Lübnan İslami Direnişi Hizbullah, hiçbir zaman kanaatleri konusunda kapalı olmadı ya da özellikle egemenlik, bağımsızlık ve milletin kaderi hususunda bir başkasının görüşünü ele almaktan geri durmadı.
Ancak tam bir alçakgönüllülükle, güvenle, gururla ve Siyonist düşmanla, onun savaş doktriniyle ve harekete geçirici kökleriyle ya da başka bir değişle işgalci düşmanın dayandığı ilkelerle yüzleşmede acı bir deneyime sahip olması bakımından bir tavrı ve projesi var. Bu tavır ve proje milletin kaderi ve egemenlik konularında -önemine rağmen- güncel ulusal çıkarların dikkate alınmasıyla değil; ulusal stratejik çıkarların, hukuki ve insani ilke ve hakların dikkate alınmasıyla oluşturulmuştur. Çünkü bugün -küçük olsun büyük olsun- mevcut ulusal çıkarlarımızla uyumlu olan şeyler, bir süre sonra, bazı stratejik durumların değişmesi veya bazı güç dengelerinin düşmanımız lehine farklılık arz etmesiyle ulusal çıkarlarımızla artık çatışabilir ve buna bağlı olarak da mevcut ulusal çıkarlarımıza dair teşhisimizde değişmeler olabilir.
Ülkemizin egemenliği, güvenliği ve istikrarı devamlı surette tehdit altındayken ve bu tehdidin kaynağı da Lübnan ile alakalı stratejik ve inançsal arzuları dünyadaki hiçbir düşünüre, din, siyaset ve tarih uzmanına saklı kalmayan Siyonist, genişlemeci ve varoluşsal bir düşman olduğundan biz, ülkemizi Siyonist düşmanın tehditlerinden ve onun varoluşsal ve stratejik risklerinden stratejik olarak koruma düzleminde egemenliğimize ve ulusal güvenliğimize ilişkin konuları formüle etmeyi ilke edinmişiz.
Bu iki esas ve yukarıda belirtilen diğer hususların gözetilmesi halinde Lübnan İslami Direnişi Hizbullah, mevzu bahis beklentileri asgari düzeyde karşılayan her formül veya teklife açıktır. Zira aksi durumda Lübnan’ın istikrarı ve egemenliği, Siyonist düşmanın çıkarlarındaki ya da ruh halindeki dalgalanmalara ve gücünün büyümesine veya ittifaklarının etkinliğine bağlı olacaktır.
2006 yılında Lübnan’a yönelik gerçekleştirilen Siyonist-Amerikan saldırının ardından çıkarılan 1701 Sayılı Uluslararası Karar, Lübnan’ın asgari hukuki ilkelerini ve ulusal stratejik çıkarlarını dikkate alan bir modeli temsil ediyordu. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın kararın özellikle ilk aşamasına uyum sağlamasına ve gereğine bağlı kalmasına rağmen işgalci Siyonist İsrail, kararı ihlal etmeye başladı ve bu hususta o kadar ileri gitti ki en düşük bir değerlendirmeye göre kendisine dönük hiçbir garantörün bir icraatı veya baskısı olmadan ihlalleri otuz bini aştı.
Düşmanca, sürekli, bunca sayıda ve ses çıkarılmayan ihlaller, saldırılıları telafi etmek namına gerçekleştirilen ve bir savaş çıkaracak boyuta tırmandırılmayan bir kısım ihlallere dair de gürültü yapmamayı gerektiriyordu.
2006’dan 7 Ekim 2023’e kadar Lübnan’da yaşanan buydu. Sonrasında düşmanın koşulları ve Lübnan’ın etrafındaki şartlar değişti ve nihayetinde Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın, işgalci Siyonist düşmanın projesi ve tehlikeleri konusundaki anlayışına dayalı olarak Gazze için yardım ve destekleyici bir tedbir alınması gündeme geldi. Siyonist varlık daha önce de uluslararası hamileri ve bu hamilerin bölgesel takipçileri üzerinden işgal ve tekfircilikle Suriye’nin gücünü tüketerek zayıflatmak istemişti. Tam da bu noktada genişleme, Lübnan’ı ve bölgeyi hegemonyası altına alma ve “normalleşmede” kendisini daima gözeten ve bölgedeki rejimleri normalleşme projesinde yer almaya sevk eden Amerika ile olan ittifakının menfaatleri adına İsrail gerek Lübnan’ın gerek bölgenin boyunduruk altına alınmasına dün karşı çıktığı gibi yarın da karşı çıkacak Hizbullah’ın da güçsüz bırakılmasını arzuladı. Yani Suriye’ye yönelik savaşta Siyonist varlığın; Suriye’yi zayıflatmak, rejimini devirmek ve 1701 Sayılı Karar’a rağmen Lübnan’daki direnişi hedef almak gibi stratejik bir amacı da vardı.
Gazze halkının yok edilmesi, Gazze’nin tamamıyla yerle bir edilmesi, halkının göç ettirilmesi gerekse bile; Aksa Tufanı’nı kendisine bahane edinen İsrail Savaşı’nın -hiç kuşkusuz- sadece Hamas’ı ve beraberinde de diğer direniş gruplarını bitirmek üzere planları yapıldı. Bu bağlamda işgalci düşmanın Lübnan’a yeniden saldırmak, direnişi bitirmeye çalışmak, otoritesini kurup kimseye meçhul olmayan birileri eliyle Siyonist nüfuzu tesis etmek gibi bir planı daha vardı. Tabii böyle bir vasatta Ulusal Mutabakat Tüzüğü uyarınca iç durumun istikrarı artık garanti edilemeyecek ve belki de bazıları eskide kalmış rüyaları veya benzerlerini düşleyecekti.
Siyonist projeye, hedeflerinin bağlamına, Gazze ve Lübnan’a yönelik uygulamış olduğu ve uyguladığı saldırılara dair bu okumanın ışığında eğer savaşı durdurmaya yönelik mevcut öneri, Lübnan’ın 2006’dan bu yana birbirini izleyen hükümetleri aracılığıyla tatbik ettiği 1701 Sayılı Kararın uygulanmasına geri dönmekse, o zaman işgalci Siyonist düşmanın, Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın etkinliğini bitirmeye dönük değişikliklerin dayatılması adına aldatmadan ertelemeye her yolu ve üslubu deneyeceği açık ve kesindir. O direniş ki eğer ayak diremesi, Lübnan halkının ya da çoğunluğunun kendisini bağrına basması olmasaydı pratikte İsrail böyle masraflı, tıkanık ve yıpratıcı bir yolda bulamazdı kendini. Dolayısıyla düşmanın, gerçekçi bir barış teklifine yanıt vermesi veya baskı olmadan ya da sahada baskı oluşturacak güç kullanma seçeneğini tüketmeden Lübnan’a yönelik saldırılarını durdurması yönündeki konuşmaları kabul etmesi çok düşük bir ihtimal olacaktır. Buna rağmen, Meclis Başkanı Nebih Berri’nin 1701 Sayılı Karar metninde artı veya eksi herhangi bir değişiklik yapılmasını hiçbir makul insanın kabul etmeyeceğini belirttiğinin altını çizerek dolaylı müzakerenin sonucunu bekleyip göreceğiz. Gerçekten akıllı bir insan -yalnızca- egemenlik ve insan haklarıyla alakalı direnişin kararlılıkla, cesaretle ve gururla savunduğu kendinden emin, katı ve sorumlu bir ulusal mantık ve bağlılığı dillendirecektir.
İşgalci Siyonist düşmanın, alınması durumunda ateşkes kararının yükümlülüklerine bağlı kalmasını sağlayacak şey nedir? Bu meşru soru, hâlâ ortadadır. Yaslanılabilecek bir siyasi garanti var mıdır?
Tüm cesaretimizle en etkili garantinin, işgalci Siyonist düşmanı bir kez daha saldırılarını durdurmaya zorlayan ve Lübnanlıların iradesine boyun eğdirme ve ülkelerinin egemenliğini ihlal etme olasılığından umutsuzluğa düşüren denklemin kendisinde olduğunu varsayıyoruz.
Bu; halk, ordu ve direniş denklemidir.
Eğer bazıları hâlâ bu denklemin kökeni veya etkinliği konusunu ele alıyor ya da başka bir denklem öneriyorsa; o zaman sadece ulusal egemenliğe dair ciddi bir diyalog bu meseleyi çözmenin gerçekçi ve uygulanabilir yolu ve Lübnan’ın ulusal uzlaşısını güçlendirmenin garantisidir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA