ABD ve Körfez Ülkelerinde Cemaat-i İslami Paniği
ÇEVİRİ ANALİZ, 25 Mart 2024 19:53Lina Fahruddin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “CEMAAT-İ İSLAMİ’NİN BEYRUT’TA DİRENİŞE YÖNELMESİ AMERİKA VE KÖRFEZ ÜLKELERİNDE PANİĞİ NEDEN OLDU” başlıklı yazıyı Muhammed Yaşar, siz kıymetli okuyucularımız için çevirdi.
“Fecr Kuvvetleri”nin siyonist düşmana karşı askerî olarak rolünü yeniden kazanmasından ve Cemaat-i İslami’nin, Gazze’de devam eden savaştan bağımsız bir şekilde Filistin’i merkezi bir mesele ve stratejik bir pusula olarak yeniden ele almasından beri Arap ve Batılıların, Siyasal İslam’ın Sünni mahalledeki yükselişinin boyutu ve daha büyük siyasi roller üstlenmeye hazırlık yapma adına halkın ruh haline hitap etme yeteneği hakkında soruları arttı. Dolayısıyla Arap ve yabancı büyükelçiliklere halkın, “Hamas” hareketine ve otomatik olarak onun “Lübnanlı kardeşine” duyduğu sempatiyle ilgili yanıtların varması, “Lübnan’daki İhvan’a” karşı bir kampanya başlatma ve Sünni sokakları Hizbullah’a bağlı olma ithamıyla tutuşturma kararını hızlandırdı.
Cemaat-i İslami, hiçbir zaman “Sünni mahallede” diğer siyasi güçlere tehdit oluşturmadı. Cemaat, her zaman bazı şehir ve köylerin kenar mahallelerinde sınırlı, bir çeşit aşırı İslam doktrini üzerinde yükselen bir ortamdan beslenen ve daha açık ve laik siyasi akımlarla halkın teveccühüne mazhar olma mücadelesinde ses getiren bir zafer kazanamayan durum olarak görüldü. Lübnan’da dini köktencilik, ideolojik olmayan Sünni güçler için güvenli bir alan olarak kaldı ve özellikle 2010 ve 2020 arasındaki süreçte sayılı birkaç ay süren müthiş esintinin, “Müslüman Kardeşler”in uğradığı bir dizi yenilginin Mısır Devlet Başkanı Muhammed Mursi rejimini deviren “son darbe” ile hızla sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın müttefikleriyle ilişkilerinde Muaviye’nin saçı (kopmayacak kadar germe/ama asla bırakmama) politikasını koruyarak Lübnan’a dair ayrıntılara girmemeyi tercih etmesiyle beraber yerinde saydı. Bölgesel desteğin olmayışı ve iç gelirlerdeki düşüş, cemaatin ekonomik durumunun bozulmasına yol açtı ve cemaati maliyetleri düşürmeye, bir kısım kurumların bütçelerini azaltmaya ve bazı bölgelerde kendisi adına yayın yapan “el-Fecr” Radyosu’nu kapatmaya itti.
Askeri düzeydeki gözlemciler, Fecr Kuvvetleri’nin askeri görevlerini yerine getirmekteki ısrarını, özellikle de az sayıdaki üyesinin, mali kriz ve güvenlik incelemesi nedeniyle kayda değer bir askeri güce sahip olmadan genellikle gizli olarak çalışması nedeniyle üzerinde durulmaya değer bir şey olarak değerlendirmedi ve Fecr Kuvvetleri neredeyse hafızadan silindi.
Müttefikleri ve muhalifleri arasında cemaatin öneminin küçümsenmesi adettendi. Zira cemaate bu grupta, başta Gelecek Hareketi liderliği olmak üzere diğer siyasi güçlerden “destek” gelmeden parlamentoya ulaşamayan tek bir temsilci kadar bir çapı var diye bakıyorlardı. Dolayısıyla siyasi karar Gelecek Hareketi ile insicam içinde kaldı ve nihayetinde Beyrut’ta cemaat “ortanın” arka bahçesi olarak tasavvur edilmeye başlandı. Hasan el-Benna’nın evlatlarına ait teşkilatın genişçe bir tavır sergilemesinin ve bir evde her biri kendi zevkine göre şarkı söyleyen gruplara dönüşmesinin nedenlerinden biri de mezkûr yakınlaşmaydı.
Cemaat Kendi Rolünü Yeniden Kazanıyor
Bugün her şey değişti. Fecr Kuvvetleri’nin yıldızı yakın zamanda Siyonist düşmana karşı direniş çalışmalarında parladı. Özellikle de merkez bölgelerindeki halk desteği ve canlılık noktasında alışılmadık bir kazanım sağlayan Filistin davasında liderlik rolünü yeniden elde etmesinin ardından Cemaat-i İslami’nin atılımı büyümeye başladı. Gazze’yi askerî açıdan destekleyen tek Sünni Arap grubu olması, Filistin’i kendi çevreleri tarafından terk edilmiş olarak gören birçok Lübnanlı genç için burayı bir mıknatıs mesabesine getirdi. Grup içinde örgütlenmemiş köylerdeki göstericilerin yeşil bayrakları taşıması ve grubun ağırlığının olmadığı bölgelerde Genel Sekreter Şeyh Muhammed Takuş’un sesinin hoparlörlerden duyulması benzeri görülmemiş bir durum. Yetkililer, Hizbullah’ın ülke içindeki ve Suriye’deki performansına itiraz eden çok sayıda gencin olduğunu ve bu gençlerin düşmana direnmek için “tamamen Sünni bir seçenek” sunmasının ardından saflarına katılmak için cemaatin kapılarını çaldığını söylüyor. Bu yetkililer, her ne kadar şu anda cihada kapı açmanın hassas bir mevzu olduğunu, özellikle de güneydeki durumun genel bir seferberliği gerektirmediğini, bunun yerine küçük gruplar halinde çalışmanın daha doğru olduğunu vurgulasalar da özellikle de Takuş’un genel sekreterlik görevine adaylığı sırasında üzerinde durduğu en önemli konulardan biri olması hasebiyle, cemaatin direnişi kendi içinde yeniden canlandırmasının öneminin farkındalar. Dolayısıyla stratejik bir karar olarak bu konunun iç ve bölgesel olaylarla ilgisi yok. Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Ömer Haymur, Mescid-i Aksa’nın stratejik davaları olduğunun altını çizerek bu uğurda tüm imkanları nasıl kullanacaklarını araştıracaklarını söyledi. Fecr Kuvvetleri’nin savaşın bitiminden sonra direniş rolünü sürdürüp sürdürmeyeceğine ilişkin olarak ise şunları ifade etti: “Lübnan’ı, gözü üzerimizde olan düşmandan korumak için bir savunma stratejisi talep eden ilk biziz ve orduya inanıyoruz; ama ülke düşmanın önünde açıkta kalmışsa silahlarımızı kime vereceğiz?”
Yerel ve Harici Eleştiriler
Aksa Tufanı ve Hamas’ın desteklenmesi Lübnan’da cemaate yeniden ışıltı kazandırsa da cemaatin yetkilileri eleştiri ve saldırılardan kurtulamadı. Bunların sonuncusu, cemaatin şehitlerinden birinin yakın zamanda düzenlenen cenaze törenine eşlik eden ve başkentten vekillerin “askeri gösteri” olarak adlandırıp reddettikleri toplumsal hareketti. Eleştiri, Batılıların -özellikle de Amerikalıların- isteğiyle Veddah es-Sadık, Fuad Mahzumi, İbrahim Muneymine ve Mark Dau isimli vekiller tarafından dile getirilmeden önce perde arkasından yapılmaktaydı. Bu insanlar el-Cedide yolundaki cenaze töreni sırasında silah seslerini duyunca şaşkına döndüler ve Beyrut şehidi Halid Elvan’ın İsrail işgaline karşı ilk direniş operasyonlarına sahne olan şu Beyrut’un; İslam, Arap ve sol tarihi boyunca düşmanla mücadelede tarafsız kalmadığını gözden kaçırdılar (!) Eleştirilerine paralel olarak sokağı cemaate karşı alevlendirip cemaati Hizbullah’ın askeri operasyonları namına “Sünni bir kılıf” olmakla suçladılar.
Şeyh Haymur, Gazze’deki savaşa verilen tepki tam da Cemaat-i İslami’ye yönelik bir sempatiye yol açmışken alınan tavırları, İslami harekete karşı tarihi bir alt yapısı olan kampanyalar bağlamında sistematik bir kampanyanın parçası olarak değerlendirdi ve şunları söyledi: “İtirazlar cenaze merasiminde silahlı saldırı yapılmasını eleştirmenin ötesine geçti. Kaldı ki yaşananlar sistemik olmayıp küçük bir grup tarafından gerçekleştirildi. Ne var ki cemaatin fikriyatına, performansına, davranış tarzına ve varlığına saldırmada ısrar ettiler.” Cemaat-i İslami’nin İran eksenine yakın olmakla suçlanmasına gelince, cemaatin Genel Sekreter Yardımcısı şunları ifade etti: “Bu tam manasıyla siyasi bir aptallıktır ve amacı Hizbullah’a itirazı olan Sünni sokağın duygularını kaşımaktır. Evet, İran, Filistin davasını destekleyen ülkelerden biridir. Ama ithamların sahipleri bizden bir seçim yapmamızı istiyor: Ya İran ya da düşmanımız İsrail. Öyle değil; bu şekilde işler şiyonist düşmanın planlarına hizmet eder.”
Cemaat-i İslami’nin Genel Sekreter Yardımcısı: Bizi İran eksenine uymakla suçlamak tam manasıyla siyasi bir aptallıktır
Haymur’un siyasal İslam’a karşı sistematik bir kampanya olarak gördüğü şey, gözlemciler tarafından Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliği’nce finanse edilen medyanın yakın zamanda Hamas hareketine karşı başlattığı organize kampanyayla ilişkilendiriliyor. Mevzu bahis medya, Filistinlilere yönelik soykırım suçlarını meşrulaştıran ve Aksa Tufanı Harekâtı’nı gerçekleştirdiği için Hamas’ı hata yapmakla suçlayan medyadır. Gözlemciler, bu kampanyanın bölgede siyasal İslam’ın büyümesi ve İslami direniş gruplarının rolünün artmasından duyulan korkuyu ifade ettiğine inanıyor. Dolayısıyla bu ülkeler, Hamas deneyiminin başarısızlığı ve onun Siyonist düşman önünde kaybetmesi üzerine bahse giriyor. Mezkûr durum bölgeyi pratikte rahatlatacaktır. Bu da ona -özellikle Filistin davasıyla bağlantılı olunca- Arap rejimlerinin frenleyemeyeceği bir halk gücü sağlayacak. Bu nedenle Arap rejimlerinin ve bir yandan da onlarla iyi bağlantıları olan Beyrut’taki vekillerin, Hamas’a ve onun Lübnan’daki kardeşlerine karşı yürüttüğü kampanya, bu grupların savaşın sonuçlarına yapacağı yatırımın ve siyasal İslam’ın direniş başlığı altında büyümesinin önünü kesmeyi hedefliyor.
İsrail’e düşmanlıklarını ilan etmedikçe İslami gruplardan korkmayan Batı için de bahsi geçen endişenin geçerli olduğunu birden fazla kaynak doğruluyor. Bu bağlamda Beyrut’taki Batılı büyükelçilerin, karşılaştıkları Lübnanlılara Cemaat-i İslami, artan popülaritesi ve Saad Hariri’nin yokluğunda Sünni mahalleyi gerçekten fethetme kapasitesine sahip olup olmadığı hakkında birçok soru sorduğunu birden çok kaynak ifade ediyor. Büyükelçiler, yaklaşan tehlikeyi önlemek için Lübnan’daki takipçilerine, cemaati “Hizbullah’ın Sünni kanadı”, İran eksenine “bağlı” ve Sünni uzlaşmanın dışında diye tanıtmaları talimatını verdi.
İç Etki
Bu kampanyanın dış güçler namına gerekçeleri var; ama “Lübnan İhvanı”nın halk tabanının genişlemesi ve “Sünni dünyayı diğer siyasi güçlerle paylaşma” korkusundan neş’et eden iç nedenler bu gerekçelerden daha az önemli değil. Gözlemcilere göre cemaatin nüfuz alanını kendi alanı pahasına artırmasından ötürü en büyük kaybeden, Gelecek Hareketi oluyor ve Hariri’nin geçen ay Beyrut’a yaptığı ziyaretin abartılmasını da bu çerçevede değerlendiriyorlar. Yine “yaldızlı ifadelerle”, Hariri’nin “ılımlı İslam” dediği şeyi, yani Hariri’nin kendisini tekrar Suudi Arabistan’a sunması için bu “siyasi gösterinin”, Birleşik Arap Emirlikleri’nin bir talebi olarak gerçekleştiğine dikkat çekiyorlar. Her ne kadar denklem şu ana kadar kraliyet divanında bir işe yaramamış olsa da siyasal İslam dalgasından duyduğu korkunun kılıcı altında Hariri’yi affedebileceğini birileri düşündüler.
Öte yandan; cemaati destekleyen halk kesiminin, dini ideolojiyi benimseyen mütedeyyin bölgelerdeki ideolojik dini öğretiyi önceden talim etmiş insanlardan müteşekkil olmasını ve Cemaat-i İslami’nin dini inançlara bağlı, siyasi ve sosyal yaklaşımları açık olan gruplara nüfuz edemediğini göz önüne alan başkaları da İslami hareketlerin, başta Gelecek Hareketi partisi olmak üzere ideolojik olmayan partizan güçler arasında yayılma ihtimalini düşük görüyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 25 Mart 2024 19:53
Yorumlar (0)