İki yıldır Gazze ve Filistin’de yaşananlara ilişkin tartışmalar bitmeyecek ve bir noktada tıkanıp kalacak: Kim kazandı, kim yenildi?
İsrail’in hedeflerine ulaştığı söylemini savunanlarla kısır bir tartışmaya gerek yok. Zira bu görüşü savunanlar, meseleyi doğrudan elde edilen sonuçlara göre değerlendiriyorlar. Hatta bu noktayı bile çarpıtıyorlar. Onlar için her tartışmanın temeli, sonuç elde etme gücü ile bağlantılı. Evet, onlar için güç, işgal ve sömürgecilikten kurtuluş mücadelesinde katlanabileceğiniz fedakarlıklar değildir; karşı taraftaki hasımın verdiği zarara ne ölçüde tahammül edebildiğinizdir.
Parasını, zamanını, refahını ve istikrarını kaybetmekten korkan her insanda olduğu gibi böylesi bir kıyas ölçütü bu insanları da tek bir sonuca götürüyor: İsrail, 75 binden fazla Filistinliyi öldürdü, Gazze Şeridi’ndeki sivil tesislerin %85’ini yıktı, 150 binden fazla kişiyi yaraladı ve 10 binlerce kişiyi yetim ve yoksul bıraktı. Evet, böylesi bir izlekten kıyasları, onları derhal İsrail’i savaşın galibi olarak görmeye yöneltiyor. Bu, İsrail ile çatışmanın patlak vermesinden bu yana uygulanan bir yaklaşımdır.
Biz Lübnan’da bir yıl önce aynı hesabı denedik. O zamanlar bazıları, İsrail’in zaferinin; bir yandan direniş liderlerini tasfiye etmesi, diğer yandan 5 binden fazla savaşçı ve sivili öldürmesi, 10 binlerce tesisi yıkması ve ardından da Lübnan genelinde tehdit olarak gördüğü her şeye karşı serbestçe hareket etme hakkını elde etmesi olduğunu düşünüyordu.
Peki, bu insanlar bir an için meseleyi kendi bakış açılarından çok da farklı olmayan bir bakış açısıyla, daha ziyade şu soruyu sorarak incelemeyi akıl ediyorlar mı: İsrail bu savaştan ne elde etmek istedi ve gerçekte ne elde etti?
İsrail’in zaferine inananların, İsrail’in bu savaştan gerçekte ne elde ettiğini tartıştıklarını duymamız bir mucize mesabesindedir. Dolayısıyla, bu insanlarla bunu tartışmak boşunadır.
Buna karşılık, Gazze’deki direniş ve bölgedeki destekçileri, yaşananlara dair kapsamlı bir anlatı sunmada büyük bir zorlukla karşı karşıya kalacaktır. Bu anlatı, yalnızca tarihin çarpıtılmasını önlemek için değil, aynı zamanda bir sonraki aşamada eyleme geçmek için de gereklidir. Filistinliler için “ertesi güne” dair soru artık masada ve bir yandan Amerikalılar ve İsrailliler, diğer yandan direnişin Arap ve Müslüman düşmanları, Filistin’deki direnişe karşı yeni bir cephe açmak için olağanüstü hazırlıklar yapmaktadır. Evet, tüm bu kesimler, direnişi yaşanan her şeyden sorumlu tutmayı amaçlayan bir siyasi, medya ve seferberlik kampanyası başlatmaya hazırlanmaktadır.
Amaç, direniş güçlerine ve liderlerine sorumluluğu yüklemekten ziyade, onları tecrit edip dışlamak ve direnişi akla yer olmayan çılgın bir eylem olarak gören ve Filistin’in geleceğinin, son sözün güçlülerde olduğu anlayışına dayanan politikalara bağlı olması gerektiğini savunan yeni bir otoritenin kurulmasının önünü açmaktır. Bu insanlar zaten bu şekilde direnişi yalnız bırakmalarını ve Amerikan politikalarına boyun eğmelerini meşrulaştırmaktadır.
Bu nedenle, bundan sonra askeri savaştan daha az şiddetli olmayan bir çatışmaya hazırlanmalıyız. İşgalci düşmanın suçlarının durmayacağını ve sunulan tüm garantilerin, Siyonist düşmanın şu anda Lübnan ve Suriye’de yaptığı gibi, öldürme ve yıkımına devam etmesini engelleyecek hiçbir şey içermediğini unutmamalıyız. Evet, İsrail bunu yapacak ve yanında, olabilecek her şeyden direnişi sorumlu tutacak müttefikler bulacak. Evet, düşmanın suçlarının; direnişin önce tutumuna, sonra da silahlarına bağlı kalmasından kaynaklandığını düşünerek Lübnan’da yaptıkları da bu değil mi?
Şimdiye kadar ortaya çıkanlardan anlaşıldığı üzere, Amerika ve İsrail, Arap-İslam ittifakının yürüteceği, Filistin’deki direniş güçleriyle ilişkisi olan bir programı bekliyor, çünkü düşmanın başaramadığı görevi bu ittifakın tamamlamasını umuyorlar. Bu görev, bir yandan Hamas’ın askeri altyapısını yok etmeyi, diğer yandan da Hamas’ı siyasi projesinde köklü değişiklikler yapmaya, hatta mümkünse saflarını bölmeye zorlamayı içeriyor. Bu mücadelede her türlü silah kullanılacak. Ancak direnişe hasım duran tarafın üzerinde hareket ettiği temel faktör, Filistin kamuoyunu -özellikle de Gazze’de- direnişe karşı kışkırtmak ve Hamas’a karşı çıkan seslerin veya insanların yiyecek ve barınma ihtiyaçlarını ticarete döken çetelerin alanını genişletmeye çalışmak olacaktır.
Zamanla özel yardım programlarından bahsedildiğini duyacağız; ne var ki söz konusu yardımlar, Hamas’ın yönetiminde hiçbir rolü olmaması ve Hamas veya direniş güçlerinden herhangi bir etki altında olmayan kişi veya kuruluşlar tarafından yönetilmesi gibi birçok koşula bağlı olacak. İlk göstergeler, İsrail tarafından ajanlar ve paralı askerler kullanılarak oluşturulan çetelerin faaliyetlerinin zamanla güçlenebileceği yönünde. Tehlikeli olan ise işgalci düşmanın bu kişilere silah sağlaması ve onları sahada yeni gerçekleri zorla dayatmaya teşvik etmesi ve gerektiğinde güvenlik ve askeri yardım sağlama sözü vermesidir. Bu da İsrail’in, bu çetelerin, genişlemelerine engel olduğunu söylediği herkesi “etkisiz hale getirmeye” çalışacağı anlamına gelir.
Bu bağlamda direnişin Filistinli ve Arap hasımları tarafından direnişi şeytanlaştırma ve yaşanan her şeyden onu sorumlu tutma kampanyası için hazırlanan bir plan var. Hedef yalnızca Gazze’deki durumu karıştırmak değil, aynı zamanda Aksa Tufanı Harekâtı'nın tüm izlerini silmek ve yaşayan veya şehit düşmüş direnişçileri -elbette, bu insanların arkasında İran ve Hizbullah’ın olduğu suçlamasını da unutmadan- Filistin halkının hayatını riske atan suçlulara dönüştürmek.
Gazze’deki direniş güçlerinin, özellikle de Hamas’ın liderliği uzun zamandır bu atmosferde yaşıyor. Durumun farkındalar. Doha’ya yönelik saldırı öncesi ve sonrasında kendileriyle yapılan temaslar, karşılaşmaları beklenen baskı türü hakkında fikir edinmelerini sağladı. Doha saldırısından sonra yoğunlaşan bu baskılar, ABD Başkanı Donald Trump’ın New York’ta Arap ve Müslüman liderler ve yetkililerle yaptığı ve planını sunduğu görüşmenin ardından daha da rahatsız edici bir hal aldı. Bu arada Türkiye, Mısır ve Katarlı yetkililerin, Trump’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile görüşmesinin ardından açıkladığı planın, New York toplantısında üzerinde anlaştıkları planda ciddi değişiklikler içerdiğini Hamas liderliğine tebliğ ettikleri de bilinmektedir.
Yine de bu ülkeler -onaya yorum ve talepler eşlik etse bile- planı kabul edip uygulamaları için Hamas ve diğer direniş güçlerine baskı uyguladılar. Hatta Amerikan tarafı, Hamas’ın yapacağı hiçbir yorumla alakadar değildi. Trump, Hamas’tan bir “evet” duymak istediğini ve Hamas’ın “evet”e “ama” kelimesini eklemesinin kendisi için sorun olmadığını veya buna itiraz etmediğini söyledi. Böylece Trump, ilk sözü almaya ve Hamas’ın sonu gelmeyecek yorumları hakkında bir tartışmanın kapısını aralamaya karar verdi.
Pratikte olanlar oldu. Planı kabul eden Hamas’ın, planın sadece bir kısmını kabul ettiğini herkes biliyor. Fakat karşılığında, saldırının en önemli hedefi olan Gazze halkının yerinden edilmesinin başarısızlığı konusunda Amerika, Avrupa, İsrail ve Arap ülkelerinin ikrarına kavuştu. Hamas ayrıca, bir yandan vatan topraklarına tutunma ve uzaklaştırılmama hakkını; diğer yandan da uzun zaman alsa bile, yaşamı yeniden tesis edecek bir programa izin verecek bir alanı elde etti.
Pratikte geriye kalan şey, direniş güçlerinin, tüm düşmanlarının talep ve hayallerinden uzak, kendi programlarını geliştirmesi gerektiğidir. Ayrıca bir sonraki aşamada Gazze Şeridi’ni yönetecek siyasi, idari ve güvenlik mekanizmalarını oluşturmayı da başarmalıdırlar. Halka da normal hayatlarının bir kısmına geri dönme fırsatı sunulmalı ve hayatta kalmaları için ihtiyaç duydukları kaynaklar sağlanmalıdır.
Önemli olan -düşmanlar her şeyi söylese bile- Amerika’nın önderliğindeki tüm dünyanın, Hamas’la bir anlaşma olmadan savaşın (mevcut durumu nedeniyle) bitmediğini ve teslim olma talebinin bir yanılsama olduğunu ve işgal devam ettiği sürece de öyle kalacağını bilmesidir.
Evet, İsrail Gazze’de kazanmamıştır!
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
