İran, kendi topraklarından başlayan bir harekâtla çevresindeki bir büyükelçilik veya konsolosluğu hedef alarak İsrail’e orantılı bir karşılık verebilirdi. Yine doğrudan ya da müttefikleri aracılığıyla İran, Direniş Ekseni’ndeki alanlardan birinden kendine özgün yeteneklerle İsrail’e bir karşılık da verebilirdi. Ancak İslam Cumhuriyeti’nin üst düzey liderliği, verilecek karşılığın İran’dan başlayan bir harekâtla ve doğrudan İsrail’i hedef almasında karar kıldı. Şu hâlde İslam Cumhuriyeti’nin misilleme saldırısındaki en önemli özellik, çok sayıda İran Devrim Muhafızı komutanının şehit olmasına rağmen, Suriye’deki İran konsolosluğunu hedef alan İsrail saldırısıyla orantısız olması.
Yaşanan gelişme caydırıcı mesajlar içermekte, yeni bir denklem inşa etmekte ve birtakım gerçekleri ortaya koymakta. Bu gerçeklerin en mühimi ise İran İslam Cumhuriyeti’nin sınırlı tepkisine rağmen tıpkı Aksa Tufanı akabinde yaptığı gibi ABD’yi altı ay içinde ikinci kez Tel Aviv’i kurtarmak namına hızlıca harekete geçmeye zorlayan Siyonist düşman varlığının sınırlı gücü. Öte yandan İran’ın tepkisi hem Siyonist varlığı hem de Washington’u geniş veya açık bir savaşa zorlamak yerine, İsrail’in kırmızı çizgilerini ve önceki denklemlerini aşarak ve sonrasında gelebilecek herhangi bir meydan okumaya karşı atılgan bir duruşun kararlılığını göstererek hedeflere ulaşacak şekilde kontrollü ve hesaplıydı (Tahran’ın daha gelişmiş füzeler ve insansız hava araçları kullanabileceği bilinmekte).
Sonrasında İsrail’in vereceği karşılık ne olursa olsun İran İslam Cumhuriyeti, düşman tarafında yer alan pek çok yorumcu ve uzmanın şu veya bu şekilde sözlerine yansıyan bir dizi başarıya imza attı. İran’ın ABD ve İsrail’e karşı “irade savaşını” kazanması şeklinde özetlenebilecek başarılardı bunlar. Tahran’ın yeteneklerinin yalnızca küçük bir kısmını devreye sokmasına rağmen Tel Aviv, kendini korumak için Washington’dan yardım istemeye mecbur kaldı. Yaşanan bu son gelişmeyle beraber bölgesel ve uluslararası güçlerin artık görmezden gelemediği birbirine bağlı ve köklü bir bölgesel güç olarak Direniş Ekseni’nin çehresi tamamlandı. Ayrıca Tahran, müttefiklerinin Tel Aviv’e saldırıları karşılığında İsrail’in, kendisine dayatmaya çalıştığı denkleme karşılık vererek İslam Cumhuriyeti’nden doğrudan bir kazanç sağlama hayalini boşa çıkardı. Evet, İsrail arzu ettiği denklemi sağlamlaştırmayı başarsaydı bugün tamamıyla farklı bir durumla karşı karşıya olurduk. Ayrıca İran, doğrudan bir savaşa girmekten kaçınmak için direkt bir yanıt vermekten caydırılmış gibi gösterilme girişimini de sukut-u hayale uğrattı. Zira Siyonist düşmanın böylesi bir hedefe ulaşması, İran için daha büyük tehlikeleri içeren seçeneklerin ve değerlendirmelerin kendisinden neş’et edeceği bir yaklaşım demekti. Verilen yanıt, ABD İsrail’in yanında olduğunu açıklasa bile, Tahran’ın egemenliğiyle ilgili kırmızı çizgiler aşıldığında doğrudan bir savaşa girmeye hazır olduğunu gösterdi.
Yukarıdakilere ek olarak Tahran, Tel Aviv’in yaklaşık yirmi yıldır savunduğu ve nükleer tesisler de dahil olmak üzere İran’ın stratejik tesislerinin hedef alınması çağrısında bulunan tüm önerilerin dayandığı söylemi de çürüttü. Mezkûr söylemde en fazla öne çıkan tez, bölgede kendini doğrudan hissettiren Amerikan varlığının, İran İslam Cumhuriyeti’nin ABD tarafından kendisine karşı direkt askeri bir saldırı başlatmasından kaçınmak adına Tel Aviv’e karşılık verme riskine girmesini engellediği yönündeydi. Gerçi bu, tüm Amerikan yönetimleri tarafından kabul edilmeyen bir söylemdi ve daha ziyade maliyeti yüksek bir savaşa kayma olasılığı bulunan tehlikeli bir askeri müdahale seçeneği olarak görünüyordu. Pazar günü itibariyle 2024’ün İran’ı, yetenekleri açısından Amerika’nın kendisine yöneltebileceği saldırılar nedeniyle tepkisini kısıtlama noktasında 1980’lerin İran’ından kökten farklı olduğunu kanıtladı.
Lübnan’dan bu kadar çok insansız hava aracı ve füze fırlatılsaydı neler olacağını hayal etmek yeterli
Böylece İran, Şam’daki konsolosluğuna yönelik saldırının temsil ettiği tehdidi, henüz netleşme aşamasında olan ve daha yüksek tavanlara doğru gelişebilecek yeni kuralların oluşturulması için bir fırsata dönüştürmeyi başardı. Artık İsrail’in vereceği hiçbir karşılık sonucu değiştiremeyecek; özellikle de İran toprakları dışında doğrudan bir güvenlik müdahalesi veya askeri müdahaleler yapılması, İsrail için daha büyük riskler oluşturacakken ve Biden yönetimi buna karşı çıkıyorken. Son turun en önemli neticelerinden biri de Aksa Tufanı ile başlayan ve İsrail’in Gazze savaşındaki ve destek cepheleri karşısındaki başarısızlıklarıyla devam eden önceki aşamalarla aynı doğrultuda imajına, caydırıcılığına ve bölgesel konumuna zarar verecek biçimde İsrail’in güvenliğini ve stratejik derinliğini korumak adına etkin Amerikan desteğine yapısal ve derinden ihtiyaç duyduğunun açığa çıkması oldu. Bölgesel dönüşümlere hangi anlayış üzerinden yaklaşılacağına ilişkin etkileri olacak, İsrail’e düşman ve dost tüm tarafların değerlendirmelerinde yer alacak stratejik bir değişimdi bu.
Özetle İran İslam Cumhuriyeti, Siyonist düşmanın varlığını gerçek bir ikilemle baş başa bırakmayı başardı: Eğer İsrail, doğrudan bir askeri karşılık vererek ileri gitmeye karar verirse, kendisini daha tehlikeli bir tepkiyle karşıya bırakacak; bunu yapmaktan kaçınırsa caydırıcı gücünün zayıfladığını kabul etmiş olacak ki bu da içinde bulunduğu kötü durumu derinleştirecek (verilecek tepkilerde güvenlik tavanlarının korunması durumunda denklemin değişmeyeceğini kaydetmek bu noktada faydalı olacak). Bu ikilemden çıkmak için ABD Başkanı Joe Biden, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’dan hücumu engelleme operasyonunun başarılı olduğu söylemiyle yaşananların bir “zafer” olduğu imajını vermesini istedi. Böylece Siyonist varlık en tepesine tırmandığı merdivenden prestij kaybetmeden inebilir diye düşünüldü. Ne var ki bu seçenek, her İsraillinin hissettiği şey ve Siyonist varlığın kendi içinde ve uluslararası kamuoyundaki görüntüsü ile uyumsuzluk oluşturdu.
Her halükârda İran İslam Cumhuriyeti’nin verdiği karşılık, Siyonist düşman bölgesindeki siyasi ve güvenlikle ilgili karar alma mekanizmasının karşı karşıya olduğu zorlukları ağırlaştıran niteliksel bir değişimi temsil etti ve Tahran’ın, özellikle Arap kamuoyunda ve Filistinliler üzerinde Washington ve Tel Aviv’in etkilerini sınırlamak için çaba harcayacağı stratejik başarılarını artırmasına olanak sağladı. Yaşananlar aynı zamanda güç denklemlerinin Direniş Ekseni lehine değiştiği gerçeğini de ortaya çıkardı. Durumu kavramak adına, yakın mesafeden ötürü füze önleme sistemlerinin etkinliğinin azalması ile tamamen açığa çıkacak İsrail derinliklerine, bu kadar çok sayıda insansız hava aracı ve füze Lübnan’dan fırlatılsaydı ne olurdu diye hayal etmek herhalde yeterli olur.
Kudüs Haber Ajansı - KHA