Ezilen halkların tarihi, adaletsizliğe direnme fikrinin herhangi bir hareket veya partiden daha derin ve köklü olduğunu kanıtlamaktadır. Direniş, özünde belirli bir örgütün malı değil; adalet ve özgürlük ihtiyacının insani ve fıtri bir yansımasıdır. İnsanlar, onurlu bir yaşam sürmeye yönelik doğal bir eğilimle dünyaya gelirler ve toprağa, özgürlüğe ve onurlu bir yaşama dair hakları gasp edildiğinde, adaletsizliğe karşı koymak için ayağa kalkarlar.
Bu ahlaki ve insani gerçek, direnişi sömürgeleştirilmiş veya işgal edilmiş her halk için vazgeçilmez bir zorunluluk haline getirir. Bir halk için bir ordunun varlığı, özünde zulme -harici zulme- direnme fikrini taşır. Bu ortadan kaldırılamaz bir şeydir; ancak insan propaganda yoluyla kendi gücüne olan güvenini kaybedebilir. Düşman defalarca yenilmiş olmasına rağmen (bu sefer, istisna tutularak) düşmanın yenilmez olduğunu iddia eden sömürge propagandası da bu mantıkta çalışır.
İkilem, direniş belirli bir parti veya harekete indirgendiğinde başlıyor. Adaleti savunmak -zamanla zayıflayıp yavaş yavaş zeval bulsa bile- belirli bir siyasi örgütü savunmakla eş anlamlı hale geliyor. Lübnan tarihi bunun canlı bir örneğidir: Lübnan Komünist Partisi ve diğer partiler, kritik anlarda İsrail’e direnmiş; ancak daha sonra geri çekilip kamusal alandan kaybolmuşlardır. Peki bu, direnişin öldüğü anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır!
Direniş fikrini ve direniş ilkesini tarihsel bir örgütlenme biçimine (partiye, harekete) indirgemek, psikolojik ve politik bir çıkmaza yol açar. Psikolojik olarak, söz konusu parti veya hareket gerilediğinde insanlar, fikrin kendisinin yenildiğini hissederler; sonuç: birey adaletsizliğe karşı direnmekten vazgeçer. Politik çıkmazda ise direniş fikri, tek bir partinin kaderine ipotek edilir. Eğer o parti yenilir, geri çekilir veya gerilerse direnişin kendisi ve beraberinde güç de kaybolmuş gibi olur.
Lübnan örneğinde direniş çalışmalarını tekeline alan partinin belli bir kesimden olması direnişi tartışma konusu haline getirirken, direnişi yürüten grubunun zafer halinde siyasi süreci tam olarak kontrol altına alamaması da halkın yaşamı için kötü bir şey olmuştur; zira zafer siyasi değişime dönüşememiştir (oysa mesela Fransa’da Nazizm’e karşı direnişin zaferi, yeni cumhuriyete giden yolu hazırlamıştı).
Binaenaleyh direniş hareketinin kabiliyetlerinin ve deneyimlerinin -ulusal ordunun yanı sıra- mutabık kalınan bir şekilde kullanılması fikri, herkesin ciddiyetle benimsemesi gereken bir fikirdir. Bu, tek başına olmasa bile hayat kurtarır ve nihai hedef de budur. Direniş bir amaç değil, bir araçtır.
Bu çizgi, bir halk olarak yeteneklerimizin sağlam kalmasını isteyen vatansever ve İsrail karşıtı kişiler tarafından ortaya konuldu. Söz konusu yaklaşımı destekleyenler arasında yazarlar ve partiler de var. Etkinliklerini koruyarak direnişin safına geçtiğini belirten “Devletin İçindeki Vatandaşlar” partisi, Şerbel Nahhas’ın Lübnan Adına İktisat ve Devlet isimli sosyal sınıf temelli direnişten ulus merkezli direnişe geçen grubu; yakın zamanda, içinde “Direniş ve askeri yapı, belirli bir askeri doktrine göre ve egemenlik standartları dahilinde bütünleşik bir şekilde faaliyet göstermektedir.” ifadeleri yer alan “Lübnan Ulusal Güvenlik Stratejisinin Temelleri ve Sabitleri” başlıklı belgeyi imzalayan yazarlar, gazeteciler ve akademisyenler bu bağlamda örnek verilebilir.
Elbette bu bir kurtuluş reçetesi değildir; ama ülkenin mukavemeti için tutulması gereken bir yoldur. İnsanların sadece bilimde yeniliklere ulaştığına inanmıyorsak bu, hayata geçirilmesi mümkün bir yeniliktir! Gerçi bugünün aciliyeti silahlı güce odaklanmamızı gerektirse de daha geniş alandaki mücadele, sorunun en büyük sebebi olan mumyalanmış siyasi-ekonomik sistemi aşarak güçlü bir devlet inşa etmektir.
Direniş fikrini örgütsel yapısıyla karıştırmak, ardı ardına gelen hayal kırıklıklarına yol açar. Herhangi bir parti veya hareket bir araç/bir zarf mesabesindedir; fikir ise zarfın içindeki kalıcı, esas unsurdur. Ahlaki ve insani bir değer olarak direniş yenilmezdir; yenilgiye uğratılabilecek veya geri çekilebilecek olan, onu bir dönem boyunca taşıyan tarihsel biçimdir. Dolayısıyla halklar ikisi arasında ayrım yapmalıdır: Büyük fikre bağlı kalırken aynı zamanda her hareketin süreçte bir aşamayı temsil ettiğinin, gerileyebileceğinin veya yenilenip gelişmeye ihtiyaç duyabileceğinin farkında olmalıdır.
Bu temyiz, direnişe kendini adamış partileri terk etme veya devirme çağrısı değildir. Aksine halkın direniş gücünü halk olarak desteklemek, ona güç ve süreklilik kazandırmak için bir zorunluluktur. Fikrin, herhangi bir örgütlenmeden daha geniş olduğunu fark ettiğimizde, örgütlenmelerin hatalarını düzeltme, yenileme ve hatta örgütlenmenin yolunu tamamlayan yeni formüller meydana getirme konusunda daha yetenekli hale geliriz. Sonuçta direniş, kendi başına bir amaç değil; halkın yaşam, adalet ve özgürlük haklarında karşılık bulan daha yüce bir amaca hizmet eden bir araçtır.
Her koşulda direniş terbiyesi vermek stratejik bir zorunluluktur. Çocuklara ve gençlere, adaletsizliğe direnmenin insani bir değer olduğunu ve insan doğası ve inanç ilkeleriyle uyumlu bir şey olduğunu; belirli bir siyasi pankart veya sloganın tekelinde olmadığını öğreten bir eğitim… Bu eğitimle toplum, bir partinin ışıltısı söndüğünde veya yenilgiye uğradığında geçici bir umutsuzluğa kapılmadan uyanık kalır. Kararlılığını tazeler ve kurtuluşa götüren daha akıllı ve daha zeki direniş biçimleri arar.
Bu ince ayrımı korumak her halkın çıkarınadır. Direnişin canlı ve yenilmez bir güç olarak devam etmesini sağlayan da budur. Bu fikir, değişken tarihsel görünümlere bağlı kalmaktan korunduğunda, kaçınılmaz olarak -davanın özünü, yani topraklarımızda adaleti tesis etme ülküsünü muhafaza ederek- sömürgecilik ve işgale, yenilenmiş stratejilerle karşı koymak mümkün hale gelir.
Direniş yalnızca siyasi veya askeri bir eylem değil, her şeyden önce adalete inanan insanın vicdanında kendine yurt bulan bir ruhtur. Peygamberlerin zalimlere karşı haykırışıdır. Bu ruha tutunduğumuzda, direniş insanlık tarihinde uzun bir kervana dönüşür, her nesilde kendini yeniler ve “Şafakta ışığın istikrar bulduğu gibi adalet de yeryüzünde istikrar bulacaktır.” vaadi yerine gelene kadar da asla sönmez.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
