Şam, İsrail'in Taleplerine Gönüllü Boyun Eğiyor

Yahya Debbuk  tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “İSRAİL - SURİYE GÜVENLİK ANLAŞMASI [1/3]: ŞAM, TEL AVİV’İN TALEPLERİNE ‘GÖNÜLLÜ’ OLARAK BOYUN EĞİYOR” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

27 Ağustos 2025
Şam, İsrail'in Taleplerine Gönüllü Boyun Eğiyor

İsrail ile, Ahmed Şar’a tarafından yönetilen yeni Suriye, önceki rejimin çöküşünün ardından taraflar arasındaki ilişkiyi yeniden şekillendirecek bir güvenlik anlaşmasına varmaya yaklaşıyor. Bu anlaşma, pazarlıklar ve ödünler üzerine kurulu klasik bir uzlaşıdan çok, İsrail’in, rejimin devrilmesi sonrası sahaya dayattığı gerçeklerin hukuki zemine oturtulması anlamına geliyor. Şimdi ise bu durum, Tel Aviv’de “savaşsızlık anlaşması” olarak tanımlanan, ancak ne barış ne de normalleşme sayılmayan bir anlayışla resmileştirilmeye çalışılıyor.

Şar’a’nın elinde pek fazla seçenek yok gibi görünüyor; zira onun asıl gayesi, iktidarda kalabilmekten ibaret. Bu arzusu ise, büyük ölçüde dış güçlerin —özellikle de Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in— rızasına bağlı. Bu noktada, İsrail’le uzlaşma arayışı bir “varoluş” zorunluluğuna dönüşüyor; bu, bir tercih ya da stratejik bir hamle değil, baskıya boyun eğişin ve değiştirilemeyen bir gerçeğe teslimiyetin ifadesidir.

İsrail açısından bakıldığında, anlaşmada herhangi bir esaslı taviz söz konusu değil: Ne bir tanıma söz konusu, ne ilişkilerin normalleşmesi, ne de Suriye topraklarında ele geçirdiği stratejik noktalardan geri çekilme. Aksine, İsrail, Hermon Dağı'nın zirvesi ve Suriye'nin güneyindeki diğer bölgelerde kalmakta ısrar ediyor. İsrail Savunma Bakanı Yisrael Katz’ın da belirttiği gibi, "İsrail, müzakere masasına zayıf olarak değil, gücünün doruğunda” oturuyor: Çökmüş bir Suriye ordusu, ne füzesi var ne de uçağı; ve ayakta kalabilmek için Amerikan desteğine bel bağlamış yeni bir rejim.

Dolayısıyla Tel Aviv’in Şam’dan talep ettiği şey, aslında sadece kendi dayattığı yeni kurallara uymasıdır. Bu kurallar şunlardır: Sınır hattında hiçbir “cihadî milis”in bulunmaması (yani bu sınırlarda yeni bir Suriye ordusuna izin verilmemesi), İran’ın herhangi bir etkinliği ya da nüfuzu olmaması, Dürzi azınlığın korunması ve güvenlik açısından herhangi bir tırmanışın engellenerek istikrarın sağlanması. Ancak tüm bunlar İsrail açısından bir taviz değil; kendi tanımladığı ölçütlere göre bir “istikrarın” dayatılması anlamına gelmektedir.

Donald Trump yönetimindeki Amerika Birleşik Devletleri, bu yakınlaşmanın başlıca itici gücü rolünü üstlenmiş durumda. Washington, Orta Doğu’da kendisini bir "barış mimarı" olarak konumlandırmak isteyen Trump’ın sembolik bir diplomatik başarıya imza atması için İsrail’e müzakereleri hızlandırma yönünde baskı yapıyor. ABD Başkanı, bu anlaşmayı, kapsamı sınırlı dahi olsa, İsrail ile Suriye arasında bir uzlaşı olarak Birleşmiş Milletler kürsüsünden duyurmayı arzuluyor. Amerikan tarafının güdüsünün bu olduğu söylense de, Washington’un hedefleri görünenin ötesinde, daha geniş ve iddialı. Zira ABD, bu anlaşmayı, İsrail’in çıkarlarına uygun şekilde Orta Doğu’nun güvenlik haritasını yeniden şekillendirecek stratejik bir vizyonun ifadesi olarak kurguluyor.

İbranice medyadaki İsrail’in “taktiksel bir taviz” verdiği yönündeki eleştiriler, aslında büyük resmi görmüyor. Bu adım, İran’ı devre dışı bırakan, İsrail’e düşman olan devlet dışı unsurların gücünü zayıflatan ve kuzey sınırlarında kalıcı bir istikrar yaratan yeni bir güvenlik sistemine yapılan stratejik bir yatırımdır. Aynı zamanda, Amerika’nın İsrail’in güvenliğine olan bağlılığını temel alan, devletlerin istikrarını ve ABD desteğini esas alan yepyeni bir anlayışın da temellerini atmaktadır.

Ancak Tel Aviv, bu anlaşmaya eğilimli olmasına rağmen, Suriye tarafıyla adımlarını aceleye getirmiyor; çünkü pratik ve sahada istikrarlı bir zemine dayanan, sadece siyasi vaatlere dayanmayan bir mutabakat arıyor. Sızan bilgilere göre, mesele yalnızca Golan ve Suriye güneyindeki askeri ve güvenlik düzenlemeleriyle sınırlı kalmıyor; aynı zamanda taraflar arasında kalıcı bir ateşkes; sınır hattında mevcut durumun dondurulması—yani Suriye rejiminin Golan’a geri dönmemesi ve işgal sonrası rejimin düştüğü bölgelerden İsrail’in çekilmemesi; cihatçı örgütlerle mücadelede istihbarat paylaşımı; sınır boyunca serbest hareket; ve henüz netleşmeyen bir gözetim mekanizmasıyla Amerikan destekli ve denetimli bir iş birliği de gündemde.

Sızan bilgilere göre, anlaşmanın sınırları konusunda coğrafi farklılıklar üzerine belirgin bir uçurum ortaya çıkıyor: 1974 düzenlemelerine mi dayanılacak, yoksa mevcut durumun coğrafyasına mı? Bu husus, müzakere masasında sıkça tartışılan ve araştırılan bir ihtilaf olarak duruyor. Ancak Şam, iç kamuoyuna coğrafi tavizler vermediğini göstermek zorunda; zira İsrail’in eski sınırlara çekilmeyeceğinin farkında. Muhtemel çözüm ise, 1974 Ateşkes Anlaşması’na diplomatik bir dille belirsiz bir atıf yapmak, ancak sahadaki güçlerin konumlarında herhangi bir değişikliğe gitmemek olacak. Böylece Şam onurunu korurken, İsrail ise Esed rejiminin çöküşünden sonra edindiği taktiksel derinliği elinde tutmayı sürdürecek.

Sızan bilgilere göre, anlaşmada milislerin silahsızlandırılması maddesi de yer alıyor; yani devlet otoritesi dışında hiçbir milis gücüne yer olmayacağına dair bir kesinlik var. Bu durum, İsrail'in farklı “cihatçı gruplarla” mücadele ettiği anlatısını güçlendirirken, aynı zamanda Dürziler için doğrudan bir tehdit anlamı taşıyor. Öte yandan, iki taraf arasında gerçekten üzerinde anlaşmaya varılan ve gerçekleşen madde ise İran’ın Suriye sahasındaki nüfuzunun engellenmesi oldu.

Ve eğer anlaşma planlandığı gibi imzalanırsa, bu iki taraf arasındaki ilişkinin özünü değiştirmez; fakat yeni bir gerçeği kalıcı hale getirir: Esed rejiminin çöküşünden sonra Suriye, ne bağımsız bir askeri güç ne de bölgesel bir aktör olarak varlığını sürdürebilen bir devlet olmaktan çıkmıştır. Aksine, meşruiyet ve varlığını koruma arayışındaki çökmüş bir devlete dönüşmüştür. Öte yandan, İsrail taviz vermeden, tam tersine, elini güvenlik açısından elverişli bir ortamda güçlendirerek şartlarını dayatmaktadır. Bu durumda, anlaşma, yeni bir bölgesel güvenlik sisteminin başlangıcını temsil edecek; bu sistem ise ne uzlaşmaya dayanacak ne de samimi bir barışa. Tam tersine, soğuk hesaplar ve güçten, fiili kontrolden kaynaklanan iradelerin başkalarına dayatılması üzerine kurulacak—yani aşılması mümkün olmayan bir gerçeğe göre şekillenecek.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.