Buazizi Washington'da... Farklı Olan Ne?
ÇEVİRİ ANALİZ, 08 Mart 2024 17:27Buseyna Şaban tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “BUAZİZİ WASHINGTON’DA… FARKLI OLAN NE?” başlıklı yazıyı Muhammed Yaşar, siz kıymetli okuyucularımız için çevirdi.
Tunuslu genç Muhammed Buazizi, hissettiği aşağılanmayı ve sıkıntısını çektiği yoksulluğu protesto etmek için vücudunu ateşe verince yazılı, görsel ve işitsel Batı medyası, Tunus ve Arap dünyasında insan haklarını savunmak ve Arap vatandaşların, ülkelerini Batılı liberal sistem ve değerler kapsamına dahil etmedikleri için altında ezildikleri zulmün boyutunu göstermek adına seferber oldu. “Arap Baharı” adını verdikleri sürecin fitilini ateşlemek için sistematik ve kasıtlı kışkırtma kampanyaları başladı ki bu baharın şiddetli ateşine yol vermek ülke halkları için gerçek bir felaketti.
Öyle ki bütün Batılı ülkelerde diğer tüm konular askıya alınmış ve medya ürünlerinden silinmiş, böylece bu mazlum halkların özgürleştirilmesi ve “Batı medeniyeti” saflarına katılma çağrısı; fitneyi, terörü, bombalamayı ve bu ülkelerin emniyet ve güvenliğini hedef almayı kışkırtan ana konu haline gelmişti. Arap ülkelerinde farklı senaryolar ve uygulama araçlarıyla da olsa karar ve hedef birliği aynı olan ve bu toplumların temellerini, yapılarını, medeniyetlerinin ve devamlılıklarının bileşenlerini hâlâ yakıp kül eden volkanik bir krater açılmıştı.
Buazizi’nin akıbetinin, Washington’daki İsrail Büyükelçiliği önünde askeri üniformasıyla kendini ateşe veren Amerikalı asker Aaron Bushnell’in (25 yaşında) akıbeti ile karşılaştırılması bu kadar garip ve itici olamazdı. Hemen hemen aynı olan her iki olay da derin ve dayanılmaz bir bireysel protestonun ifadesiydi; ancak Aaron Bushnell’in protestosu, Filistin’e özgürlük çağrısı yaparken öldüğü sırada Siyonistlerin Filistin’de gerçekleştirdiği “Holokost”a karşıydı. Yangın Aaron Bushnell’in genç bedenini yakıp kül ederken, Amerikalı polis, protestocunun vücudunda hareketlenen ölüme meydan okuyan Filistin sloganlarından daraldı ve silahını ona doğrulttu.
İki olay arasındaki çok açık fark şu ki Siyonist Batı medyasının çoğunluğu, Amerikan askerinin askeri üniformasını tam tekmil giymesine rağmen, bu olayı sanki hiçbir şey olmamış gibi görmezden geldi. Sadece bu da değil, sosyal medya algoritmaları olayla ilgili her yazıyı kasıtlı olarak sınırladı, hedef kitleye ulaşmasını engelledi ve Batı medyası, Siyonist paraya bağımlı olan zalim diktatörlük rejimlerindeki tiranlarının genellikle tek bir işaretle yaptığı gibi mevzunun üstüne toprak attı. Ama aşırı bir kibir ve adaletsizlikle defnedilip hükümsüz kılınmasına rağmen Aaron Bushnell vakası ve insani bir amaç için yapılan bu asil fedakarlığın etkileşimleri, bugün insanlığın, insan haklarının ve kendi topraklarında onurlu yaşama özgürlüğünün gerçek standardı haline geldi.
Filistin halkına destek veren ve onlara yönelik soykırımı ve etnik temizliği kınayan gördüğümüz ve okuduğumuz tavır almalar, dünyada yaşanmakta olan adanışın yalnızca küçük bir kısmını ve yeryüzünün her köşesinde en kötü bir Holokost’a ve etnik temizliğe maruz kalan bir halkı desteklemek için yükselen hür seslerin yalnızca küçük bir bölümünü temsil ediyor. Aaron’un destekçileri Yahudi karşıtlığıyla suçlanırken, teknolojilerden ve algoritmalardan sorumlu olanlar, ellerinden gelenin en iyisiyle bu olayın ortaya çıkmasını ve bu gezegende özgür vicdanlara ulaşmasını engellemeye çalışıyor.
Ama işte Berlin Film Festivali’nin kazananları, Filistinlilerin maruz kaldıklarını, soykırım ve apartheid olarak nitelerken, festivalin Instagram hesabında da “Denizden nehre özgür Filistin” ibaresi belirdi. Amerikalı yönetmen Ben Russell da sahneye Filistin kefiyesiyle çıkarken, Filistinli Basil Adra ile İsrailli Yuval Abraham, Filistinlilerin İsrailli yerleşimciler tarafından topraklarından sürülmesini anlatan en iyi belgesel film ödülünü kazandı.
Erkek ve kadın Amerikalı Yahudi ve Hıristiyan aktivistler de Filistin’e desteklerini ve siyonistlerin Filistinlilere karşı uyguladığı iğrenç soykırımı, Holokost’u ve etnik temizliği kınadıklarını açıkladılar. Yine ABD’nin Utah eyaletindeki Sundance Film Festivali de kasıtlı yaşatılan sessizliğe meydan okuyan ve Filistin bayraklarının taşındığı bir eyleme sahne oldu.
Filistin veya Gazze adını içeren her türlü metnin sınırlandırıldığı Filistin halkını desteklemek için kullanılan engelleme algoritmalarının en güzel aşımı, içi kırmızı, yeşil-beyaz kabuklu ve siyah çekirdekli karpuz meyvesinin renklerinin -ki Filistin bayrağının renklerini taşıyor-, Filistin davasıyla dayanışmanın sembolü olarak benimsenmesi. Karpuz dilimi resmi, aynı dili konuşmayan, aynı kültüre ait olmayan Filistin destekçilerini bir araya getirdi. Amerikalı yıldız Ben Affleck’in kızı Violet gibi bazı ünlüler, Filistinlilerle dayanışma içinde olan Amerikalıların, iş pozisyonlarını ve kurumlarını etkileyen sert kararlara maruz kalmalarına rağmen “karpuzlu özgürlük kazağı” giymeye başladı.
Amerikalıların kabul etmediği şey, ülkelerin kendileriyle giriştikleri deneyimlerin olgunlaşması ve farkındalık hususunda bir değişim yaşanması. Siyonistlerin Filistinli sivillere uyguladığı soykırım, tüm dünyaya İsrail’in hakikatini, Filistin davasının haklılığını ve adilliğini, İsrail ile Batı’nın adaletsizliği ve Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık haklarına zalimce silah kullanılarak yapılan baskıyı ortaya çıkardı. Uluslararası tepki, medyada ne kadar bastırılmaya çalışılırsa çalışılsın, hiç şüphesiz Filistinlilerle uluslararası dayanışmanın Yahudileri, Hıristiyanları ve Müslümanları da kapsadığını ve dünya halklarını gruplara, dinlere ve mezheplere bölmeye yönelik tüm sefil girişimlerin başarısızlıkla sonuçlandığını gösterdi.
İşte Latin Amerika ve Güney Afrika ülkelerinden ve ABD’deki Yahudi “Bizim Adımıza Değil” hareketinden Filistin’e destek geliyor. Bu durum dinler ve halklar arasında teşvik ettikleri tüm ayrım ve çekişmeleri yerle bir ediyor ve insanlar arasındaki ortak insanlık değerlerinin, onları bu gezegenin yüzeyinde birleştiren en güçlü ve en güzel bağ olduğunu ve ülkeler, dinler ve kültürler arasındaki uluslararası dayanışmanın hedefe ulaşmanın en kısa yolu olduğunu binlerce kez ispat ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki hükümetler, Amerika’nın Vietnam’a karşı savaşının sona ermesinde önemli rol oynayan Vietnam’la gerçekleşen uluslararası dayanışmadan bıkmıştı. Güney Afrika da verdiği mücadele ve uluslararası destek sayesinde iğrenç apartheid rejimini sona erdirmeyi başarmıştı. Irak’a yönelik saldırılardan bu yana ABD ve Batı’yı kontrol eden Siyonist çevreler medyayı hakimiyetleri altına almaya çalıştılar, kendi güçlerine eşlik eden medya için Embedded Journalism (Gömülü/Örtülü Gazetecilik) terimini icat ettiler ve komutanların emri dışındaki haberleri engellediler. Ne var ki ABD ve Batı’nın Vietnam, Irak, Afganistan ve Libya’ya yönelik savaşlarının tümü, özgürlük karşıtı ilkelerinin doğası, zalimce kararları, siyonist medyalarının en ufak bir güvenilirlikten yoksunluğu ve sefil siyasi hitapları hakkında halkların hafızasında bir karşılık buldu.
Bugün Batı’nın, Filistinli çocuklar ve kadınlara yönelik utanç verici ve yüz kızartıcı soykırım ve etnik temizlik savaşına verdiği destek, onların demokrasi ve insan hakları iddialarının tabutuna çakılan son çiviyi temsil ediyor. Ötesi Siyonist katliamın, Güvenlik Konseyi’nde bile veto yoluyla durdurulmasını engellemeye yönelik menfur uygulamaları, iddialarındaki aslî amacı nakzetmiş ve onları, insanlığın göğsüne oturan zalim, saldırgan bir güç konumuna getirmiştir. Şu hâlde Filistin’de döktükleri binlerce çocuk ve kadının özgür, asil ve masum kanı, işlemelerine izin verilecek son suç olabilir; zira arka bahçelerinde insan haklarına ve özgürlüklerine gerçekten inanan güçler oluşmaya başlıyor ve bunların geleceğe yön vermede en güçlü ve etkili güçler haline gelmeleri çok da vakit almayacak gibi görünüyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 08 Mart 2024 17:27
Yorumlar (0)