İran Zamanı Lehine Kullanıyor
ÇEVİRİ ANALİZ, 06 Ekim 2025 21:50Ali Haydar tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “İRAN ZAMANI KENDİ LEHİNE KULLANIYOR: 'HAYIR DEME' STRATEJİSİ GİDEREK GÜÇLENİYOR” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik.
İran, bugün her zamankinden daha fazla Ortadoğu’nun merkezi düğüm noktası konumunda görünmektedir; zira o artık yalnızca çok yönlü kaynaklara sahip bir bölgesel güç değil, 1979 Devrimi’nin zaferinden bu yana, Amerikan hegemonyasına karşı duruşu, İsrail işgaline direnişi ve bağımsızlık fikriyle özdeşleşen siyasi ve kültürel bir model hâline gelmiştir.
Amerika Birleşik Devletleri açısından İran, bölgede kendi üstünlüğünü pekiştirecek yeni bir düzenin kurulmasında karşılaşılan en büyük engel olarak görülüyor. İsrail içinse İran, yalnızca nükleer ve füze kapasitesiyle değil, aynı zamanda dayatılan uzlaşılara karşı direnen halklar ve direniş hareketleri için stratejik bir derinlik teşkil etmesi bakımından da, varoluşsal bir tehdit ve ulusal güvenliğe yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendiriliyor.
Bu anlamda, İran sıradan bir devlet değildir; ne sadece bir ambargo ne de sadece bir savaşla karşı karşıyadır. Aksine, bölgesel tarihin yönünü belirleyen başlıca aktörlerden biri konumundadır. Zira, Batı Asya halklarının egemenlik ve özgürlük arzuları, İran’ın kaderiyle yakından bağlantılıdır: Eğer İran direnir ve yeniden inisiyatif alma yetisini gösterebilirse, bağımsızlık projesi yaşamaya devam eder. Ancak eğer yıpratılır ve zayıflatılırsa, Filistin’den Lübnan’a ve tüm Maşrik’e kadar güç dengeleri derinden sarsılır.
Savaş, zamana karşı yarışın en çarpıcı göstergesidir
Amerika-İsrail’in İran’a yönelik Haziran ayındaki savaşı, dönüm noktası oldu. İlk kez Tahran doğrudan İsrail’in saldırganlığıyla karşı karşıya kaldı: Hava saldırıları, füzeler, siber ve deniz operasyonları gerçekleşti. Tüm kayıplara rağmen, düşmanlarının amaçları gerçekleşmedi; ne rejim yıkıldı ne de temel sabitelerinden ödün verdi ya da şantaja boyun eğdi. Aynı zamanda bu savaş, ABD ve İsrail’in zamana karşı yarıştığını da ortaya koydu; zira Washington ve Tel Aviv, güç dengelerinin giderek aleyhlerine değiştiğinin farkında.
Bu yüzden, Donald Trump’ın ilk dönemi sona ermeden önce Tahran’ı kuşatmaya çalıştılar; çünkü bu dönem, dengeleri değiştirebilecek “tarihi bir pencere” olarak görülüyordu. Fakat zaman, tarafsız bir unsur olmaktan çıktı; çatışmanın aktif bir tarafı haline geldi. İran'ın kırılmadığı her geçen gün, gücünün arttığı ve varlığının arttığı anlamına geliyordu.
İsrail, beklediği caydırıcı etkiyi sağlayamadığı gibi, operasyonlarının etkisi de sınırlı kaldı. Bunun üzerine Amerikan-İsrail ortak çabası, ekonomik ve siyasi alanlarda yoğunlaştı. Uluslararası yaptırım mekanizması yeniden devreye sokuldu; amaç, ülkenin kaynaklarını tüketmek, sanayisini finanse etme gücünü zayıflatmak, müttefiklerine desteğini engellemek ve kuşatmayı kalıcı bir boğma halkasına dönüştürerek olası yeni tırmanışlara zemin hazırlamaktı.
Bu denklem karşısında Tahran, savaşın ve yaptırımların stratejik projesini zayıflatmadığını kanıtlamaya çalıştı. Savunma ve nükleer programlarını sürdürürken, kapsamlı bir çatışmadan kaçındı; ancak bu durumun dayatılması halinde karşı koymaktan çekinmedi. Krizi, kendi gücünün unsurlarını harekete geçirmek için bir fırsata dönüştürdü: Kendi kendine yeterliliği artırmak, alternatif finansal araçlar geliştirmek; Çin, Rusya ve Küresel Güney ülkeleriyle ortaklıklarını genişletmek… Tahran, böylece kendisini şantajdan koruyacak ve uluslararası sistemde bağımsız varlığını sağlamlaştıracak alternatif bir güç ağı inşa etmeye çalıştı.
Bu denklem karşısında Tahran, savaşın ve yaptırımların stratejik projesini zayıflatamadığını kanıtlamaya çalıştı. Savunma ve nükleer programlarını kesintisiz sürdürdü, ancak karşı karşıya kalmadığı sürece kapsamlı bir çatışmaya girmekten kaçındı. Krizi ise kendi lehine çevirdi; kendi kendine yeterliliği artırdı, alternatif finansal araçlar geliştirdi ve ayrıca Çin, Rusya ve küresel güney ülkeleriyle ortaklıklarını genişletti. Böylece, kendisini şantajdan koruyacak ve uluslararası sistemde bağımsız duruşunu pekiştirecek alternatif bir güç ağı inşa etmeye çalıştı.
İrade Mücadelesi ve Geleceğin İnşası
Böylece, İran’ın iradesi kırılmadı; ancak bu süreçte ağır bedeller ödedi. Önümüzdeki dönem ise sanki caydırıcılık ile inisiyatif arasında hassas bir denge olacak: Tahran stratejik projesini tükenmeden nasıl sürdürebilir? Ve savaşın sonuçlarını, durdurulamaz bir güç olarak konumunu güçlendirecek siyasi kazanımlara nasıl dönüştürebilir?
Savaş ve yaptırımlar deneyimi, zamanın artık kendi başına stratejik bir unsur haline geldiğini gösterdi; Amerikalılar ve İsrailliler, İran’ın uluslararası bir güç merkezi haline gelmesinden korkarak zamanla yarışırken, Tahran ise zamanı birikim ve diplomatik varlığını güçlendirme aracı olarak kullanıyor. Bu süreçte, ilkesel duruşlarıyla kendi imajını pekiştiriyor ve kendisine dayatılacak herhangi bir savaşa karşı hazırlıklı olduğunu gösteriyor.
İran meselesi siyaset ve egemenliğin ötesine geçerek, zorunlu küreselleşme çağında bağımsızlık denkleminin bir medeniyet testi haline gelmiştir. İran, hegemonyayı reddeden bir proje olarak, Doğu’nun tarihi iradesini yeniden kazanma kapasitesinin ölçütü olmuştur. Buradaki mesele nüfuz mücadelesi değil, iki siyasi varoluş modeli arasındaki çatışmadır: Biri bağımsızlığı onurun temeli sayarken, diğeri ise batılı hegemonya sistemine bağlılığı hayatta kalmanın şartı olarak görmektedir.
Batılı güçlerin sınırlarının/limitlerinin ortaya çıkması ve Doğu'nun 'tarihsel zaman'a geri dönüşüyle birlikte, İran, güç kavramının merkezinde bir çekim odağı olarak belirmektedir: Egemenlikten dengeye, hakimiyetten/kontrolden ortaklığa, tek taraflılıktan çok taraflılığa doğru bir dönüşüm yaşanmaktadır. Onun direnişi sadece caydırıcılığı yeniden tanımlamakla kalmıyor, aynı zamanda Batı'nın bağımsızlık olasılığını ortadan kaldırmaya çalıştığı bir dünyada siyasi mümkünlüğü de sağlamlaştırıyor gibi görünüyor.
Bu nedenle, her türlü savaşa ve dayatmalara karşı “hayır” diyen herkesin boyun eğdirilmek istendiği bu dönemde, Filistin, Tahran, Bağdat, Sana ve Beyrut’ta yaşananlar, halkların kendi geleceklerini tayin etme hakkını savunan tek bir büyük mücadeleye benziyor. Bu mücadele, halkların kaderinin başkalarının projelerine bırakılmaması için verilen ortak bir direniştir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
ÇEVİRİ ANALİZ, 06 Ekim 2025 21:50
Yorumlar (0)
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
Lübnan Cumhurbaşkanı İsrail'le Müzakere İstiyor
Düşman Liderliğinin Farkındalığı Değişiyor
Trump'ın Kutlaması, İsrail'in Söyleminin Teyidi
Seyyidsiz Kalan Savaş Meydanı!
Filistin Açısından Sonraki Gün
İran İle Savaşa Geri Mi Dönülüyor?
Bölgesel Çatışmada Siyonist Varlığın Öncelikleri
Hizbullah Kandırıldı Mı?
İran-İsrail Gerilimi: Alan Daralıyor
İsrail ve Batı, Hizbullah'ın Toparlandığını Düşünüyor
Trump ve Filistin'in Kanı
Boyunduruk Altına Alma Planı Yeni Savaş Getirir
Trump, İran Kartıyla Bir Kumara Mı Hazırlanıyor?
ABD-İsrail'i, Direnişin Siyasi İlerleme Endişesi Sardı
Hizbullah Milletvekili'nden Nasrallah'a: Yolunuz Sürdürülüyor
Netanyahu: Hedeflerimiz İçin En Büyük Engel Hizbullah'tır
Direnişçiler, 'Büyük Haber'i Nasıl Karşıladı?
Seyyid Hasan'ın İzlerini Takip Etmek
İsrail İstihbaratının Sorusu: Hizbullah'ın Elinde Ne Kaldı?
Filistin Halkının Kalbinde Hasan Nasrallah
Direnişin Destek Cephesini Yönetmedeki Zihniyeti
Hacı Muhsin'in Sırlarına Bir Yolculuk
Fuad Şükr ve İbrahim Akil Ortaklığı
Bir İnsan Olarak İbrahim Akil
Abdülkadir: Direnişin Parlak Zekası
Hatice Şükr, Babası Fuat Şükr'ü Anlattı
Fuad Şükr: Direnişin Anlatıcısı
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 3
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 2
Uli'l-Be's Muharebesi'ndeki Zaferin Tarihi - 1
İsrail, Charlie Kirk'in Gizemli Ölümünün Neresinde?
Katar'daki Saldırıyla Netanyahu Asasını Kırdı
İran-Lübnan-Suriye'deki Gelişmeler ve İsrail'in Gelecek Planı
Direniş Fikri ve Onun Tarihi Tezahürleri Üzerine
Yemen Neden Caydırılamıyor?