İsrail'in Çözemediği Sorun: Lübnan
ÇEVİRİ ANALİZ, 16 Eylul 2024 19:17İbrahim el-Emin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “İSRAİL’İN LÜBNAN SORUNU” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
Bütün savaş tehditlerini korkutma olarak değerlendirmemiz mümkün değil. Evet, Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın yaptığı tehditler, işgalci İsrail’in liderlerini bir çeşit düşünmeye sevk eden siyasi mesajlar taşımakta.
Tehdit ve arzu bir şey; güç ve imkansa başka bir şeydir. Neredeyse bir yıldır Lübnan cephesinde yıpratma savaşına maruz kalan Siyonist düşmanın durumu da tam da böyle bir mevzu. Sorunu çözmek için hangi ilaca başvuracağını bilmiyor; hayret halinde. İşgal ordusunun “Kuzey Komutanlığı” bölgesinde ne yaptığına ilişkin çok sayıda askeri ve güvenlik raporu mevcut ve bunlar, harekete hazırlığın göstergesi olarak okunabilecek bilgiler içeriyor. Ayrıca çatışmanın doğasının, düşmanı benzeri görülmemiş bir sistemle hareket etmeye zorlamasının ardından Siyonist ordunun Lübnan yönünde konuşlandırılma şekli de olağandan farklı bir hal aldı ve bu durum, ordu komutanlarını kuzeyde yerine getirilecek büyük bir görev için hızlı bir intikale hazır bulunmanın gerekliliği konusunda kuvvetlerini uyarmaya sevk etti.
En önemli soru ise hâlâ İsrail’in Lübnan’a karşı başlatacağı herhangi bir geniş çaplı savaşta ulaşmak istediği hedefle ilgili. Gerçi bölgemizde Lübnan İslami Direnişi’nin yaptıklarını basite indirgemekle meşgul şaşkınlar olsa da işgalci İsrail’in kendisi, Amerika ve İngiltere ismi Lübnan cephesi olan bir sorun olduğunu ikrar ediyor. Doğrusu 7 Ekim’den beri bu cephede askeri, güvenlik, demografik ve ekonomik koşulları etkileyen değişikliklerin boyutunu görmeyen kişi en iyi ihtimalle cahil veya saftır.
7 Ekim’den sonra yaşananların, uzun bir savaşı omuzlama veya daha yüksek miktarda insani ve maddi kayıplara dayanma yeteneği de dahil olmak üzere düşmanın davranışlarının doğasına ilişkin birçok algıyı yerle bir ettiği doğrudur. Bununla birazcık bir dikkat, portrenin Siyonist düşmanın pazarladığı şekilde olmadığını görmek için yeterli. Filistin’de yaşananlar, Aksa Tufanı karşısında bir hesaplaşma değil; işgal ve yerleşimin gündemde olduğu 1990’lar öncesine dönmek isteyen Siyonist aklın tercümesidir. İşgal güçlerinin Gazze ve Batı Şeria’da yaptığı tam da budur.
Modern tarihin en korkunç suçlarını işleyen İsrail, savaşını yürütürken maliyetleri de dikkatle hesaplıyor. Filistin’deki direniş ister asker ister yerleşimci olsun, düşman saflarında büyük insan kayıplarına yol açacak ateş gücüne sahip olsaydı, işgal ordusu kesinlikle Gazze’de şimdi davrandığı gibi davranamazdı. Dolayısıyla Siyonist düşmanın böylesi bir çılgınlık sergilemesine imkân tanıyan şeyin, sadece sahip olduğu bölgesel veya uluslararası destek olmadığı; aynı zamanda İsrail’in, her şeyden önce Filistin’deki savaşın davranış tarzını değiştirmeye zorlayacak kadar insani ve maddi kayıp yaşatamayacağını düşünmesinden kaynaklandığı görülmelidir. Düşmanın Batı Şeria’da vahşi operasyonlar gerçekleştirme telaşı bile aslında direnişin, Batı Şeria’da ve Siyonist varlık içinde gerilla operasyonları gerçekleştirebileceğinden ve bu operasyonların beklenmedik miktarda kayıpla sonuçlanacağından korkmasından kaynaklanıyor. Ayrıca savaşın süresi, dayanıklılık kapasitesi ve davranış tarzına ilişkin tahminler her cepheye genelleştirilemiyor. Gazze ve Batı Şeria’da en üst düzeyde çılgınlık sergileyen ve güçlü dostları vasıtasıyla sorumluluktan kaçmayı başaran işgalci düşman, kuzey cephesinde ciddi kurallara bağlı kalıyor. 11 aydır Lübnan’da işlediği suçlar ne kadar korkunç ve vahşi olursa olsun, Gazze’de her gün gerçekleştirdiği katliamların hiçbirine denk değil. Bu “disiplinin” siyasi hesaplarla ya da ordusunun ateş gücüyle hiçbir alakası yok; mevzu daha ziyade Lübnan’daki direnişin, topraklarının iç kesimlerine büyük zarar verebileceğinin farkında olmasıyla ilgili.
Siyonist işgalci düşman zamanın geçmesiyle daralmaya başladı. Artık Lübnan cephesini, bir meşgul etme veya destek cephesi olarak değil; hattın, olayların akışının Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın belirlediği kurallara göre gerçekleştiği başlı başına bir cephe haline gelmesinin ardından bir zarar cephesi olarak ele alıyor. Düşman kâr-zarar tablolarını incelediğinde Lübnan’daki direnişin ve onu destekleyen halkın başına gelen kayıpların büyük olduğunu, ancak direnişin bunlara dayanabileceğini ve büyük ölçekli bir savaş meydana gelmesi durumunda zararın boyutunun günlük değerlendirileceğini görüyor. Buna mukabil kayıplarına dikkat kestiğinde, esas olarak on binlerce yerleşimcinin yaşadığı Gazze Şeridi büyüklüğünde bir sivil şeridi tahliye etmeye zorlandığı (evet, zorlandığı) ve alanı Gazze Şeridi’nden daha büyük ikinci bir şeritte de on binlerce kişinin tahliye ve geri dönüş operasyonlarını tekrar tekrar yönetmek zorunda kaldığını gözlemliyor. Askerlerinin, yerleşimlerde hırsızlar gibi yaşamasının ve kendilerine asker kılığında gelen hırsızlarla mücadele etmek durumunda kalmalarının yanı sıra yayılım ve konuşlanma mekanizmalarından, eğitim ve toplanma merkezlerinden, yoğunlaşma ve izleme noktalarından, askeri ve casusluk teknik çalışma merkezlerinden, merkezi komuta mevkilerinden ve merkezi komutanlıklardan; her yerleşimde hazır ettiği acil durum ekiplerine kadar ordusunun daha önce hayal edilemeyecek değişiklikler yapmaya zorlanmasıyla ilgili çok ciddi bir meseleye ek olarak mevzunun, bölge sakinlerinin bir süreliğine misafirhanelere taşınması değil, çok sayıda yerleşimcinin yaşam anlayışında bir devrim olduğunun; Siyonistlerin 200 milyar dolardan fazla yatırım yaptığı ekonomik döngünün bozulması ve milli hasıla için kaldıraç görevi üstlenen sektörlerde üretimin durması manasına geldiğinin farkında.
Düşman için daha acısı bu savaşın, dar kapsamına rağmen, İsrail’in “dünya Yahudileri için güvenli bir sığınak” olarak kurulduğu fikrinin en parıltılı kısmını vurması. İsrail’in devlet, ordu ve kurumlarıyla yerleşimlere koruma sağlamaması, şu temel soruyu gündeme getiriyor: Lübnan’ı ne yapacağız, orayla ne işimiz var?
Yukarıdakiler bizi İsrail'in Lübnan’a karşı başlatacağı herhangi bir savaştaki hedefiyle ilgili ilk soruya geri götürüyor. Vakıa, Siyonist düşmanın önünde sadece iki seçeneğin olduğunu söylüyor: Ya Lübnan’daki direnişi geri çekilmeye, teslim olmaya zorlayacak ve “güvenli sığınak” anlayışını yeniden tesis edecek koşulları dayatacak ya da yenilgiyi kabul edip canını sıkan düşmanıyla yan yana yaşamak için bir formül arayacak. Ancak işgalci varlığın Filistin’de yaptıkları; siyasi, askeri liderliklerini kontrol eden hurafe temelli eğilimleri göz önüne alındığında savaş seçeneği ön planda. Ne var ki bu seçeneğin karşısında büyük ve can yakıcı sorular var: Nasıl bir savaş? Hangi silahla? Hangi taktiğe göre? Kimin desteğiyle? Neye mukabil?
Amerikalılar, işgalci İsrail’i arzuladığı savaşa girmek için doğru zaman olmadığına ikna etmeye çalışıyor. Washington, Siyonist düşmanın amacına kani ve ona bu hedefe ulaşmak için ihtiyaç duyduğu meşruiyeti, korumayı ve desteği sağlıyor; ancak İsrail’in şu anda bu hedefe ulaşabileceğine de inanmıyor. Dolayısıyla ABD, Gazze’deki savaşı durdurmanın kuzeydeki yıpratma savaşının da sona ermesiyle sonuçlanacağı ve sonrasında herkesin büyük savaş için hazırlık yapacağı fikrine dayalı “geçici bir çözüme” -en azından teoride- daha yakın görünüyor. Peki İsrail böylesi bir yaklaşımı kabul eder mi?
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 16 Eylul 2024 19:17
Yorumlar (0)