölgesel bir savaşın çıkması halinde Amerikan çıkarlarının tehlikeye maruz kalacağı korkusu, ABD yönetimini Demokrat Parti adayı Kamala Harris kazanırsa “başarısız” müttefikine savaşı bırakma ve takas anlaşmasını gerçekleştirme emri vermeye; Cumhuriyetçi aday Donald Trump kazanırsa müttefiki Netanyahu’ya Beyaz Saray’a gireceği Ocak 2025’e kadar bir şans vermeye zorlayacak.
İsrail, tüm direniş cepheleriyle yüzleşmeye yönelik politikaları ve yaklaşımları sebebiyle daha fazla çarpılmış gibi görünüyor; çünkü ne Netanyahu’nun mutlak zafer dediği şeye ulaşabiliyor ne de askeri bakımdan mevzuyu sonlandırabiliyor. Gazze cephesinde Siyonist varlığın esirleri hâlâ, savaşın durdurulması ve mübadele anlaşmasıyla ilgi genel çizgisinden taviz vermeyen direnişin elinde. Bu da İsrail’in askeri ve siyasi düzeyde benimsediği askeri baskı politikasıyla direnişi boyunduruk altına alma konusundaki başarısızlığı anlamına geliyor. Askeri kadronun fikirlerini değiştirdiği bilinmekte; ancak Netanyahu’nun siyasi ve partizan hesapları ve kişisel çıkarları onu profesyonellerin özellikle de ordunun tavsiyelerini ve talimatlarını reddetmeye itiyor. Yine ABD seçimlerinden önce savaşın durdurulacağını duyurması halinde Harris’e seçim puanı kazandıracağını düşünmesi ve Trump’ın kazanması yönündeki arzusu da onu Gazze’de askeri baskı politikasını benimsemeye sevk ediyor.
İşgal altındaki Batı Şeria’da ise İsrail’in korkusu, geniş çaplı bir sosyal patlamanın yaşanmasından ve işgal altındaki Filistin topraklarına istişhad operasyonlarını geri getirecek üçüncü bir intifadanın patlak vermesinden kaynaklanıyor. Özellikle Kerame Sınır Kapısı operasyonu ve Ürdün genelindeki eylemler veya İsrail’in, sınırları kontrol etme yeteneğinin zayıflığı ve işgal altındaki Batı Şeria’daki savaşçılar için silah sokulması bağlamında Ürdün sınırındaki potansiyel tehlikeler düşünülünce Gazze’deki açık çatışma ve Lübnan cephesindeki yıpranma, İsrail güçlerini çeşitli zorluklarla başa çıkamayacak duruma getiriyor.
Netanyahu’nun Lübnan cephesindeki askeri operasyonların genişletilmesine ilişkin son açıklamaları ise illaki İsrail’in stratejik tavrının netliğini yansıtmak zorunda değil; aksine mevzubahis açıklamalar, Netanyahu’nun savaşı uzatmanın yollarını arama arzusunu gösteriyor olabilir. Netanyahu’nun politikası, Gazze’deki savaşı sona erdirmek ve Lübnan cephesi ve diğer cephelerdeki çatışmaları ve gerilimi azaltmak isteyen güvenlik yapısının yaklaşımıyla çelişiyor. Onlar, Gazze ve Lübnan’daki çatışmalarla aşındırılan “ordunun” hazırlık düzeyi yükseltilinceye kadar kuzeyde yerinden edilen yerleşimcileri geri getirecek bir çözüme ulaşmak ve ardından da İsrail’in stratejisini siyasi hesaplardan uzak yeniden çizmek istiyorlar.
İşgalci Siyonist İsrail’in, İran İslam Cumhuriyeti’ne yönelik politikası ise tutarlı olmaktan çok uzak. Nisan ayındaki saldırıdan sonra İsrail, İran’ın doğrudan gerçekleştireceği hücumlar karşısında savunmasız hale geldiğinin ve İran’ın, İsmail Heniye suikastına yanıtının geleceğinin farkında. Ancak İsrail, yaklaşmakta olan tepkinin boyutunu ve niteliğini bilmiyor. Tel Aviv, İran’ın -özellikle de Roosevelt uçak gemisinin yakın zamanda bölgeden ayrılmasının ardından- bölgeye demirlemiş bulunan diğer Amerikan kuvvetlerinin ve uçak gemilerinin bir kısmının daha gitmesini beklediğinden endişe ediyor. Amerikan kuvvetlerinin büyüklüğü ve sahip olduğu nitelikle devamlı olarak bölgede kalmasının zor olacağını herkes gibi İranlı liderler de biliyor. Aslında İsrail için stratejik ikilem hâlâ İran’ın nükleer silahlara sahip olma gücü ile alakalı ve artık nükleer silaha İran’ın her zamankinden daha fazla sahip olabileceğine inanıyor. Ayrıca İsrail, Rusya ile İran arasında özellikle de askeri alanda gerçekleşen benzeri görülmemiş yakınlaşma ve iş birliğinden korkuyor.
İsrail, 7 Ekim’den sonra dengesini kaybetmesine neden olan sarsıcı şok nedeniyle stratejisiz ve planız çeşitli cephelerle karşı karşıya. Evet, Amerika ve Batı’nın geniş desteğine ve Filistin’in iradesini kırmak ve Filistin içindeki ve dışındaki direniş cepheleri arasındaki bağlantıyı koparmak umuduyla İsrail tarafından işlenen suçları dünyanın görmezden gelmesine rağmen yaklaşık bir yıldır devam eden Gazze’ye yönelik imha savaşında İsrail dengesini sağlamayı başaramadı. Devam eden çatışmaya yönelik bir İsrail stratejisinin olmayışı; İsrail’in müttefiklerini bölgedeki çatışmanın geleceği konusunda, bölgenin sonu meçhul geniş çaplı bir bölgesel savaşa sürüklenmesi hususunda ve bilhassa stratejik müttefikleri İsrail hakkında daha fazla korkuya sevk ediyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 17 Eylul 2024 19:20
Yorumlar (0)