Sol iktidarda olsa bile İsrail, sağcı çeteler döneminin mantığını asla bırakmadı. Menahem Begin ve İzak Şamir gibi isimlerin liderliğindeki çetelerin faaliyetlerini örtbas eden David Ben-Gurion, bugün sadece Itamar Ben-Gvir gibi aşırılıkçıları korumakla kalmayan, onları aşmasa da aynı zamanda aşırılıklarını paylaşan Netanyahu’dan daha az siyonist değildi. Bu tarih, geçmişte olanları her zaman şu anda olanlarla ilişkilendiren İsrailli liderlerin zihinlerinden bir an olsun silinmiyor. Buna ek olarak, İsrail’in günlük politikasında, etkisini dünya üzerinde gösterme anlamına gelen küresel boyut, gücünün temel faktörü olarak ortaya çıkıyor. Çeteler ve para, 1897’deki tesisinden 1948’de İsrail’in kurulmasına ve bugüne kadar Siyonist hareketin Filistin ve dünyadaki temel araçları olmuştur. Çeteler, Filistinlilerin göç ettirilmesinde kilit rol oynamış ve aynı zamanda sağ iktidara gelmeden çok önce İsrail politikası üzerinde büyük bir etki meydana getirmiştir. Sağ bunu başarmak için İsraillileri öldürmeye de her zaman hazırdı. Nitekim Netanyahu’nun suikastına azmettirenlerden biri sayıldığı İzak Rabin’in başına gelen de buydu. Netanyahu, radikalliğini, 1930’larda Siyonist hareketin içinde “reformcu bir akım” olarak kendini sunan ve daha sonra Herut ve Likud partilerinin kendisinden neşet ettiği Betar hareketinde Vladimir Jabotinsky’nin ortağı olan babasından miras aldı.
Mevzu, durumu İsrail’in, ABD ve İngiltere gibi dünyadaki büyük müttefiklerine karşı kaba davranmasına taşıyor ki bu tavır, önce aşağılayıcı bir meydan okuma ve ardından karşılıksız açık bir destek beklentisi içeriyor. İsrailli liderler, Batılı hükümetlerin Siyonist hareketin sağladığı paraya varlıklarını borçlu olduklarını varsayıyor.
Geçtiğimiz Cuma günü, İsrail’in “Whynet” haber sitesi, İngilizlerin, Gazze Şeridi’ndeki esirleri ziyaret etmek için resmi bir talepte bulunduğunu ve İsrail’in bu talebi reddettiğini bildirdi. Londra’nın İsrail’e silah desteğini kesme ihtimaline bir yanıt olarak İsrail’den üst düzey bir güvenlik yetkilisi, “İngiliz mandası 1948’de sona erdi ve İngiliz silahları olmadan kendi işimizi halledebiliriz.” dedi. Aynı gün Netanyahu, ABD’nin kendisiyle koordinasyon olmaksızın operasyona devam edilmesi halinde İsrail’e verilen askeri desteği kesme tehdidine doğrudan bir yanıt olarak ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’dan gelen ve Refah operasyonunun durdurmasını isteyen talebi reddetti ve Washington’un desteği olmadan İsrail’in bu operasyona devam edeceğini de sözlerine ekledi.
İsrail’e karşı çıkanların, siyonist rejimin peşini bırakmadığı bir yer kalmadı dünyada
7 Ekim’den sonra İsrailliler, devletin temelleri sallantıdaymış gibi davranmaya başladı ve bünyesinde köklü değişiklikler yapılması zorunlu hale geldi. Başka bir deyişle, şu anda Gazze’de yaşanan türden, yıkıp-yerinden etme operasyonlarını gerektiren devletin ikinci bir kurulma sürecine girilmişti sanki. Bu yaklaşım, Netanyahu’nun tüm risklere rağmen Refah harekâtına devam etme konusundaki ısrarını açıklıyor. Suudi Arabistan’la normalleşme karşılığında Gazze savaşının durdurulması yönünde pazarlıkların yapılması veya Camp David Anlaşması’nı tehlikeye atmamak için Refah’ın işgalinden kaçınılması gibi şeyler mevzu bahis değil gibi görünüyor. Ona göre Camp David Mısır rejimi için bir ihtiyaç, normalleşme ise Suudi yöneticiler için bir ihtiyaç ve İsrail bunlardan yararlansa bile kendisi bunların bedelini ödemek zorunda değil. Konunun sadece hükümetteki radikallerle sınırlı olmadığı, İsrail kamuoyunda da kabul edildiği belli. Muhalifler, Netanyahu’nun bir kısmını ön plana çıksın diye savaş konseyine getirdiği hükümet liderinin pençesinden kurtulamayan ve kararı etkilemeyen aciz bir azınlık. Netanyahu, Batı’nın kastettiği Filistin devleti sadece ismen bir devlet olsa bile, Knesset’in (parlamentonun) 9’a karşı 99 oyla “iki devletli çözüme” karşı çıktığı gerçeğine dayanıyor.
İsrail’in kurucuları belki de projelerine taviz vermeden devam edebileceklerini düşündüklerinde haklıydılar. Kuruluş dönemi bugünküne benzer tartışmalara sahne oldu. Ancak mevcut liderlerin kararlılıklarına geçmişten örnek alarak devam etmeleri için çok temel bir halka eksik; o da mevcut düşmanların geçmiştekilerden farklı olması. Dolayısıyla Batı’nın İsrail’i düştüğü çukurdan nasıl çıkaracağını düşünmekle haklı olduğu bu kez ortaya çıkabilir. Araplar ise Siyonist varlığın kuruluşu sırasında ve sonrasında ona karşı düşmanlık konusunda sadece görünüşte hemfikirdir. Bu ülkelerin arasında kendi varlığı İsrail ve Batı’yla bağlantılı birçok rejim vardı ve hâlâ da var. İşte gerçek konum ile ilan edilen konum arasındaki bu ikilik, Filistin davasına zarar veriyordu. Ama artık malum Arap devletleri, rejimler ve bünyelerindeki diğer güçler olarak açıkça düşmanın müttefiki veya savaşçısı olma arasında bölünmüş durumdalar ki bu daha iyi. İsrail ise şu anda devlet başkanlarından üniversite öğrencilerine kadar tüm dünyayla çatışıyor. İsrail’e karşı çıkanların, Siyonist rejimin peşini bırakmadığı bir yer kalmadı dünyada. İsrail basını, Gazze’deki olayları aktarırken sert sansürlerle karşı karşıya kalıyor ve bu olaylara yer ayırıyor.
Şu anda İsrail üzerinde gördüğümüz Batı baskısının tek bir amacı var: Netanyahu hükümetini devirmek ve Batı’nın çıkarlarına daha duyarlı bir hükümet getirmek. Ancak bu kolay bir iş değil; Batı, Netanyahu’ya sırt çeviremez; çünkü Netanyahu iktidar koalisyonu üzerinde sıkı bir kontrole sahipken, erken seçime gitmek için yeterli iç baskı da yok. Ayrıca Netanyahu için bu koşullar altında koalisyonun dağılmasına sebep olacak şey, Amerikalılara itaat etmek; onlara karşı çıkmak ve onlara meydan okumak değil. Ne var ki düşman başbakanın değerlendirmesinde yanılgısı, her geçen gün kırılmaz olduğunu kanıtlayan bir direnişle karşı karşıya olduğu ve bu direnişin sahadaki performansının ve Filistin’e yönelik küresel sempatinin onu devirebilecek şeyler olduğudur. Batılı hükümetleri İsrail’in ardında olmaya zorlamanın bu kez ona pek bir faydası da olmayabilir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA