Arap sahasındaki Direniş Ekseni’nin baş tacı olan Hizbullah, çevresinde savaş ateşi yükseldiğinde Arap vatandaşının sorduğu tüm açık sorulara her zaman doğru yanıtı temsil ediyor. Neticede mezhepçi dil çöküyor, kışkırtıcı söylem ortadan kalkıyor ve hüküm meydanlara kalıyor.
Arapların son 30 yılda düşman İsrail’e karşı verdiği her savaşta Lübnan direnişi sahada, yeterli ve zafere ulaşma kapasitesine sahip bir güçtü. Bu da işgal altındaki Filistin topraklarında her silahlı çatışma alevlendiğinde Arapların zihninin otomatik olarak Beyrut'un güney banliyölerine yönelmesine neden oldu.
Bu durum, Arap sokağının pusulasını değiştirerek onu Tahran'dan San’a'ya uzanan, Beyrut ve Şam'dan geçen kampla düşmanlık kategorisine sokmak için yoğun çaba harcayan Direniş Ekseni muhaliflerinin çılgınlığını ateşledi. İlgili çabalar iki etkene odaklandı: Birincisi, mezhep kışkırtması ve bu bağlamdaki asılsız iddialar; diğeri ise desteklediğini iddia ettiği milliyetçi ve üniter ideolojiden geriye kalanları hançerleyen Arapçılığın aldatıcı kisvesi.
25 Mayıs 2000'de güney Lübnan'ın özgürleştirilmesinden sonra Arap sokakları ile Lübnan direnişi arasında oluşan olumlu psikolojik bağları kırmak amacıyla Körfez başkentleri, uzun yıllar boyunca petrol paralarını tüm uydu kanallarında görünen fanatik din adamlarına ve şarlatan kültürcülere harcadı. Bu olay, elbette Körfez ülkelerinin saf iradesiyle gerçekleşmedi; bilakis bu, ilgili rejimlerin uyduğu bir Amerikan görevlendirmesiydi.
Amerikan istihbaratının zaman zaman yayınladığı raporlarda, Arap Baharı öncesine ait dönemde Seyyid Hasan Nasrallah'ın resimlerinin Bağdat'tan Nuakşot'a kadar tüm siyasi toplantılarda yayılmasının Beyaz Saray'da ne kadar tedirginlik oluşturduğu ortaya çıkıyor. O kadar ki son on yılda bir sel gibi ortaya çıkan mezhepçi fanatizmin ve bölücü fikirlerin yayılması, insanları uzaklaştırmak amacıyla direnişi kucaklayan halkı hedef aldığı kadar Arap ulusal devletine karşı değildi.
Amerika ve onun İsrail kuyruğu, Hizbullah'ı, Filistin için slogan atıldığında Arap meydanlarında adının haykırıldığı bir direniş biriminden, okçuların sırayla nişan alabileceği bir atış platformuna dönüştürmek istedi. Nihayetinde bir zaman geldi ki Hizbullah’ın taraftarları desteklerini açıklamaktan çekindiler. Sonra Aksa Tufanı geldi ve sanki bu proje hiç yaşanmamış gibi maziyi silip süpürdü.
Aksa Tufanı ve Hizbullah
Gazze direnişinin gerçekleştirdiği efsanevi 7 Ekim Operasyonu’nun sonucunda ortaya çıkan ve pek çok kişinin dikkat etmediği olayın önemli bir yönü var ki o da özellikle kamuoyunda gerek avam gerek seçkinler düzleminde benzeri görülmemiş bir kafa karışıklığı ve bölünme meydana getiren Arap Baharı olaylarına kadar ön planda olan Filistin meselesinin geçtiğimiz yarım yüzyıl boyunca olduğu gibi yeniden ön plana çıkmasıdır.
Örneğin, Suriye'deki savaşın ilk yıllarında Mısır sokaklarının geniş kesimlerinin görüşlerini takip ettiğinizde, Suriye Arap Ordusu ve onunla ittifak kurmuş tüm eksene karşı kışkırtmayı bir an bile durdurmayan Batı ve Körfez medya makinelerinin etkisini rahatlıkla hissedebiliyordunuz. O dönemde direnişe verilen destek ortadan kalktı ve Filistin meselesinde de bölünme ortaya çıktı.
Burada Direniş Ekseni’ne bağlılık veya yönelme ile Siyonizm düşmanlığı ve Filistin'in özgürleştirilmesinin gerekliliği ve olanağına olan inanç arasındaki ilişkiyle alakalı önemli bir faktör ortaya çıkıyor. Basitçe söylemek gerekirse, Filistinli direniş gruplarını finanse eden, silahlandıran ve eğiten bir taraf var. Mücadelelerini verirken onu desteklemek için inisiyatif alır ve üzerindeki baskıyı hafifletmek için savaş alanını genişletir. Onu kucaklayan, koruyan ve herkes onu batırmak için komplo kurduğunda onu yüzdüren bu tarafı desteklemeden hiç kimse, Gazze’de veya Batı Şeria’daki direnişe arka olduğunu iddia edemez.
Güney Kaliforniya Üniversitesi'nde psikoloji alanında doçent olan Jonas Kaplan şöyle diyor: “Siyasi inançlar insanların kimliği ve benlik duygusu açısından önemlidir. Taassub ise insan beyninin ister bir cisim ister inanç olsun bir şeyin kendisine ait olduğuna inandığında onu aynı şekilde korumasından kaynaklanmaktadır.”
2011’den sonra bir noktada herkes kendisinden daha büyük bir şeye ait olma arzusu duydu; bir dava veya genel tavır. Sorun şu ki siyasi ortam bu siyasi açgözlülüğü kullanacak ve zihinlerdeki boşluğu iyi malzemelerle dolduracak kadar olgun değildi. Tam da burada Batı yanlısı ve kendinden nefret eden Doğulu gruplar için kolektif aklı kendi çıkarlarından, çevresinden ve “direnişinden” uzaklaştırma fırsatı oluşmuştu. Arap sokaklarını neredeyse on yıl boyunca kendisiyle birlikte sürükleyen girdap da buradan peyda oluyordu. Bu bağlamdaki paradoks, bazen “demokrasi” bazen de “mezhepçilik” adına sıradan insanları direnişe karşı kışkırtan seçkinler zümresinin, yaklaşımlarına maddi veya akılcı bir temel sunmadan asılsız iddialara dayanmaları ve duygu sömürüsünü kullanmaları. Direnişi destekleyenler ve komplo karşıtları ise tamamen gerçekçiydi ve savunma argümanlarını ülkenin, halkın ve insanların sömürgeci tahakkümden ve İsrail işgalinden kurtulma temeline dayandırıyordu. Basitçe böyleydi.
Hizbullah Genel Sekreteri adına slogan atmanın Kahire, Amman ve Tunus sokaklarına nasıl döndüğünü kimse bilmiyor; özellikle de Arap sokaklarında bu seçeneği benimseyen herhangi bir parti veya sınır ötesi hareket bulunmadığı için. Ancak kesin olan şu ki Arap vatandaşları Aksa Tufanı neticesinde gurur duyduğunda ve sonrasında gelen İsrail’in şiddetli tepkisinin ardından yaklaşan tehlikeyi hissettiğinde gözleri otomatik olarak Güney Lübnan'daki direnişin atan kalbine yöneldi. Bu tamamen mantıklı ve akıllıca bir hareketti.
Hizbullah’ın popülaritesi son haftalarda birdenbire arttı. Birer birer şehitlerini sunarken Arap sokağının Hizbullah’a olan itimadı hayal kırıklığına uğramadı. Kassam Tugayları ve Kudüs Seriyyeleri ile beraber mücadeleye ilk günden itibaren ortak oldu.
Burada Hizbullah halkın birincil tercihini temsil ediyor; taviz vermeyen ve tereddüt etmeyen tercih. Aynı zamanda mücadelesini tam bir akılcılıkla yönetip kendisini aktif taraf haline getirirken rakibini de tepki veren konuma düşüren tercih.
Gözünüzün Önünde Olan Ama Fark Edemediğiniz
Körfez tarafından finanse edilen ve Arapça yayın yapan Batılı medya, son üç aydır Direniş Ekseni’nin yeteri kadar silahlı eylemlerde bulunmadığı veya katılımının faydasız olduğu yönündeki bir anlatının reklamını yapmaya çalıştı. Ne var ki burada önemli olan, Arap vatandaşının -kolayca- bu tür uydurma söylemlerden sadece savaş alanını kendi gözleriyle görmesi ve Babu’l-Mendeb Boğazı'ndan güney Lübnan’a ve hatta Irak ve Suriye’ye kadar yapılan fedakarlıkları izlemesi nedeniyle yüz çevirmesidir.
Arap vatandaşlarının lisanıhâlinden anlaşılan, Riyad'ı eğlence sezonuyla, Abu Dabi'yi normalleşmeyle, Kahire'yi her zamanki kafa karışıklığıyla beraber; silah taşıyan, Kızıldeniz'de İsraillileri ticaretlerini sekteye uğratmak için kovalayan, güneyden kuzeye doğru Lübnan sınırında “Eilat”ı bombalayan ve Irak ve Suriye'deki Arap topraklarındaki üslerinde bizzat Amerikalıyı hedef almak için elinden geleni yapan yetkin bir eksenle aynı kefeye koymanın imkansızlığıydı.
Boğazına kadar Gazze Şeridi'ne batmış olan ve beyaz bayrağı çekmek üzere olan düşman İsrail, kesinlikle İslami Direniş’e ait olan yeni bir dönemi başlatacak bir devrin bitişine imza atacak. Direnişin Arap sokağında işgal ettiği alanı hissedemeyen herkes, gerçeği gerektiği gibi izleme konusunda gafildir ve ayrıca Batı sömürgeciliğine darbe indiren olgun bir Orta Doğu gücünün ortaya çıkmasının büyük ölçüde yolunu açan uluslararası değişimlerin haritasını da doğru dürüst okumuyor demektir.
Batılı araştırma merkezlerinin son raporları, son zamanlarda Filistin’in İran ve ekseni açısından merkezi konumuna odaklanmaya başladı. Şimdi bu merkezler, gerçekte Filistinlinin geleceği Filistinlinin elindeyken Aksa Tufanı’na dair yaşananların merkezinde İran olduğunu düşünerek Filistin'e küçümseyerek yaklaştıklarından, Avrupa başkentlerinin liderlerini, Direniş Ekseni liderlerinin düşünce mekanizmalarından habersiz olmakla suçluyor.
Şu hâlde işgal altındaki topraklarda elde edilen her zafer, tüm eksen için ve yalnızca Siyonistlere karşı değil, aynı zamanda onu destekleyen Batılı kibirli güçlere karşı da bir zaferdir.
Hiç şüphe yok ki Lübnan'daki İslami Direniş ve Hamas, İsrail’e karşı çıkan ve onu esir değişimi veya işgal altındaki topraklardan çekilme gibi şeyler yapmaya zorlayan tek Arap güçleridir. Arap ülkelerindeki gençleri ve yaşlıları onların etrafında toplanmaya iten şey de budur ve şu an geçmiş dönemde eksik kalmış olabilecek farkındalığı yeniden sağlamanın tam zamanıdır.
Gelecek Kimin?
Sadece küreselleşme sayesinde dünya birbirine bağlı hale gelmedi; bilakis tarihin başlangıcından bu yana dünyanın her köşesi çevresinde olup bitenlerden etkilendi. Hiçbir halk, çevresinde meydana gelen tüm değişimlerden tamamen bağımsız olarak bir medeniyet kurduğunu veya herhangi bir başarı elde ettiğini iddia edemez. Ya ondan ödünç alırsın ya da ona ödünç verirsin. Çağlar boyu devam eden insanlığın en temel gerçeklerinden biri de budur.
Önemli olan bugün dünyanın gerçekten kabuk değiştiriyor olmasıdır. Çin, dünya pazarlarını hatta Avrupa'yı ve Kuzey Amerika'yı bile fetheden bir ekonomik güç olarak sürekli büyüyor. Rusya ise askeri güce ve doğal kaynaklara dayanarak üçüncü dünya ülkelerini kendine çekebilecek bir siyasi kutup olarak yükselişini sürdürüyor. Bu konuların, Orta Doğu bölgesini de doğal olarak etkilemesi söz konusu. Her ne kadar etki bugün ortalama düzeyde olsa da ileride daha güçlü olacak.
Yemen Silahlı Kuvvetleri’nin, Washington'un kurduğu Refah Muhafızı Koalisyonu’nu kınamak için uluslararası kurumlarda Moskova nezdinde bir destekçi bulması bunun bir göstergesidir. Ekonomik krizden yavaş yavaş Tahran ve Pekin'e yaslanarak çıkan Şam'ın da bir başka işaret olduğu söylenebilir. Filistin’e gelince eski haline döndü ve dünyanın çeşitli ülkelerinden hatta kuzey ülkelerinden bile taraftarı var.
Gelecek, kesinlikle Siyonistlere ait değil; kararlarını başkalarının iradesine göre verenlerin de değil. Gelecek, kendilerine ve kararlarının bağımsızlığına güvenenlerin, bu uğurda sömürgeci güçlere meydan okuyanların ve asil hedeflerine ulaşma zamanının yaklaştığına inanarak kararlarıyla alakalı gayrete itimat edenlerindir.
Kudüs Haber Ajansı - KHA