Hizbullah Kandırıldı Mı?
ÇEVİRİ ANALİZ, 07 Ekim 2025 21:50Zeynep Akîl (Lübnanlı Araştırmacı) tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “CAYDIRICILIĞIN KAYBEDİLMESİNİN ŞOKU: HİZBULLAH KANDIRILDI MI?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
İsrail, Lübnan’a karşı son savaşta, her adımı aslında oyun kurallarının ihlali anlamına gelen yavaş bir tırmanış içinde hareket ederken, aniden oyunun kurallarını mı çiğnedi? Yani, giderek tırmanan sınırlı bir çatışma tavanı altında bir dizi önleyici saldırı mı yaptı? Hizbullah’ı şaşırtan şey bu muydu? Yani şaşkınlık, Siyonist düşmanın sunduğu gibi “algısal durgunluk” temelli bir “anlayışsal hatadan” mı kaynaklanıyordu? Yoksa Hizbullah, neler olduğunu anlamadığı için değil de tam ölçekli bir savaşın, koşullara bağlı olarak her cephede faydadan çok maliyet getireceğini tahmin ettiğinden ötürü tırmanışın işaretlerini iyi okuyup, stratejisinin bir parçası olarak, “topyekûn savaş eşiğinin” altında, nokta tabanlı bir savaş olan destek savaşında kalmayı mı tercih etti? Ayrıca Seyyid Hasan Nasrullah’ın “Savaş bize dayatılırsa” diye daima ifade ettiği şey ile işgalci düşmanın savaşa başlamasının, direnişin çatışmadaki meşruiyetini de korunacağını mı hesap etti?
Siyonist düşmanın savaşı varoluşsal bir savaş olarak gördüğü bir dönemde direnişin, savaşı “savaşlardan bir savaş” tavanının altında tutmaktaki ısrarı, illa ki anlayışsal bir durgunluk veya mutlak bir İsrail aldatmacası değildir. Aksine Hizbullah’ın, İsrail’in kabiliyetlerindeki niteliksel sıçrama ve on aylık destek savaşı boyunca zamanla belirginleşen istihbarat ihlallerinin düzeyi hakkında edindiği veriler ve göstergeler ışığında alınan bilinçli, stratejik bir siyasi karardı. Ayrıca ortada bir de Amerikalıların uyguladığı bölgesel ve diplomatik baskılar ve açık bir savaş durumunda Tahran, Şam ve Sana’yı hedef alacak nükleer bombalama tehditleri eşliğinde işgalci düşmanın her düzeyde niyetleri konusunda değişen açıklamaları vardı.
İşgalci düşman varlık içindeki düşünce kuruluşları ve kanaat önderleri tarafından yayınlanan çoğu makale ve analiz; Hizbullah ve İran’ın, İsrail’in kesin sonuçlu savaşlara ve önleyici saldırılara geri döndüğünü hemen kavrayamadığı ve İsrail’in, yalnızca doğru zaman gelene kadar istikrarı korumakla ilgileniyor göründüğü böylece de aldatmacanın başarısının garanti altına alındığı düşüncesinin reklamını yapıyor. Doğrusu bu hem İsrail hem de Arap bilincinde güçlü olma fikrini yerleştirmeyi ve oyunun kurallarına uygun ve Hizbullah’ın sınırı aşıp Mecidu ve Şeba Kampı harekâtlarını düzenlediğinde bile “eşiğin” altında operasyonlara açık bir bağlılıkla 2006-2023 arasında 17 yıl birlikte yaşamanın ardından Siyonist gücün imajını iyileştirmeyi hedefleyen mantıkî bir safsatadır.
Evet, Siyonist düşman, Hizbullah’ın işgalci yapıyı neredeyse yirmi yıldır caydıran kuvvetini sekteye uğratmayı amaçlayan, son derece isabetli bir hedef bankası belirlemesini sağlayan teknolojik bir atılım sayesinde manevra kabiliyeti kazanana kadar caydırıcılık dengesi istikrarlı kaldı. Bu arada Hizbullah’ın hazırlıksız yakalandığı da doğrudur; ancak asıl sürpriz, Hizbullah’ın saldırıyı öngörememesi veya olasılığını tahmin edememesi değil, maruz kalacağı niteliksel hedeflerin büyüklüğüyle ilgiliydi. Hizbullah, her türlü insani ve lojistik kayba yol açabilecek niteliksel bir operasyona girer gibi bir destek savaşına girmişti.
Dolayısıyla düşmanın ritmiyle uyumsuzluk, bir aldatmaca veya bilişsel bir eksiklikten ziyade; savaş tarzında kasıtlı bir farklılığa işaret ediyordu. İsrail’in hızlı ve kesin bir sonuç aradığı açıktı; ancak operasyonel liderlerinin suikastlarıyla artan güvenlik zaafiyetleriyle karşı karşıya kalan Hizbullah’ın, daha önce kendisine güç kazandıran stratejiye güvenmekten başka seçeneği de yoktu.
Dünyadaki tüm direniş hareketlerinde olduğu gibi, özellikle de direnişin başlattığı bir savaş mevzubahisse, direnişin altyapısı ve muharebe doktrini, yıpratma ve stratejik sabır stratejisine dayanır. Kesin sonuçlu savaşlar ise tabiatıyla eşit güçler ve düzenli ordular arasında gerçekleşir.
Aldatma, savaşta tesadüfi bir ayrıntı değil, neredeyse tarih boyunca savaş düzeninde kendini gösteren sürekli bir olgudur. Sun Tzu, “Tüm savaşlar aldatmaya dayanır,” der. Hizbullah, düşman İsrail ile girdiği çatışmada; çifte sinyal, kamuflaj ve hatta zayıf görünme veya güçlü görünme gibi savaş taktiklerini çokça uygulamıştır ve söz konusu taktikler, en kritik çatışmalarda düşman ordusunu durgunluk, pasiflik ve uygun bir muharebe pozisyonu alamama durumuna sürüklemiştir.
Lübnan İslami Direnişi Hizbullah, sadece 2006 savaşından bu yana değil, aynı zamanda 2000 yılında Güney Lübnan’ın kurtuluşundan bu yana da siyasi, askeri ve diplomatik gem vurmayı başarıyla test eden bir savaş stratejisi uyguladı. Hizbullah, siyasi hareketi içinde ihtiyaç duyduğu yetenekleri hem sergiledi hem de gizledi. Doğal olarak teknolojik ve lojistik açıdan üstün ve Batı destekli düşman, hedef bölgeleri belirlemek ve Hizbullah’ı güçlü noktalarından vurmak için iki koldan çalıştı.
Evet, hızla gelişen olayları anlamak bağlamında yerel düzeyde gündeme getirilen ve düşmanın stratejik istihbarattaki yeteneklerini ve üstünlüğünü göstermek için kullandığı aldatma meselesiyle ilgili ortada bir sorun var: Madem İsrail, mücadele edebilecek kapasitede idi, neden bunu 7 Ekim depreminden önce ve caydırıcılık erozyonu tartışmalarının tırmandığı dönemde yapmadı?
İlk değişken, 7 Ekim’deki Aksa Tufanı Harekâtı ile meydana gelen “caydırıcılık kaybının şoku” diye isimlendirebileceğimiz şeydir. Bu şok, tırmanışın maliyetlerini karşılama yönündeki siyasi irade ve iç meşruiyette keskin bir değişime yol açtı. Başka bir deyişle, İsrail toplumunun maliyet-fayda hesaplamalarında ani bir değişim yaşandı ve bunun sonucunda ekonomik kayıplar, insani kayıplar, uluslararası kınama ve diplomatik baskı gibi savaşın maliyetlerine yönelik siyasi duyarlılık azaldı.
Siyasi liderlik, işgal ordusuna önleyici kararlar alma konusunda daha fazla özgürlük tanıdı ve bu da onun stratejik hedefleri vurma veya kara harekâtı düzenleme yönündeki istihbarat tavsiyelerine hızla yanıt vermesini sağladı. Mevzubahis yetki, karşı tarafın müdahalesinin getirebileceği maliyetlerden etkilenmeden güç kullanarak caydırıcılığı yeniden tesis etme bağlamında askeri ve lojistik hedefleri ortadan kaldırmak için siyasi destek gerektiren caydırıcılık kurallarını ihlal etmede önemli bir adımdı.
Eşit derecede önemli bir diğer değişken ise yapay zekadaki ve yapay zekanın savaşta kullanımındaki ilerlemedir. Bu ilerleme, 2023 yılında İsrail’in bu teknolojiyi ilk kullanan ülke olmasıyla artmaya başladı ve hızla Ukrayna savaşına yayıldı. Gözetleme teknolojileri, potansiyel hedeflerin belirlenmesi, veri işleme ve hızlı müdahalelerdeki söz konusu atılım, İsrail’in istihbarat yeteneklerini ve hassas hedefleme operasyonlarını -düşük malzeme ve insan maliyetiyle- iki katına çıkarmasını sağladı. Basın ve araştırma raporları, bu araçların tırmanma dönemlerinde on binlerce “tavsiye” üretilmesine olanak sağladığını, hedeflerin tespitini hızlandırdığını ve Hizbullah’ın iletişim ve lojistik ağlarının hedef alınmasını mümkün kıldığını ve bu sayede güçlerini hızlı ve sistematik bir şekilde kullanma kabiliyetinin önemli bir kısmının sekteye uğramasına katkıda bulunduğunu gösteriyor.
Düşman Hizbullah’ın Kuvvetini Nasıl Kısıtladı?
Reuters’ın bir raporuna göre, Aksa Tufanı Harekâtı’nın meydana getirdiği şokun ardından işgal ordusuna verilen askeri yetki, onay süresini kısaltmış ve bu da saldırıların ivmesini artırarak hareketli hedeflerin ve birçok deponun girişlerinin, taşınmadan veya gizlenmeden önce vurulmasını sağlamıştır. Ayrıca bir başka Reuters raporuna göre, yedek kuvvetlerin seferberliği 1973’ten bu yana yaşananların en büyüğüydü. Devlet politikası konusunda bölünmüş binlerce yedek askerin seferberliği, hedefleme operasyonlarının uygulanmasına ve sınır boyunca lojistik üslerin kurulmasına yol açarak sürekli saldırıların ve hareketli hedeflerin takibini mümkün kılmış ve yapay zekâ faktörüyle de etki iki katına çıkmıştır. Bu bağlamda yapılanların bir kısmını şöyle arz edebiliriz:
- Düşman, çağrı cihazlarının patlatılması da dahil olmak üzere siber-elektronik ve elektromanyetik faaliyetler (CEA) adını verdiği operasyonlarda elektronik harp araçlarını kullandı. Çağrı cihazlarının patlatılması, özellikle bu operasyonun, yaklaşık 3.000 Hizbullah üyesini savaşın başında hizmete katılmaktan alı koyması ve ayrıca Hizbullah’ın iletişim sisteminin veya kendi deyimiyle sinyal birliğinin bozulmasına da yol açması sebebiyle, İsrail’in bugüne dair yaptığı hazırlıklar hakkında birçok soruyu gündeme getirdi.
- Bir yapay zekâ programı olan Lavender, hedefler hareket eder etmez görüntüler, aramalar, kamuya ait kameralar, kablosuz iletişim vb. aracılığıyla muazzam miktarda veri toplayarak savaşçıları ve saha komutanlarını tespit etmek ve izlemek üzere tahsis edildi. Yapay zekâ, bu kişilerin savaşçı olma olasılığını göz önüne alarak dakikalar içinde büyük miktarda veriyi operasyon önerilerine dönüştürebiliyor ve bu da -bir sivilin davranış biçimi sebebiyle savaşçı diye yanlış bir biçimde tanımlanmış olsa bile- operasyonu gerçekleştirecek insan faktörüne tespit anında hedef alma olanağı sağlıyordu.
-Düşman, Hizbullah’ın sahadaki komutanlarını hedef alabildi, üst düzey liderlere ve en sonunda da Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrullah’a suikast düzenledi.
Bu icraatlar Hizbullah’ın operasyonel kapasitesini fiilen etkileyerek şu sonuçlara yol açtı:
- Hizbullah’ın harekât düzenleme kabiliyetini sıkıntıya sokan İsrail’in hızlı hava müdahalesi nedeniyle Hizbullah artık büyük füze dalgaları gerçekleştiremiyordu.
- Emir komuta zincirinde karışıklık ve lojistik noktalarda aksama meydana geldi.
- Etkili iletişimin zorlaşması, çok yönlü koordinasyonu engelledi.
Evet, İsrail’in söz konusu icraatları gerçek bir geri çekilmeye sebebiyet verdi; fakat direniş sürpriz saldırılara karşı özel politikalar benimsedi:
- Herhangi bir uzun dalga operasyonunun, İsrail Hava Kuvvetleri’ne sağladığı hedef belirleme süresini azaltmak adına yoğun dalgalardan daha kısa ve coğrafi olarak daha dağınık saldırılara geçiş sağlandı.
- Hizbullah, bağımsız operasyon yapabilen küçük hücreler için “esnek komuta” ve saha yetkisini korudu.
- Düşman, Hizbullah’ın tüm lojistik noktalarını keşfedemedi.
- Hizbullah’ın hassas füze fırlatma kabiliyeti son güne kadar devam etti ve ateşkes öncesinde tırmanışa geçti.
- Mümkün olduğunca uzun süre dayanma amacıyla kayıpları azaltmayı hedefleyen bir savunma durumuna uyum sağlandı.
- Kara harekâtındaki saha direnci, Hizbullah’ın savaşçılarının, İsrail ordusuna kayıp verdirme kabiliyeti ve saha çatışmalarındaki üstünlüğü sayesinde düşmanın mevzilenmesini engelledi.
Kara harekâtı, düşmanın taktik başarılarını stratejik bir işgale dönüştürmesine mâni oldu. Ayrıca direnişe ait füzelerin, İsrail içindeki hassas hedefleri vurabilmesi ve Hizbullah’a siyasi nüfuz sağlayan, insani ve maddi kayıpları karşılamasını olanak tanıyan bir halk tabanına sahip olması da bu noktada çok önemliydi.
Hizbullah’ın Kayıpları Kabul Etmesinin Ardındaki Değerlendirme Nedir?
Bu mevzuya geçmeden önce “stratejik sabır” teriminin genellikle eksendeki taraflardan biri, özellikle de İran, bir hak veya davadan vazgeçtiğinde kullanıldığını belirtmemiz gerekir. Stratejik sabır, bir gerilemeyi değil, Amerikan hegemonyasına karşı uzun vadeli bir savaşın parçası olarak geçici bir ateşkes ve fedakarlıklara katlanmayı temsil eder. Dolayısıyla aşağıdaki değerlendirmeleri direnişin başarıları bağlamında ele alabiliriz.
İsrail’in, güvenlik duvarlarını ihlal etme kabiliyetini açığa vurmasına ve Hizbullah’ın direniş güçlerini harekete geçirme kabiliyetini elinden alma çabalarına ek olarak mevzuya vakıf kaynaklar, hassasiyeti nedeniyle ele alınmayan önemli bir husustan bahsediyor. Söz konusu değerlendirme, işgalci varlığa karşı açık bir savaş durumunda Tahran, Şam ve Sana’ya nükleer bomba atılacağına dair tehdit mesajlarına işaret ediyor. Evet, bölgesel riskler belirlenirken bu husus, her iki tarafın basın ve istihbarat kaynaklarında açıklanmadı. Gerçek şu ki, nükleer tehdit söylemi diplomatik bir araç olarak kullanıldı ve bu, Direniş Ekseni için çatışmanın maliyetini artırmanın mümkün olan en güçlü sinyaliydi. Bu da ABD’nin açık bir savaş senaryosuyla karşı karşıya kaldığında hissettiği yüksek tehdit seviyesini gösteriyordu.
Ukrayna savaşında nükleer tehdit kullanımı analiz edilirken, fiili bir uygulama tehdidi olarak değil, bir uyarı ve gözdağı söylemi içinde ele alınmıştır. Bunun nedeni, nükleer silah kullanımının, uluslararası oyunun kurallarını temelden etkilemesi ve ABD’nin bugüne kadar sayısız ihlaline rağmen içinde faaliyet gösterdiği yeni uluslararası düzen için stratejik bir intihar anlamına gelmesidir. Dolayısıyla böyle bir seçenek, İsrail’in kendisini varoluşsal bir tehlikeyle karşı karşıya bulması durumunda son çare olarak değerlendirilmektedir.
Doğal olarak böyle bir iddianın yayınlanması, hesaplamalardaki hassasiyeti artıracak ve bazı ülkelerin, nükleer silah sahibi üçüncü güçlerle nükleer şemsiye veya savunma garantisi talep etmesi gibi bölgedeki ittifak hareketlerini teşvik edecektir. Suudi Arabistan, 9 Eylül 2025’te İsrail’in Hamas liderlerine yönelik suikast girişimi üzerine ABD ile savunma anlaşmalarının sadece kâğıt üzerinde bir şey olabileceğini keşfettikten sonra Pakistan ile ittifakıyla tam da bu bağlamda bir adım atmıştır.
Bu düzlemde İran’ın nükleer silah üretme teknik kabiliyetine ve bu konuda bir karar almaktan kaçınmanın İran devriminin bir ilkesi olduğunu vurgulamaya ilişkin sürekli mesajları dikkat çekicidir. 9 Mayıs 2024’te İran İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hameney’in danışmanı ve Uluslararası İlişkiler Stratejik Konseyi Başkanı Kemal Harrazi, “İran varoluşsal bir tehditle karşı karşıya kalırsa, nükleer doktrinimizi değiştireceğiz” demiştir. Harrazi, İran'ın “nükleer silah üretmek için gerekli teknik kabiliyetlere” sahip olduğunu, ancak İran İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hameney tarafından verilen fetvanın şu anda bunu engellediğini, ama tehdit varoluşsal olarak değerlendirilirse bu tutumun değişebileceğini de sözlerine eklemiştir.
Hizbullah’ın maruz kaldığı tırmanış ve darbelerin, özellikle de Genel Sekreter Seyyid Hasan Nasrullah suikastının ardından Harrazi, 1 Kasım 2024 tarihli müteakip bir açıklamasında, Tahran’ın füzelerinin menzilini genişletmeyi ve nükleer doktrinini gözden geçirmeyi düşünebileceğini söylemiştir. Evet, Harrazi’nin yorumları, varoluşsal bir tehdit baskısı altında fetvanın değişmesi durumunda ciddi bir sapma riski bulunduğundan, ciddiye alınması gereken uyarı mesajları olarak yorumlanmıştır.
Sonuç
Gabriel Gorodetsky, “Büyük Aldatmaca” adlı kitabında, II. Dünya Savaşı’nda Sovyetler Birliği ile Nazi Almanyası arasındaki savaşın hikâyesini, bu savaşın derslerinden ve ibretlerinden istifade ederek bize aktarıyor. Gorodetsky’nin anlatımından, tahmin çerçevesinin araçlarının, güçlü tarafın daha sonra stratejik kazanımlar olarak pekiştirmeye çalışacağı taktiksel avantajı nasıl değiştirebileceğini veya geçici bir avantaj sağlayabileceğini anlamada istifade edilebilir. Evet, İsrail, caydırıcılık erozyonu tartışmalarının en yoğun olduğu dönemde bile elindeki bilgilerin boyutunu gizlemeyi ve hedef bankasının kullanımını geciktirmeyi başardı. Ne var ki Hizbullah’ı ortadan kaldıramadığı için kesin sonuçlu savaşlar stratejisini de yeniden tesis edemedi.
Bunun yanında Siyonist işgalci İsrail, askeri olarak yerleşemediği bölgeleri uluslararası kararlardaki aldatmacayla işgal etmeyi başardı; ama neticede tamamıyla elde etmeyi ve siyasi baskı aracılığıyla Hizbullah’a silah bıraktırmayı da başaramadı. Şimdi ise İsrail ve Amerika, tıpkı İngiliz ve Fransız öncüllerinin yüz yıldan fazla bir süre önce büyük Arap devriminde yaptıkları gibi, özellikle Lübnan’daki ve genel olarak da bölgedeki siyasi otoritelere karşı aldatma tekniğini kullanmaya çalışıyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 07 Ekim 2025 21:50
Yorumlar (0)
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
Lübnan Cumhurbaşkanı İsrail'le Müzakere İstiyor
Düşman Liderliğinin Farkındalığı Değişiyor
Trump'ın Kutlaması, İsrail'in Söyleminin Teyidi
Seyyidsiz Kalan Savaş Meydanı!
Filistin Açısından Sonraki Gün
İran İle Savaşa Geri Mi Dönülüyor?
Bölgesel Çatışmada Siyonist Varlığın Öncelikleri
İran-İsrail Gerilimi: Alan Daralıyor
İran Zamanı Lehine Kullanıyor
İsrail ve Batı, Hizbullah'ın Toparlandığını Düşünüyor
Trump ve Filistin'in Kanı
Boyunduruk Altına Alma Planı Yeni Savaş Getirir
Trump, İran Kartıyla Bir Kumara Mı Hazırlanıyor?
ABD-İsrail'i, Direnişin Siyasi İlerleme Endişesi Sardı
Hizbullah Milletvekili'nden Nasrallah'a: Yolunuz Sürdürülüyor
Netanyahu: Hedeflerimiz İçin En Büyük Engel Hizbullah'tır
Direnişçiler, 'Büyük Haber'i Nasıl Karşıladı?
Seyyid Hasan'ın İzlerini Takip Etmek
İsrail İstihbaratının Sorusu: Hizbullah'ın Elinde Ne Kaldı?
Filistin Halkının Kalbinde Hasan Nasrallah
Direnişin Destek Cephesini Yönetmedeki Zihniyeti
Hacı Muhsin'in Sırlarına Bir Yolculuk
Fuad Şükr ve İbrahim Akil Ortaklığı
Bir İnsan Olarak İbrahim Akil
Abdülkadir: Direnişin Parlak Zekası
Hatice Şükr, Babası Fuat Şükr'ü Anlattı
Fuad Şükr: Direnişin Anlatıcısı
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 3
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 2
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 1
İsrail, Charlie Kirk'in Gizemli Ölümünün Neresinde?
Katar'daki Saldırıyla Netanyahu Asasını Kırdı
İran-Lübnan-Suriye'deki Gelişmeler ve İsrail'in Gelecek Planı
Direniş Fikri ve Onun Tarihi Tezahürleri Üzerine
Yemen Neden Caydırılamıyor?