Tehlikeli ve benzeri görülmemiş bir gelişmeyle İsrail işgal ordusu, Yemen’e Ekim 2023 tarihinden bu yanaki on üçüncü saldırısını gerçekleştirdi. Söz konusu saldırıda -İsrail’in askeri hedef bankasının boşluğunu ve iddia edilen istihbarat üstünlüğüne rağmen Yemen’de bir askeri hedef bulma konusundaki çaresizliğini ortaya koyacak şekilde- Sana’daki Yemen kabinesi hedef alındı ve Başbakan Ahmed Galib er-Rahvi ile hepsi de sivil olan çok sayıda bakan şehit düştü. Bu olayla birlikte Yemen ile düşman İsrail arasındaki çatışma yeni bir aşamaya girdi: Siyonist varlık, bir yandan Yemenlileri Gazze’ye destek vermeye devam etmekten caydırmak; diğer yandan da Sana’nın iradesini kırarak Yemen’i işgalle bağlantılı gemilere Kızıldeniz’i açmaya zorlamak istedi.
Ne var ki Yemen’in karşılığı gecikmedi; Yemen Silahlı Kuvvetleri işgal altındaki şehirleri bombalamaya devam ederek Filistin’i desteklemenin geçici bir seçenek değil, varoluşsal bir taahhüt olduğunu vurguladı. Seyyid Abdulmalik el-Husi’den Yüksek Siyasi Konsey Başkanı Mehdi el-Meşat’a kadar Yemen liderleri de düşmanı “karanlık günlerin” beklediğini ve şehit bakanların kanının boşa gitmeyeceğini ilan ettiler. Meselenin özü, Yemen’in tavrının ulusal bir intikamla sınırlı olmadığı, Filistin’le organik olarak bağlantılı olduğudur: “Tavır, aynı tavırdır ve saldırılar durup Gazze’ye uygulanan abluka kaldırılıncaya kadar aynı kalacaktır.”
Yemen’in tavrı bilinmedik bir tavır değil; sebat ve direnme ruhu, mücadele ve ezilenleri destekleme konusundaki kararlılık, Washington ve Tel Aviv’e yakın geçmişten öğrenmedikleri bir dersi hatırlatıyor. Evet, hedefleri belirleyen ve lojistik ve istihbarat desteği sağlayan Amerikan-İngiliz operasyon odaları tarafından yönetilen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri öncülüğündeki koalisyon, Yemen’e vahşi bir savaş başlattığında neler olduğunu akıllarında tutmalılar. Savaşın neticesinde binlerce çocuk ve kadın da dahil olmak üzere elli binden fazla Yemenli şehadet mertebesine erdi ve yaralandı; binlerce ev yıkıldı ve altyapı harap oldu; halkın tamamı aç bırakıldı. Ancak Yemen bu soykırıma teslim olmadı. Aksine binlerce doğrudan saldırı ve saldırıya karşı karşı saldırı da dahil olmak üzere 13.000’den fazla askeri operasyon gerçekleştirerek dayanıklılığını ve hürriyetine kavuşmasının önüne bir engel koymanın imkansızlığını kanıtladı.
Peki kuşatma altındaki, aç bırakılmış yoksul Yemen, süper güçlerin kendisini caydırmada acze düştüğü bölgesel bir güce nasıl dönüştü? Yemenliler, askeri olmayan hangi unsurları kullanarak bu mucizevi duruşu elde ettiler?
Kabileden Kapsamlı Bir Ulusal Kurtuluş Projesine
Yemen, onlarca büyük kabile ve yüzlerce aşiret ve kolun yaşadığı, kabile çeşitliliği bakımından en zengin Arap ülkesi olarak kabul ediliyor.
Ensarullah Hareketi, Yemenli kabileleri dar çıkarlarının ötesinde düşünmeye ve konumlarını geleneksel kabile çıkarlarının mantığını aşan siyasi-ulusal bir proje çerçevesinde yeniden şekillendirmeye itebilmiştir. Çoğu Arap deneyiminde olduğu gibi onları para, anayasal meşruiyet, hatta dışlama yoluyla kendine çekmek yerine; din, siyaset ve kabileciliğin bir karışımına dayanan kapsamlı bir söyleme dahil etmeyi başarmış ve bu da onlara belirli kabilecilik düşüncelerinin ötesinde daha geniş bir çerçeve kazandırmıştır. Bu dönüşümü kolaylaştıran çeşitli faktörler vardır; bazıları toplumsal ve ekonomik yaşamla ilgili içsel faktörler; bazıları ise direniş söyleminin kamu bilincindeki konumunu güçlendiren, ABD’nin Irak’ı işgali (2003) ve İsrail’in Lübnan’a saldırısı (2006) sonrasında yaşanan bölgesel dönüşümlerle bağlantılı dışsal faktörlerdir. Böylece Yemen’deki kabilelerin varlığı, ulusal özgürlük projesinin bir parçası haline gelmiş ve çatışmaya grup çıkarlarının üstünde ulusal bir boyut kazandırmıştır.
Özgünlük ve Mirasın Oluşturduğu Silah: Kimlik
Yemen meselesinde kararlılık, meydan okuma ve direnme yeteneği gibi unsurları ve bunların nedenlerini ayırt etmek için göz ardı edilemeyecek çok önemli bir boyut vardır: kültür ve kimlik. Giyim kuşam, gelenekler ve halka ait sembollerde vücut bulan Yemen’in özgünlüğü, askeri boyutunun yanı sıra Amerika, İsrail ve müttefikleriyle çatışmayı bir varoluş ve kimlik mücadelesine dönüştüren manevi bir direniş kaynağıdır. Bu güçler, teknolojik ve medya üstünlüğüyle insanları boyunduruk altına almaya ve baskın bir tüketim kültürü dayatmaya çalışırken Yemenliler, asimilasyona karşı bağışıklık sağlayan köklü kültürleriyle karşılık veriyorlar.
Yemenli; belinde hançeri, beyaz cellabiyesi, sarığı ve terlikleriyle savaş meydanına çıkar. Kimliğini, tarihi uzantısını, asaletini, mirasını, topraklardaki derin köklerini ve tüm bunları savunmaya hazır olduğunu yansıtan bu durum, aslında, karşısında birleşen tüm düşmanlar için psikolojik bir caydırıcılık meydana getirir.
Toplumsal ilişkileri şekillendiren kabile örfü (misafirperverlik, dayanışma, hakemlik ve kefalet) aynı zamanda güçlü bir seferberlik silahıdır. Bir kabile meclisi veya toplumsal etkinlik bir anda siyasi bir platforma dönüşebilir ve “ayıp”, “gurur” ve “intikam” gibi kelimeler, ithal ve ideolojik söylemlerden daha güçlü seferberlik sloganları haline gelebilir.
Dahası bu özgünlükten, Yemenlilerin genç-yaşlı, Amerika ve İsrail bayrakları üzerinde sergiledikleri halk dansları gibi kültürel ve psikolojik işgale karşı direnmenin sembolik araçları ortaya çıktı. Bu durum, mutlak bir güç olarak imajını dayatmaya çalışan sömürgeci ile küresel hegemonyanın sembolünü ayaklar altına alınacak bir halıya dönüştürerek meydan okumasını ilan eden direnişçi arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirdi.
Yemenlilerin “zamil” adını verdikleri savaş nağmeleri, savaşı ortak bir duygusal duruma dönüştürdü ve bireyi onur ve metanet değerlerini tekrarlayan bir halk korosunun parçası haline getirerek kültürel seferberliğin vazgeçilmez bir cüzü haline getirdi. Örneğin çok sayıda geleneksel, devrimci ve ahlaki kavramı bünyesinde barındıran “Kılıcımı Çektim” başlıklı zamil, Arap sahnesinde kolektif bir çatışma çağrısı olarak yerini aldı ve sözlerinin güvenilirliğini ve askeri arenadaki etkinliğini kanıtlayarak ek bir değer kazandı.
Evet, Batı’nın “bireyciliğe”, “tüketime” ve “insanın kendi değerlerini ve davasını bırakması için onun varoluş anlamının çalınmasına” dayalı işgali karşısında Yemenli, toplumu en güçlü ordulara karşı koyabilecek bir bütün haline getiren ilke ve değerleri de içeren cemaat kimliğini ortaya koydu.
Zulme Uğramış Bir Zeydilik’ten Mezhepçiliği Bir Kenara Atmaya
Ensarullah Hareketi, Yemen direnişini kuvvetlendiren ve bedeli ne kadar büyük olursa olsun mukavemeti sürdürmedeki esas unsur olan Zeydilik’in tarihi mazlumiyetini canlandırmak ve desteklemek suretiyle kuzeydeki kabile ve din kimliğinin sedasını yeniden şekillendirdi. Böylece zalimlere karşı direnişin ve devrimin sembolü olan ve bugün de Zeydilere ilham vermeye devam eden Zeyd bin Ali’nin izinden giderek adaletsizliğe karşı devrim bayrağını taşıyarak ilerlediler. Evet bu yaklaşım, ne kadar güçlü, kudretli veya zalim olursa olsun işgalci güçlere direnmeyi; topraklarını, dinlerini, namuslarını ve yeryüzündeki mazlumları savunmayı; adalet hususunda ve zulme başkaldırıda örnek olması gereken bir lidere sadakat göstermeyi, Zeyd bin Ali’nin mirasından kaynaklanan dinî-devrimci bir görev olarak gören Ensarullah Hareketi’nin eylemlerinde açıkça görüldü.
Bu eksenin çok önemli bir yönü var: Yemen çok mezhepli bir ülke; kuzeyde en büyük grubu Zeydiler oluştururken merkezde, güneyde ve kıyıda Şafiiler yaygın ve İsmaililik gibi daha küçük unsurlar da mevcut. Bu çeşitlilik onlarca yıldır, özellikle de Zeydi-Şafii ayrışmasını körüklemeye bahse giren Suudi Arabistan ve BAE’den gelen yabancı yatırımlar için kullanılmaya hazır bir araç. Fakat Ensarullah Hareketi, projelerini yalnızca mezhebin kendisine değil, Yemen’in onuru ve bağımsızlığına bağlayan birleştirici bir ulusal kimlik oluşturarak mezhepçi söylemi aşmayı başarmıştır. Ensarullah Hareketi, Zeydi referansı siyasi özgürlük için bir kaldıraca dönüştürmüş; Taiz, Hudeyde ve İbb’deki Şafii kabileleri ve bölgeleri dış saldırılara karşı bir direniş söylemiyle cezbetmiştir. Amerika ve İsrail’e karşı “haykırış” diye anılan sloganları yükseltmiş ve bu sloganlarla esas düşmanı tanımlamıştır. Ayrıca Filistin davasını birleştirici bir köprü olarak kullanmış ve mezhepçi söylemden kaçınan bir medya işletmeciliği ortaya koymuştur. Bu durum, Gazze’ye yönelik tutumlarında açıkça kendini göstermiş ve Ensarullah Hareketi, sömürgeciliğin çoğu Arap ülkesinde başarıyla oturttuğu mezhepçi söylemin, düşmanları tarafından sömürülmesine kapıyı kapatmıştır. Bunu yaparken çeşitliliği bir tehditten bir güç kaynağına dönüştürmüş ve davaya; insani, Arap, İslami ve evrensel özünü geri kazandırmıştır.
Evlatlarıyla Birlikte Savaşan Topraklar: Yemen Coğrafyası
Yemenlilerin direnişi, kararlılığı ve ABD ile İsrail öncülüğündeki büyük askeri ittifaklara meydan okuması, yalnızca bireysel cesaretler, inanç meselesi veya silahlı bir eylem değildi; aksine halk ve toprakları arasındaki derin bir etkileşimin ürünüydü. Savaşçılar için doğal kaleler oluşturan engebeli dağlarıyla; ikmal ve ani saldırılar için gizli arterler vazifesi gören verimli vadileriyle; küresel ticaretin atar damarı olan Kızıldeniz, Aden Körfezi ve Babü’l-Mendeb Boğazı’na bakan hayati kıyı şeridiyle ve insanlara sabır ve dayanıklılık öğreten sert iklimiyle Yemen coğrafyası bu denklemin merkezindedir. Ayrıca aile ve kabileyle olan bağı nedeniyle sosyal ve kültürel kimliğin özünü oluşturan tarım, bağımsızlık ve gıda imkânı sağlarken sosyal dokuyu da korumaktadır. Tüm bu unsurlar bir araya gelerek, Yemen halkını caydırılması zor bir direniş modeli haline getiren ve Yemen’i savaşın etkisiz hale getirilmesi imkânsız kilit taraflarından birine dönüştüren bir direnç sistemi meydana getirir.
Bugün Yemenliler, büyük güçlerin karşısında, topraklarında kök salmış doğal, kültürel ve sosyal bir sisteme dayanarak ayakta duruyor ve bu da onlara uzun vadeli bir yıpratma savaşında avantaj sağlıyor. Sanki dağları, tarım alanları ve kıyılarıyla bu topraklar, evlatlarıyla birlikte savaşıyor ve Yemen’in yalnızca bir coğrafya değil, caydırılmaya ve yenilgiye karşı dirençli bir kimlik olduğunu teyit ediyor.
Yaraların, Sıkıntıların Doğurduğu Lider: Seyyid Abdulmelik el-Husi
Liderin kişiliği, Yemenli savaşçının direncini, kararlılığını ve uğradığı saldırıya bağlı mazlumiyetine odaklı bir söylemi benimsemesini şekillendirmede önemli bir rol oynamış ve bu söylemi, katlanılan fedakarlıklara rağmen sömürgeciliğe karşı bir direniş eylemine dönüştürmüştür. Bu bağlamda Seyyid Abdulmelik el-Husi, coğrafi boyutunu aşan bir direniş hareketi etrafında insanları bir araya getirmeyi ve ezilenleri savunan uluslararası bir harekete dönüşmeyi başarmıştır.
Soyu Haşimoğulları’na dayanan Seyyid Abdulmelik el-Husi, iktidarın kendisine tevarüs ettiği bir şahsiyet veya bir saray çocuğu değildir; Yemen’e bir siyasi heyetin başında da gelmemiştir, Yemenlilere lider olarak birileri tarafından tayin de edilmemiştir. Aksine sakin yüzüyle; halkın kıyafetini giyerek, bellerindeki hançeri taşıyarak; onların mirasını yüklenip dillerini kullanan biri olarak yoksulların arasından çıkmıştır. Devrimin sancağını da Şehit kardeşi Seyyid Hüseyin el-Husi’den devralmıştır. Tüm bunlar, halkın gözünde kendisini onlardan biri haline getirmiştir.
Seyyid Abdulmelik el-Husi, yöneticilerin, politikacıların ve sultanların diliyle konuşmuyor. Kabilelere ve topluma ülkenin kendi diliyle; halka ve sorunlarına yakın bir lehçeyle; onların gururu, haysiyeti ve var olma hakkıyla hitap ediyor. Ancak daha da etkili olanı, Yemen’e karşı saldırgan koalisyona karşı mücadelede yalnızca onların sesi olmakla kalmayıp aynı zamanda açlıklarını, açlıktan zayıflamış bir şekilde anlatarak; mazlumiyetlerini, bitkin ve solgun bir yüzle vasfederek onların aynası olmuştur. Direnme ve mücadeleyi sürdürme hususunda ısrarcıdır. Bu durum, onu özelde Zeydi ve genel olarak da Yemen tahayyülünde tekrarlanan mazlum lider/devrimci konumuna taşımıştır.
Sokaklardan Cephelere Cuma Gösterileri
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırısını kınamak amacıyla her hafta cuma günü eylem alanlarında bulunmak, cemaatsel bir seferberlik ortamı, bir meydan okuma ve kararlılık arenası meydana getirdi ve bu savaş alanına da yansıdı. 1993’ten beri Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü müdürlüğü görevini yürüten Robert Satloff, Arap sokaklarına dair gözlemlerinde şöyle bir değerlendirmede bulunmuştu: “Doğu’da Amerikan politikasını değiştirmeye gerek yok; çünkü Arap halkının öfkesi kısa ömürlü. Arapların gösteri yapmak için sokaklara çıkma hızı, normal hayatlarına dönme hızıyla aynı. Bu, Arapların Amerikan politikasını reddetmesinin, kapsamlı bir hedefe doğru ilerleyen bir proje seviyesine ulaşmayan anlık tepkiler olduğu anlamına geliyor.” Ne var ki Yemen halkı, eylem alanlarındaki varlığının ve “Allahu Ekber, İsrail’e Ölüm, Amerika’ya Ölüm, Yahudilere Lanet Olsun” haykırışlarının önemini erken fark etti ve bu sloganlar, askeri arenaya da yansıyarak halk mücadelesi ve seferberliğinin bir parçası haline gelen cemaatsel bir söylem haline dönüştü. Gösterilere ivme kazandıran şey ise protestocunun, sesinin boşa gitmediğini; aksine sesinin, “süper güçlerle savaşmak”, “ekonomilerini tehdit etmek” ve “Yemen’in saldırgan koalisyon döneminde çektiği acıları -kuşatmadan açlığa, bombalamadan soykırıma kadar- çeken bir halkı savunmak için füzeler fırlatmak” şeklinde yankılandığını görmesidir. Bu da onun eylemine, özgür insanın onurunu gasp eden kibirli güçlere karşı bir intikam görünümü vermektedir.
Yemen Direncinin Omurgası: Disiplin
Yemen’deki durumu Batı ve gerici Arap kampları karşısında düşündüğümüzde disiplinin, savaşçıların saflarında yalnızca örgütsel bir değer olmadığı; bilakis psikolojik, manevi ve ideolojik bir dayanak olduğu ve düşmanı şaşırtan ve şaşkına çeviren kararlılığın temel itici gücü olduğu açıkça ortaya çıkıyor.
Yemenliler, inançlarının derinliklerine disiplini ekmiş ve bunu cemaatsel bir farkındalıkla şekillendirmişlerdir. Disiplini; farkındalık, güven ve kesin inançla birbirine bağlamışlar ve tek bir vücut gibi işleyen sağlam bir birlik içinde toplamayı başarmışlardır. Direniş hareketlerinin ve burada Ensarullah’ın deneyiminde disiplin, lideri yalnızca askeri bir rütbe olarak değil, manevi ve ahlaki bir rol model olarak görmeye dayanan ideolojik ve inanç temelli itaat biçimidir. Böylece itaatin boyutu katmerlenir: aynı anda hem hedefin farkındalığı hem liderliğe güven hem de fedakârlık için içsel bir motivasyon sağlanır. Bu durumda disiplin, örgütsel boyutu aşarak Yemenlilere sorumluluk ve öz disiplin duygusu aşılayıp görev ve aidiyet hissi meydana getiren kolektif bir ritüele dönüşür. Tam da bu nedenle Yemenliler, safları dağılmadan veya moralleri çökmeden uzun süren bir savaşa ve boğucu bir kuşatmaya dayanabilmişlerdir.
Yemenliler tarafından psikolojik ve politik caydırıcılık aracı olarak kullanılan medya ve istihbarat gizliliği politikası disiplin ve sorumluluk duygusunun bir tezahürü olarak ortaya çıkmıştır. Yemenlilerin uyum sağlama, kendi ve başkalarının deneyimlerinden hızla öğrenme ve uzmanlık edinme becerileri, Amerika büyüklüğünde bir düşmanla savaşın yalnızca askeri değil, aynı zamanda bir farkındalık savaşı olduğunu erkenden idrak etmelerini sağlamıştır. Bu nedenle Yemenliler bilgi gizleme konusunda azami bir disiplin uyguladılar: düşmana bedava gizli görüntüler verilmedi, saldırı yerleri ifşa edilmedi, yetenekler açıklanmadı ve komuta merkezleri görünmedi. Dolayısıyla ABD’nin Yemen’e yönelik saldırısının ardından Yemen’deki etkili kişilerin ve medya figürlerinin yaptığı ilk şey, her soruya “Bilmiyorum” diye yanıt veren “Bilmiyorum” kültürünü yaymak oldu. Bu da düşmanın operasyon odasını, saldırının başarı boyutunu bilmekten ve herhangi bir medya veya istihbarat zaferi elde etmekten mahrum bırakarak Yemen’in içini medya savaşından ve psikolojik muharebeden korudu.
Caydırılamayan Yemen
İşgalcileri kovma konusunda yüzyıllardır süregelen geçmişi ile beraber hepsi de sebat, direnç ve hakka yardım gibi değerlerle dolu bu tarih, miras, toplumsal ve kültürel yapı üzerine iyice düşünülünce Yemen’in, Kızıldeniz’de pençelerini kesemeyen ABD’yi nasıl müzakere masasına çektiği, İsrail’in geçmişte olduğu gibi Yemen’i caydırma ve Yemen-Filistin dayanışmasının dinamiklerini dizginleme konusunda her zaman başarısız olacağı ve ikilinin müttefikleriyle birlikte yıkılmaz bir tarih, miras ve kimlik duvarına toslayacağı anlaşılabilir.
Birkaç yıl önce ezilen ve şimdilerde dünyanın en kuvvetli ordularıyla rekabet gücüne sahip bir bölgesel aktöre dönüşen Yemen, sömürgecilik tarafından yurtları yıkıma uğrayan ve yok edilmeyle yüzleşen dünya halklarına, halkların kaderlerini direnişle nasıl şekillendirdiklerinin canlı bir örneği ve aynı zamanda halkın iradesinin kırılmaz olduğunun, dökülen her damla kanın çatışma yolunda bir yakıta dönüştüğünün ve sömürgeciliğin sadece gücün dilinden anladığının kesin bir kanıtı mesabesindedir.
Evet, “İradesinin şanı, Yemen’in şanındandır; Yemen’in zilleti de iradesinin zilletindendir.”
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
