Cezayir’de düzenlenen Arap Zirvesi, Filistin sorununa nihai çözüm olarak sözde ‘Arap Barış İnisiyatifine’ bağlılığını teyit ederken, Binyamin Netanyahu ile Arap karşıtı dindar Likud bloğunun iktidara dönmesiyle İsrail’in çabuk ve kararlı cevabı geldi.
1 Kasım’daki milletvekili seçimlerinde İsrailliler, işgal altındaki Filistin’in tamamında Filistinlileri öldürüp sürme ve ülkede sadece Yahudi-Siyonist kimliğini güçlendirme politikasını açıkça benimseyen Arap karşıtı ırkçı, dini partilere yüksek oranda oy verdi.
15 sandalye kazanan ve Yahudi devletinin kısa tarihindeki en ırkçı iki şahsın, Bezael H. Cherish ve yardımcısı Itamar Ben Gvir’in önderlik ettiği “Yahudi Gücü” partisi, Netanyahu’nun koalisyon hükümetinin omurgasını teşkil edecek.
İsrail ile barış anlaşmaları imzalayan Arap monarkların en önemli ortağı olacak olan bu partinin lideri Arapların öldürülmesi, sürgün edilmesi ve “onurları” için şehit bedenlerinin domuz derisine sarılması çağrısında bulundu.
Yeni düstur normalleşme
Her şeye rağmen Ben Gvir ve Netanyahu, Arap konukseverliğinin keyfini çıkarıp yaldızlı kadehlerinden içkilerini içecekleri Arap başkentlerinde kırmızı halılarla karşılanacaktır. Aslında galip İsrail koalisyonu ile mağlup (Lapid-Gantz) olan arasında bir fark yoktur.
Her ikisi de karşılıklı husumet ve Arap ile Müslümanlara duydukları düşmanlıkta buluşmaktadır. Önceki İsrail hükümetinin Savunma Bakanı General Benny Gantz, sayısız Arabı öldüren bir İsrailli olmakla övünüyordu ve içinde bulunduğu hükümet bu yılın başından itibaren 166 Filistinliyi öldürdüğü için bu doğruydu.
Ancak yine de bir umut ışığı var: Bu ırkçı hükümet İsrail’in sonunu hızlandıracak ve onu kaçınılmaz sona götürecek. Bu, paralanmış Arap ordularının elleriyle değil Filistin direnişi ve bölgedeki müttefiklerinin elleriyle, onların füze ve dronlarıyla gerçekleşecek.
Netanyahu hükümeti ile onun aşırılık yanlısı koalisyonunun iktidara gelmelerinin ardından atması muhtemel üç adım var:
Birincisi, Trump dönemine ait “Asrın Anlaşmasını” canlandırmak, Batı Şeria’yı ilhak etmek ve orada yaşayan Filistinlilerin büyük bölümünü “alternatif bir vatan” olarak Ürdün’e sürgün etmek.
İkincisi, El Aksa Camii’ne baskınların artması, Doğu Kudüs’teki Yahudi denetiminin sağlamlaştırılması ve bölgenin Arap ve İslam kimliğinin yok edilmesi. İlk adım onun El Halil’deki İbrahim Camii modelinde bölüp akabinde yıkarak kalıntıların üzerine iddia konusu “tapınağı” dikmek olabilir.
Üçüncüsü, Filistinliler ile Oslo Mutabakatı’nda olduğu gibi, Lübnan ile denizcilik sınırı anlaşmasını iptal etmek ya da askıya almak. Netanyahu seçim kampanyasında buna niyetli olduğunu açıkça söylemişti.
Kısmen Lübnan’a ait olduğu kabul edilen Kana’ya henüz dokunulmamışken ve şu ana kadar bir inceleme ya da keşif çalışması yürütülmemişken Kariş sahasından doğalgaz ve petrol çıkarma işlemi hâlihazırda başlamış olduğu için bu adımın atılması muhtemel.
Görülebilir gelecekte Lübnan gaz sahalarında bir hareket olacak gibi görünmüyor. ABD’li aynı arabulucular Oslo Mutabakatı’nın yüzde birinin bile uygulanmasını garanti etmemişlerdi.
Yenilenmiş Filistin silahlı direnişi
Ancak Netanyahu hem içeride hem de dışarıda oldukça farklı durumları yönetecek. Bilmeyenler için söylemek gerekirse İsrail giderek artan bir iç çatışma ile ve en önemlisi de Batı Şeria’daki silahlı direniş şeklinde yeni bir intifada ile karşı karşıya.
Filistin halkının giderek daha fazla benimsediği bir hareket olup siyasi ve askeri nüfuzu büyüyen Aslan Yuvası fenomenini tartışmadan Batı Şeria’daki direnişi tartışmamız mümkün değildir. Batı Şeria’nın pek çok bölgesinde, Nablus, Cenin ve El Halil’de – sonra Ramallah ve akabinde 1948’den önce işgal edilmiş Filistin topraklarında – bir komando operasyonunun yaşanmadığı tek bir gün geçmiyor.
Netanyahu son başbakanlığı döneminde imzalanan İbrahim Mutabakatına bir ya da iki Arap hükümetini daha eklemeyi başarabilir. Ancak böyle politik manevralar, “uyanan” Filistin halkı ile onların silahlı direnişe dönüşleri ışığında bir değer taşımayacaktır.
Geri dönen Netanyahu, kendisini aşağılayan Mayıs 2021’deki “Kudüs’ün Kılıcı” savaşını ve milyonlarca İsrailli yerleşimciyi sığınaklarda kalmaya zorlayarak 11 günden fazla bir süre işgalci devleti izole eden füzelerini unutmayacaktır.
Bu füzeler, yüzlerce silahlı dronla birlikte mevcut ve hazırdır. Belki de İsrail’in yeni Başbakanının, Filistin İslami Cihad hareketinin liderleri Baha Ebu’l Atta’ya düzenlenen suikaste cevaben fırlattığı 400 füze karşısında Aşdod’daki seçim toplantısını nasıl bitirip korku içinde kaçtığını hatırlamaya değer.
Ofiste sıradan bir gün daha mı?
Netanyahu’nun geri döndüğü “İsrail”, bıraktığı İsrail değil ve bugünkü dünya, son iktidarında tanıdığı dünya değil. Onun destekçisi ABD, Ukrayna’da Rusya karşısında benzersiz bir yıpratma savaşına batmış durumda. Ukrayna’daki dindaşı Volodimir Zelenski şu ana kadar ülkenin beşte birini kaybedip onu karanlık ve umutsuzluğa itti.
Netanyahu, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakın görünüyor ve bu dostluk Ukrayna savaşından önce derinleşmişti. Bu durum dramatik bir biçimde değişti ve yeni birçok kutupluluk döneminde Washington ile Moskova arasında seçim yapmaya zorlanacak.
Aslan Yuvası’na gelince, onlar işgal altındaki Filistin’deki – belki de Arap dünyasındaki – bütün denklemleri ve angajman kurallarını etkin bir biçimde değiştirdiler. Ve bu bağlamda sertlik yanlısı Netanyahu’nun iktidara dönüşünü gerçekten “kutlayacaklar”.
Kudüs Haber Ajansı - KHA