Şankıti: İran'ın İsrail Saldırısı Tarihi Bir Olaydır
ÇEVİRİ ANALİZ, 16 Nisan 2024 19:43Dr. Muhammed Muhtar Şankıti (Katar Üniversitesi Uluslararası ilişkiler Bölümü) tarafından aljazeera.net adlı internet sitesinde kaleme alınan “İRAN İLE İSRAİL ARASINDAKİ ATEŞLİ MESAJLAR” başlıklı yazıyı Abdurrahim Ay, siz kıymetli okuyucularımız için çevirdi.
İsrail'in Şam'daki konsolosluğunda üst düzey yetkililerini öldürmesine İran'ın çeşitli nedenlerle karşılık vermesi bekleniyordu; bunlardan en önemlisi, İsrail'in İran'ın diplomatik bir kurumunu hedef alarak aştığı iki taraf arasındaki kırmızı çizgilerin caydırıcılığının tesis edilmesiydi.
İran’ın İsrail’e doğrudan saldırması, İran ile Amerikan destekli İsrail arasındaki çatışma ilkelerinde görülmemiş bir durumdu. İki taraf arasında adı konulmamış angajman kuralları aşıldı. İran’ın tepkisi caydırıcılık dengesini kontrol etme fikriyle tutarlıydı ancak İran daha önce geçmediği önemli bir kırmızı çizgiyi geçti; yani İran kendi topraklarından fırlatılan bir silahla İsrail’i vurarak kırmızı çizgiyi aştı. Böylelikle iki taraf arasındaki çatışma bir başka evreye evrilmiş oldu.
Daha önce İran İsrail’le çatışmasını yönetmek ve İsrail’e yöneltmek istediği her türlü saldırı için Lübnan, Suriye, Irak ya da Yemen’i bir platform ve fırlatma rampası olarak kullanıyordu. Dün akşam tanık olduğumuz olayda yeni ve eşi benzeri görülmemiş olan şey, İran’ın İsrail’i Lübnan, Suriye, Irak ya da Yemen’den değil, bizzat kendi topraklarından hedef almasıydı.
Ve bu, İsrail’in bir başka kırmızı çizgiyi çiğnemesine karşılık İran’ın da İsrail ile arasına çizdiği en önemli kırmızı çizgilerden birini çiğnemesi, iki taraf arasındaki stratejik çatışmanın dolaylı örtülü savaş kapsamından çıkıp doğrudan açık savaşa dönüşmeye başladığına işaret ediyor.
İran, Netanyahu’nun İsrail içindeki zayıf konumundan, Amerikalılarla ilişkilerindeki sorunlardan ve Gazze savaşındaki yorgunluğundan faydalanmak için bu benzeri görülmemiş doğrudan müdahaleye cesaret etmiş olabilir. Dahası, Filistin direnişinin en önemli askeri müttefiki olarak güvenilirliğini ve statüsünü tesis etmek için Gazze savaşı sırasında İsrail’i doğrudan vurmak İran’ın siyasi çıkarına olacaktır doğal olarak.
Eğer İsrail İran’ın saldırısına İran topraklarını vurarak karşılık verirse, iki taraf arasındaki olağan caydırıcılık oyunu bozulacak ve gelecekte çatışmanın tavanını kontrol etmek, özellikle de çatışmanın seyrini ve boyutunu kontrol etmek isteyen Amerikalılar için zorlaşacaktır.
İran’ın İsrail’e saldırısının sonuçları, Gazze Savaşı ve genel olarak Filistin’in durumu üzerindeki etkisi ve ardından Arap bağlamı, özellikle de doğu Kızıldeniz ve doğu Akdeniz ülkeleri üzerindeki etkisi de dahil olmak üzere çeşitli açılardan özetlenebilir.
Son olarak, İran’ın İsrail’e yönelik bu saldırısının uzun süreli, çok amaçlı, çok yönlü bir savaşın başlangıcı mı yoksa iki tarafı geleneksel angajman kurallarına dönmeye mi zorlayacağına bakalım.
Gazze’deki savaş açısından bakıldığında, ne kadar sembolik olursa olsun İran’ın İsrail’e yönelik herhangi bir saldırısının Gazze halkı için faydalı olduğu ve İsrail’in kendilerine karşı yürüttüğü barbarca savaşın yükünü hafiflettiği söylenebilir. Bu arada Gazze halkının ilk günden bu yana İran-İsrail çatışmasından yararlandığını hatırlatalım. Şam’daki İran konsolosluğunun hedef alınmasının hemen ardından İsrail, İran’ın bu iki cephe üzerindeki stratejik kontrolünü göz önüne alarak Lübnan ve Suriye ile kuzey sınırlarında herhangi bir çatışma için önleyici bir hazırlık için kuvvetlerini Gazze’den çekmeye başladı.
Gazze Cephesi bu çatışmadan başka pek çok fayda da sağlayabilir:
İsrail iki cephede yani güneyde Gazze ve kuzeyde Lübnan ve Golan Tepeleri’nde savaşmaktan kaçınmak için Gazze’deki savaşı durdurmak zorunda kaldı.
Özellikle de Gazze savaşındaki utanç verici suç ortaklığı nedeniyle bölgedeki itibarı dibe vurmuş Amerika, kontrolsüz bir bölgesel patlamayı önlemek için savaşın sona ermesi için baskı yapmak zorunda kaldı.
İsrail’i iyice yıpratıp ondan intikam almak amacıyla İran’ın Filistin direnişine verdiği askeri ve teknik desteğin niceliğini ve niteliğini arttırması da Filistin direnişi açısından bir kazanımdır. Bu, direnişin silahlanmasında ve performansında niteliksel bir evrime yol açacaktır.
Genel olarak Filistin meselesi perspektifinden bakıldığında şu söylenebilir; Filistin’de İsrailli yerleşimci sömürgeciliğine karşı korku ve panik silahından daha güçlü bir silah yoktur ve İsrail toplumunda panik yaymak dün akşam İran’ın İsrail’e saldırmasının en önemli sonucudur.
Bu saldırının Filistin davası açısından değerini küçümseyenler ya savaşların psikolojik yönünü ya da dünyanın dört bir yanından gelen ve çoğu çifte vatandaşlığa sahip insanlardan oluşan Siyonist toplumun kırılganlığını anlamıyorlardır. Herhangi bir güvensizlik ve emniyetsizlik duygusu bu yapay toplumun büyük bir bölümünü kaçmaya itebilir, böylece Siyonist proje aşınır ve çöküşü başlar.
İki gün önce İsrail gazetesi The Jerusalem Post, İsrail’in İran konsolosluğuna saldırmasından bu yana İsrail toplumunda bir histeri ve panik halinin hakim olduğunu belirtti. Gazete, İsraillilerin panik ve korku içinde bankamatiklerden para çektiğini, su stokladığını ve piyasada bulunan tüm jeneratörleri satın aldığını bildirdi.
Yıllar önce Tel Aviv Üniversitesi İran Araştırmaları Merkezi tarafından yapılan ve sonuçları İsrail gazetesi Haaretz’de yayınlanan bir ankete göre İsraillilerin yaklaşık dörtte biri, İran’ın nükleer silaha sahip olduğunu açıklaması halinde İsrail’den kalıcı olarak göç etmeyi düşünmektedir.
Arapların stratejik durumuna gelince, Kızıldeniz ve Akdeniz’in doğusundaki tüm Arap ülkelerinin, isteseler de istemeseler de İran ve İsrail arasındaki çapraz ateşe yakalandıkları söylenebilir. İçinde bulundukları koşullar sebebiyle savaştan kaçınmaları kaçınılmazdır. Onların durumu dört küme şeklinde özetlenebilir:
İran ile müttefik olan ve Filistin davasını destekleyen askeri ve siyasi güçlere sahip Arap ülkeleri, İran ve Gazze’ye destek olmak için İran tarafına entegre olacaklar.
İkinci taraf ise İsrail’e bağımlı olan ülkelerdir ki bu ülkeler aynı zamanda İran ve müttefiklerinin misilleme ihtimalinden uzak değiller ve yakın zamanda bu ülkelerden birine yönelik bir İran tehdidi duyduk.
Diğer bir grup da ABD askeri üslerinin bulunduğu ülkelerdir. Bunlar, topraklarının hiçbir çıkarlarının olmadığı bu savaşın arenalarından birine dönüşeceğinden korkuyorlar.
Son grup da İsrail'e sınırı olan ülkelerdir. Bu gruptaki ülkeler jeopolitik olarak kapana kısılmış durumdalar ve pozisyonları ne olursa olsun bu tırmanışın etkilerinden kaçamazlar.
Bu Arap ülkelerinden bazıları sıraladığımız bu dört husustan birden fazlasını üzerinde taşımaktadır.
Tüm bunlar, Akdeniz’in ve Kızıldeniz’in doğusunda yer alan ve İran ile İsrail arasında çapraz ateş altında kalan Arap ülkelerinin kritik stratejik durumuna işaret ediyor. Aralarındaki gerginlik daha da tırmanırsa, bu ülkeler sonu belirsiz bir savaşın sahnesi haline gelecektir.
Bu ülkeler arasında durumu en zor olan ülkeler hem İsrail ile siyasi anlamda uyum içinde hem de coğrafi mesafe bakımından İran’a yakın olan ülkelerdir. İşte bu iki hususiyeti kendisinde barındıran ülkeler durumu en kritik ülkelerdir. İran’ın gücü önünde tamamen açık hale gelen bu ülkeler ahlaki tutumlarının sefaletini stratejik pozisyonlarının zayıflığıyla birleştirmişlerdir.
Son olarak, geriye en kritik sorusu kalıyor: İran’ın dün akşam İsrail’e yaptığı doğrudan saldırı, uzun süreli, çok hedefli, çok taraflı bir savaşın başlangıcı mı? Bu soruya cevaben diyebiliriz ki: İran ne gelişi güzel ve pervasız bir şekilde hareket eden ne de intiharvari düşünen bir ülkedir; aksine İran stratejik sabırla karakterize edilir. İran’ı tanıyanlar bilir ki, İran nükleer programını tamamlayıp caydırıcı bir dokunulmazlık elde etmeden İsrail’le – ve onun arkasında Amerika ve tüm Batı ile – topyekün bir savaşa girmek istemez.
İsrail’in aştığı kırmızı çizgiye karşılık vererek İran önemli bir eşiği geçtiğini tescil etti. Bizim – ve dünyanın geri kalanının – izlediği inanılmaz görüntüler yalnızca İran’ın doğrudan saldırısıydı. Bir de İran'ın dolaylı tepkisinin, yani İran toprakları dışından Lübnan, Irak ve Yemen'deki müttefiklerinin eliyle İsrail'i hedef alması var. Müttefik güçleriyle dolaylı olarak yaptığı saldırıların boyutları henüz belli değil. İran'ın dolaylı tepkisi doğrudan tepkisinden daha acı verici olabilir. İran, ister Lübnan ya da Filistin cephesinde, isterse de yakın zamanda Yemen cephesinde olsun, İsrail ile dolaylı savaşlarda her zaman hünerini göstermiştir.
İran’ın dün İsrail’e yönelik saldırısı, İran’ın henüz İsrail ile isteğe bağlı doğrudan bir savaşa hazır olmadığını ve İsrail ve müttefiki ABD tarafından dayatılmadığı sürece -yakın vadede- bu tür bir doğrudan savaşa girmeyeceğini göstermektedir. İran’ın dün İsrail’e yönelik saldırısı daha çok sembolik bir mesajdı ve askeri etkisi sınırlıydı. Askeri sınırlılığına rağmen bu, saldırının uzun vadedeki stratejik değerinin küçümseneceği anlamına gelmez. Saldırının İsrail toplumu, Siyonist devlet ve Siyonist toplumun psikolojik bağışıklığı üzerinde derin bir psikolojik etkisi olacağından, askeri sınırlamalarına rağmen uzun vadede saldırının stratejik değeri büyük bir önem taşıyacaktır.
Filistin direnişinin 7 Ekim’de İsrail’in savunma hatlarına eşi benzeri görülmemiş bir şekilde girerek gerçekleştirdiği kahramanca saldırının yarattığı şokun ardından, İran’ın bu saldırıdan altı ay sonra İsrail’in savunma sınırlarına açıkça girmesi, kendisine sahte bir yenilmezlik imajı çizen bu Siyonist rejimin kırılganlığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla 7 Ekim 2023 ve 13 Nisan 2024'ün, İsrail'in kayıplarının büyüklüğü nedeniyle değil, Siyonistlerin özgüvenini sarstığı, siyasi projelerinin dokunulmazlığını parçaladığı, dağınık ufuklardan halkına kendilerini güvensiz ve tedirgin hissettirdiği, Filistin toprakları üzerindeki bu gayri meşru devletin geleceğine dair irade ve güvenlerini zayıflattığı için Siyonist devletin caydırıcılığının önemli bir kısmını kaybettiği iki gün olarak tarihe geçeceği söylenebilir. Günün sonunda, savaş bir iradeler çatışmasından ibaret değil mi?
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 16 Nisan 2024 19:43
Yorumlar (0)