İsrail'le Normalleşen Rejimler Endişeli
ÇEVİRİ ANALİZ, 13 Eylul 2023 20:18Hüseyin İbrahim tarafından al-akhbar.com’da kaleme alınan “3 YILLIK NORMALLEŞMENİN HASADI: İMZACI REJİMLER DAHA ENDİŞELİ” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
BAE ve Bahreyn’in 15 Eylül 2020’de İsrail ile “Abraham Anlaşması“nı imzalamasından bu yana geçen binden fazla gün içinde düşmanla ilişkilerin normalleşmesi açısından bir gelişme yaşanmayan neredeyse tek bir gün yok. Ancak bu dönem geçtikten sonra, yukarıda bahsedilen iki ülkenin yanı sıra anlaşmalara daha sonra katılan Fas ve Sudan’daki durum, bu ülkelerin sosyal dokusu ve vatandaşların yöneticileriyle ilişkileri veya komşu ülkelerle ilişkileri açısından daha az istikrarlı görünmektedir. Üç yıl önce düşmanla “Abraham Anlaşmaları”nı imzalayan özellikle Körfez ülkeleri, şimdi kendi halklarının bu anlaşmalara olan muhalefeti nedeniyle iç baskıyı tırmandırma konusunda ek bir neden daha buldular.
İsrail’e gelince, İsrail, normalleşmenin kapsamı ne kadar geniş olursa olsun, normalleşmenin tek yönde kalacağını ve yeni bir yönetim tarafından yapılan her ek normalleşmenin düşmanı daha fazla o ülkenin halkına açığa çıkardığını ve aynı zamanda ülkenin rejimini daha büyük risklere maruz bıraktığını bir kez daha anlamıştır.
Abraham Anlaşmaları, Mısır ve Ürdün gibi bazı Halka ülkeleriyle yapılan önceki anlaşmalardan farklı olarak, Tel Aviv’in “büyük ödül” olarak gördüğü Suudi normalleşmesi gibi önemli bir halkadan yoksundur. Herkes BAE ve Bahreyn’in, Fas ve Sudan onlara katılmadan önce bu anlaşmayı imzalamasını, Suudi’nin kolaylaştırıcılığı ve zımni onayı ile gerçekleştiğini düşündü. Suudi olmadan bu gerçekleşemeyecek bir gelişme olarak görüldü. Uygun fırsat ortaya çıktığında -ki bu sadece bir zaman meselesidir- bu sürecin Suudi’nin normalleşmesi ile sonuçlanacağı düşünüldü.
İsrail’le normalleşen rejimlerin, özellikle BAE ve Bahreynli yetkililerin İsrailli yetkililerle kişisel ilişkilerde göstermiş oldukları samimiyet ve ülkeleri ile İsrail arasındaki ekonomik ve güvenlik işbirliği anlaşmalarında büyük hız kaydedilmesine rağmen, Amerikan desteği ve baskısıyla imzalanan anlaşmaların iki ülke için özgür bir tercih olduğunu düşünmek yanlıştır. Buradan çıkarılan en mantıklı çıkarım diğer Arap ülkeleri kendi krizleriyle boğuşurken ABD’nin söz konusu bu iki ülkeye İsrail’le normalleşmesi için liderlik etmesidir. Yani Amerika, birçok Arap ülkesinin kendi savaşları veya krizleriyle meşgul olduğu ve diğer ülke halklarının krizlerin kendilerine yayılmasından korktuğu bir dönemde “tam da zamanı” diyerek bir misyonu gerçekleştirmek için iki rejime liderlik etti. Sonuç olarak, normalleşmiş ülkelerdeki ve diğer ülkelerdeki muhalif güçler, toplumlarında İsrail’e karşı düşmanlık duyguları ne kadar derin köklere sahip olursa olsun, bu tür bir anlaşmayı bozmalarını engelleyen bir zayıflıktan muzdaripler.
Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin resmi normalleşmesinin ardında yatan saikler vardır. Her iki ülkenin yönetimlerinin güvenlik ilişkileriyle ilgili ve kendi sürekliliğini ve istikrarını nasıl sağlayacaklarını ve hatta iktidarda kalmasını desteklemek karşılığında sömürgeciye hizmet sağlayan bir rejim olarak ortaya çıkışları ve oluşumuyla ilgili kendi nedenleri vardır. Bu, işgali desteklemek karşılığında iktidarlarının devamını sağlamak için hizmetler sunan bir rejim olarak görülebilir.
Amerika’nın koruması olmadan hayatta kalabilecek unsurlara sahip değiller ve tek başlarına kendilerini halklarından ve komşularından koruyamazlar ve eğer Amerika bu ülkelerle ilişkilerinde yeni bir aşamaya geçmek istemeseydi ve İsrail’i bölgeye entegre etmek için bundan faydalanmak istemeseydi, hiçbiri halkının düşmanlığını bedavaya çağırmak zorunda kalmazdı.
İsrail açısından bakıldığında, normalleşmenin tartışılmaz faydalarına rağmen, bu üç yıllık süreçte düşmanı olumsuz etkileyebilecek engellerin ortaya çıktığı görülmektedir. Normalleşmenin İsrail açısından beklenen en önemli faydası, Filistin davasında Arapların tarafsız bir pozisyon almasını sağlamasıdır. Diğer bir ifadeyle, normalleşmeyle ilgili Arap ülkelerinin Filistin’i yalnız bırakması hedeflenmiştir. Peki planlanan bu hedefe ulaşıldı mı? Körfez halklarının normalleşmeyi hala reddettikleri ve Filistin davasını hala destekledikleri göz önüne alındığında, bu alanda “başarıdan” bahsetmek mümkün değildir. İşgal devleti açısından değişen sadece normalleşen rejimler ile düşman arasındaki gizli ilişkinin açığa çıkması olmuştur. Buna rağmen, normalleşmiş devlet rejimlerinin ve Filistin meselesine çözüm bulma ihtiyacının göz ardı edilmesi, İsrail’in en aşırılık yanlısı hükümetlerinin desteğiyle artan yerleşimci saldırılarının rehinesi haline gelen Filistinliler için riskleri arttırmanın yanı sıra bu meseleye ciddi zarar vermiştir. İsrail, normalleşmenin başarısının önündeki en önemli engellerden birinin, Suudi Arabistan’ın normalleşmeye prensipte bir itirazı olmamasına rağmen, böyle bir adıma yönelik halk muhalefetinin derinliğini ve bunun rejimin geleceğiyle kumar oynamak anlamına gelebileceğini düşündüğü için, ülkesindeki rejime verebileceği zararla ilgili nedenlerle bu tür bir anlaşmaya varmayı reddetmesi olduğunu düşünmektedir. Düşmanla ilişkileri normalleştirmek, genç grupları baştan çıkarabilecek bir şarkı ya da dans partisi değildir. Aksine, rejimin halkıyla ve komşu ülkelerle ilişkileri üzerinde büyük yansımaları olacak tehlikeli bir olaydır; çünkü odak noktası kaçınılmaz olarak Suudi Arabistan’ın değil, düşmanın çıkarları olacaktır. Bu nedenle, Amerika’nın aylardır devam eden ısrarlı çabaları Riyad’ı tutumunu değiştirmeye ikna edemedi. Suudi Arabistan, bir yandan Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn halkları ile diğer yandan rejimleri arasındaki uçurumun nasıl arttığını ve iki rejimin izolasyonunun bölgesel olarak da, en azından halk düzeyinde nasıl arttığını gözlerinin önünde gördüğü için bu tutumunu değiştirmek istemiyor. Ancak en tehlikelisi, normalleşmeyi teşvik etmek için sosyal medyada düzenlenen kampanyalar sonucunda, iç düzeyde baskı düzeyini artırmak, sosyal ilişkileri sabote etmek ve bazılarını diğerlerine karşı kışkırtarak insanlar arasında bir güvensizlik durumu yaratmak açısından anlaşmaların imzacı ülkelerdeki rejimlerin doğasını bir dereceye kadar değiştirmiş olmasıdır ki bu da gelecekte bu ülkelerin istikrarı üzerinde derin etkiler yaratacaktır. Suudi Arabistan örneğinde olduğu gibi, resmi bir anlaşmanın olmadığı durumlarda bile, Suudi’nin resmi olmayan normalleşme adımları attığı ve gözlemcilerin rutin olarak nitelendirdiği İsrail ile güvenlik koordinasyonuna sahip olduğu göz önüne alındığında, rejimin normalleşme karşıtlarına karşı başvurduğu baskıcı önlemler vardır.
Suudi, 2016 yılında emekli Suudi subay Enver Eşki’nin Kudüs’ü ziyaret etmesiyle normalleşmenin kendi kamuoyunda kabul edilebilirliğine dair erken bir test gerçekleştirmiştir. Ardından, bir imza kampanyası başlatıldı. “Normalleşmeye Karşı Suudiler” adlı imza kampanyası önde gelen isimler tarafından imzalandı. Ancak kampanya iptal edildi, web sitesi hacklendi ve imzacıların çoğu hapse gönderildi veya sürgüne kaçtı. Daha sonra serbest bırakılanlar gelecekte benzer bir faaliyette bulunmayacaklarına dair taahhütname imzaladılar.
Körfez’de meydana gelen olumsuz değişikliklerin ötesinde, normalleşmenin yansımalarının şekillenmeye başladığı daha geniş bir resim var: Sudan’da devam eden ve her iki tarafın da düşmanla ilişki içinde olduğu savaş, bu süreçten ayrı tutulamaz ve bütün bir bölgeyi gerilim ortamına sürükleyen bu savaşta Amerikan-İsrail-Emirlik üçlüsünün parmak izlerini fark etmemek mümkün değildir. Aynı şekilde, Batı Sahra konusunda Fas ve Cezayir arasındaki ilişkilerde artan gerginlik, Fas’ın “Abraham Anlaşmaları”nı imzalamasından ayrı tutulamaz; zira Rabat, komşu ülkeyle olan çatışmayı askerileştirme çabasında ve sırtını İsrail ve ABD’ye dayayarak zorbalığını gizlememektedir.
Ekonomik düzeyde ise İsrail’in net kazançlarından bahsedebiliriz. Birçok yatırım anlaşmasına ek olarak, anlaşmalar Tel Aviv’in silah satışlarını kolaylaştırdı, özellikle de en çok silah ihraç eden ülkeler arasında önemli bir konuma sahip olan İsrail’de (Stockholm’deki Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün son raporunda onuncu sıradaydı) silah endüstrisi ekonominin temel itici gücü olduğu için, Suudi Arabistan, Katar, Mısır ve BAE silah teknolojisi ithal eden ülkeler arasında üst sıralarda yer alıyor. İsrail son üç yılda toplam silah ihracatının yüzde 25’ini imzacı ülkelere satarak yüzde 50’lik bir artış göstermiştir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 13 Eylul 2023 20:18
Yorumlar (0)