Hizbullah'ın şehit Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 19 Eylül'deki son konuşmasında, işgal devleti tarafından gerçekleştirilen ve patlayan çağrı cihazları ve telsizlerin yer aldığı ölümcül terör saldırısının ardından Lübnan direniş hareketinin durumu hakkında güvence vererek, dayanıklılık ve kararlılık vizyonuyla konuştu:
“Yapımız büyük, güçlü ve uyumlu; hazırlıklarımız tam ... Düşman bilsin ki, olanlar bizim irademizi veya ön saflardaki varlığımızı etkilemeyecek, aksine kararlılığımızı güçlendirecektir.”
Eylemi bir "savaş ilanı" olarak tanıyan merhum direniş lideri, "Gazze'deki savaş sona ermeden Lübnan cephesindeki çatışmaların durmayacağına" söz verdi ve şu sonuca vardı: "Lübnan topraklarına girmelerini umuyoruz... çünkü cephede müstahkem mevkilerdeler ... Bunu tarihi bir fırsat olarak görüyor,uz" dedi.
Bu mesaj, özellikle Nasrallah'ın ve Hizbullah'ın askeri komuta hiyerarşisindeki en üst düzey isimlerin suikasta kurban gitmesinin ardından, hem destekçilerin hem de düşmanların direnişin geleceğini didik didik dediği bir dönemde kritik önem taşıyor.
İşgal devleti güneyi işgal etmek için kara kuvvetlerini görevlendirmeye çalışırken, bu önemli kayıpların ardından direnişin yapısı, komutası, yetenekleri ve savaş yönetimi şu anda ciddi bir endişe kaynağıdır.
Direnişin, Beyrut'un güney banliyösünde, çeşitli düzeylerdeki liderlere suikast düzenlemek için yerleşim bölgesini hedef alan bir dizi yıkıcı İsrail saldırısının ardından darbeler almasının üzerinden dört gün geçti.
Şimdi sorulması gereken soru şu: Sadece direnişi değil, tüm Lübnan'ı tehdit eden bu saldırganlığa direniş nasıl karşılık verecek? Özellikle medya ve dış politika kampanyaları halkın moralini zayıflatmayı hedeflerken, Nasrallah'ın şehit edilmesini Hizbullah'a "ölümcül bir darbe" olarak tasvir ederken, devam eden savaşın yönetimi de aynı derecede acildir.
Peki bu durum, aktüel gerçeklerle nasıl örtüşüyor?
Nasrallah'ın ve önde gelen liderlerin suikasta kurban gitmesi gerçekten önemli bir kayıp olsa da, bu kişiler, İsrail'in güneyi ikinci işgalinin ortasında Lübnan İç Savaşı'ndaki başlangıcından bu yana direnişin ön saflarında yer alan bir neslin parçası.
İsrail'in stratejileri, saldırganlık eğilimleri ve yıldırma yöntemleri hakkında derin bir anlayışa sahipler. İsrail on yıllardır sadece Hizbullah içinde değil, Filistin direnişi de dahil olmak üzere çeşitli fraksiyonlarda direniş liderlerini sistematik olarak hedef aldı.
Bu çabalara rağmen, direniş sadece hayatta kalmakla kalmadı, aynı zamanda daha da güçlendi. Karizmatik lider Nasrallah, öldürülen genel sekreter Abbas el-Musavi'nin halefiydi ve işgal devletiyle müteakip savaşlarda hareketi daha yüksek zirvelere ve stratejik başarılara götürdü, özellikle güneyden çekilmeyi ve 2006 zaferini sağladı.
Ancak şu an, direniş ile İsrail arasındaki çatışmanın tarihindeki en kritik ve hassas aşamalardan birini temsil ediyor. Daha geniş bölgesel ve uluslararası bağlam, özellikle Suriye'deki on yıllık savaşın ardından, riskleri artırdı. Yirmi yıldır istihbarat aygıtını yeniden yönlendiren İsrail, şimdi bölgenin Direniş Ekseni ile doğrudan bir çatışma ile karşı karşıya.
2006'daki 33 günlük savaş, Hizbullah'ın sağlam komuta ve kontrol sisteminin hedeflerine ulaşamamasında kilit bir faktör olduğunu fark eden Tel Aviv için bir dönüm noktasıydı. Winograd Komisyonu'nun savaşla ilgili raporu, savaşın başarısızlığından İsrail istihbaratının büyük ölçüde sorumlu tutulmasını sağladı.
O zamandan beri İsrail, direnişin komuta ve kontrol sisteminin, askeri yeteneklerinden daha fazlasının, kuzeydeki en büyük tehdidi oluşturduğunu kabul ederek odağını değiştirdi. Bu sistemin herhangi bir şekilde hayatta kalması, gelecekteki bir çatışmada İsrail için başka bir yenilgiye yol açabilir.
Başbakan Benjamin Netanyahu hükümeti, Gazze'ye odaklanan neredeyse bir yıllık savaşın ardından, Hizbullah'ın liderliğini ve komuta altyapısını hedef alan bir dizi saldırı düzenleyerek dikkatini kuzeye çevirdi.
Bu, Fuad Şükr'ün öldürülmesiyle başladı, ardından iletişim sistemlerine yönelik saldırılar geldi ve Nasrallah ve birkaç kilit komutanın öldürülmesiyle süreç sonuçlandı. İsrail'in hedefi açık: Hizbullah'ın komuta ve kontrol sistemini bozmak. İsrail bunu yeni bir askeri yenilgiyi önlemek için elzem olarak görüyor.
İşgal devleti, bunun Gazze ve Batı Şeria'da devam eden savaşın ortasında Lübnan destek cephesinin zayıflamasına yol açacağını ve nihayetinde Hizbullah'ı İsrail'in bölgedeki hakimiyetini güvence altına alacak bir teslimiyete zorlayacağını umuyor.
Ancak direniş böyle bir senaryoyu öngörmüş müydü?
Hizbullah, hem 2006 savaşından hem de Winograd raporundan değerli bilgiler edindi ve İsrail'in stratejisini uzun zamandır anlıyor. Buna karşılık, komuta ve kontrol sistemini güçlendirerek, liderlik kayıpları durumunda bile hiçbir boşluk oluşmamasını sağladı.
Bu yaklaşım, 2008'de İmad Muğniye ve 2012'de Hasan Lakkis gibi önde gelen isimlerin öldürülmesinin ardından ortaya çıktı. Örgüt, siyasi, askeri ve güvenlik liderliğinde istikrarı koruyarak herhangi bir büyük aksaklığı önlemek için yapısını sürekli olarak uyarladı.
Son saldırılar kuşkusuz direniş içinde bir bozulma yarattı, ancak bu bir zayıflık işareti değil. Daha ziyade, liderliğin hızlı bir şekilde yeniden yapılanma ve kilit figürlerin kaybından kaynaklanan boşlukları doldurma ihtiyacını yansıtıyor.
Bu yeniden yapılanma dönemi, Hizbullah liderliğinin devam eden savaşa olan bağlılıklarını yeniden teyit eden açıklamalar yayınlamasıyla hızlı oldu. Lider yardımcısı Şeyh Naim Kasım, önemli konuşmasında, direnişin Gazze'yi desteklemeye ve Lübnan'ı savunmaya devam edeceğini vurgulayan ve komuta sisteminin operasyonel ve sağlam kaldığına işaret eden anahtar ifadelere yer verdi.
"Her türlü olasılığa karşı çıkacağız ve İsrailliler karadan girmeye karar verirse, karşı koymaya hazırız. Direniş güçleri bir kara çatışmasına hazırdır" dedi.
Bu açıklama, Netanyahu'nun Batı Asya'nın stratejik statükosunu değiştirme hedefine doğrudan meydan okuyor ve direnişin vizyonunun ulusal sınırların ötesine uzandığını bir kez daha teyit ediyor.
Direniş liderlerinin ölümü, bir milyon sivilin yerinden edilmesi ve İsrail'in aralıksız hava bombardımanı harekatlarında her gün erkek, kadın ve çocukların katledilmesi gibi son birkaç yorucu gün boyunca Lübnan'daki manzara göz önüne alındığında, direnişin gecikmesinin zayıflık ya da geri çekilmeden ötürü değil, daha ziyade saldırıları absorbe etmek ve evini hızla düzenlemek için olduğu açıktır.
Bu, savaş alanındaki eylemlerin başlangıcıydı. Güç dengesi yeniden ayarlandı, bu da başlı başına İsrail-Amerika'nın direnişi yok etme, Cepheler Birliği'ni dağıtma ve bölgeyi İsrail yönetimindeki bir "normalleşme" dönemine sokma planına bir darbedir.
Genel sekreterinin şehit edilmesiyle Hizbullah, İsrail'in savaş hedeflerini engellemek ve Batı Asya halklarının özgürlüğünü sağlamak için her zamankinden daha fazla motive olmuş durumda.
Kudüs Haber Ajansı - KHA