Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım'ın Erbain Günü'nde yaptığı son konuşma, Lübnan'daki siyaset ve güvenlik çatışmasında bir dönüm noktası olarak kabul ediliyor.
Bu konuşma, silahsızlanma konusundaki iç ve dış baskılar karşısında Hizbullah'ın en açık ve belirleyici pozisyonlarından biriydi.
Bu açıklamalar sadece Lübnan hükümetine ve silahsızlanma planının uluslararası destekçilerine karşı son bir argüman olarak sunulmakla kalmadı, aynı zamanda bölgedeki derin siyasi strateji, ulusal kimlik ve güç denklemleri katmanlarını da ortaya çıkardı.
Stratejik uyarı
Hizbullah Genel Sekreteri Şeyh Naim Kasım, Erbain konuşmasında, "Direniş, saldırganlık devam ederken silahlarını asla teslim etmeyecek, gerekirse bir Kerbela savaşı yapacağız ve galip geleceğimizden eminiz. Ya Lübnan ayakta kalır ve biz birlik oluruz ya da herkesin kontrolü dışında olaylar patlak verir ve sorumluluğu yalnızca siz üstlenirsiniz" dedi.
Dış baskıların ve iç politikada alınan aceleci kararların bir araya gelerek Lübnan'ın savunma denklemini bozduğu bir dönemde, bu tutum Hizbullah'ın hayatta kalması ve rolünün devamı için mümkün olan en ağır bedeli ödemeye hazır olduğunu gösteriyor.
Naim Kasım net bir şekilde bir ilkenin altını çizdi: Direniş silahları meselesi basit bir siyasi seçenek değil, bir varoluş ve hayatta kalma meselesidir. Başka bir deyişle, savunmaya yönelik alternatif bir plan olmadan silahsızlanmaya çalışmak, Lübnan'ı her zaman zayıflatmak isteyen bir düşmana ülkenin kapılarını açmaktan başka bir şey değildir. Konuşmasını duygusal bir sloganın ötesine stratejik bir uyarı düzeyine yükselten de budur.
Hizbullah lideri fitneye karşı uyardı
Naim Kasım konuşmasında, hükümetin bakanlar kurulu açıklaması ve cumhurbaşkanlığı yemin metni de dahil olmak üzere önceki taahhütlerine aykırı hareket ettiği noktasına değindi.
Bu belgeler, bir ulusal güvenlik ve savunma stratejisi formüle etme ihtiyacını açıkça vurguladı, ancak hükümet böyle bir strateji tasarlamak yerine aniden direnişi silahsızlandırmaya yöneldi.
Bu eylemin anlamı, ulusal ortaklık mantığından ve bir arada yaşama paktından ayrılmaktan başka bir şey değildir. Lübnan gibi hassas bir taife dengesine dayanan bir sistemde, temel bir bileşeni ortadan kaldırmak reform değil, hayatta kalma denklemini bozmaktır.
Hizbullah karşıtları bu tutumu bir iç savaş tehdidi olarak sunmaya çalıştılar, ancak daha yakından bakıldığında Naim Kasım'ın savaştan değil fitneden bahsettiği görülüyor. Naim Kasım, hükümetin kararının sonuçlarının ülkeyi iç krize sürükleyebileceği ve bunun sorumluluğunun dış baskılara yenik düşen hükümetin kendisine ait olacağı konusunda uyarıda bulundu. "Savaş tehdidi" ile "fitne uyarısı" arasındaki bu ayrım çok önemlidir, çünkü krizin faili ile uyarıda bulunan gözlemci arasında bir ayrım yapar.
Lübnan ordusu böyle bir denklemde nasıl bir rol oynayacak?
Bir yandan ordu hükümetin kararını uygulamakla yükümlü, diğer yandan direnişe karşı herhangi bir pratik eylem orduyu yıkıcı bir krize sürükleyebilir.
Başka bir deyişle, kriz ordunun kucağına bırakıldı ve bu kriz ordunun sadece ulusal güvenilirliğini yok etmekle kalmayacaktır; aynı zamanda Lübnan'ı topyekûn bir savaş yoluna sokabilecek bir iç çatışmaya sürükleme riski var.
Yerel aktörlerin ötesinde, yabancıların eli de net bir şekilde görülüyor. Son yıllardaki deneyimler, İsrail'in askeri yenilgilerinden asla vazgeçmediğini ve Direniş'e saldırmak için sürekli olarak dolaylı yollar aradığını göstermiştir. Netanyahu'nun Lübnan hükümetinin kararını memnuniyetle karşılaması, Tel Aviv'in bu kez Beyrut hükümetinin resmi kanadından ümitli olduğunu gösteriyor. Buna paralel olarak, ABD ve bazı Arap ülkelerinden gelen baskı da Lübnan'daki siyasi atmosferi Direniş'i zor durumda bırakmak için kullanıldı.
Hizbullah'ın Mesajları
Bu tür tehlikeler karşısında Hizbullah aynı anda iki mesaj vermeye çalışıyor. Birincisi, Direniş, silahlarını son nefesine kadar savunmaya hazırdır ve bu konuda taviz yoktur. İkincisi, bu kararlılığa rağmen, iç çatışmayı önleme arzusuna sahip ve hükümetin kararlarını yeniden gözden geçirmek için hala zaman var. Silahları koruma kararlılığı ve fitneden kaçınma arzusu arasındaki bu ikilik, Hizbullah'ın iç topluma ve dış aktörlere iletmeye çalıştığı karmaşık denge noktasıdır.
Bu duruma daha derinlemesine bakacak olursak, Naim Kasım'ın konuşmasının "Devlet-Direniş" kavramının bir tür yeniden tanımını taşıdığını söyleyebiliriz. Kasım, Direnişin devlete karşı bir alternatif değil, onun tamamlayıcısı ve ortağı olduğunu vurguladı. Bu nedenle, Direnişi ortadan kaldırmak sadece ülkenin savunma kabiliyetini azaltmakla kalmaz, aynı zamanda devleti egemenliğin gerçek içeriğinden de mahrum eder. Böyle bir okumada, Direniş silahı, ulusal savunma denkleminin bir parçasıdır, ona karşı bir faktör değil.
Bu mantık, elbette, Direniş karşıtları tarafından reddedilir. Direnişi, devletin münhasır egemenliğinin pekiştirilmesini engelleyen hükümete paralel bir güç olarak görüyorlar. Ancak Lübnan'da sahadaki gerçekler, Direniş'in varlığı olmadan İsrail'e karşı caydırıcı bir denge kurulamayacağını gösterdi. Sadece geçmişteki savaşların deneyimi bile Lübnan toplumunun büyük bir kesiminin neden Direniş'in hayatta kalmasının gerekliliğini vurgulamaya devam ettiğini göstermek için yeterlidir.
Genel görünüm
Taif Anlaşması'nın imzalanmasından (1989) bu yana Hizbullah'ın silahsızlandırılması için başta ABD ve İsrail’den olmak üzere ciddi uluslararası baskı var. Lübnan iç savaşını sona erdiren anlaşma, hükümetin elindeki silahlar üzerinde tekel çağrısında bulundu; ancak Hizbullah, İsrail'e karşı Direniş'teki rolü nedeniyle bu maddeden muaf tutuldu.
Son haftalarda Hizbullah'ı silahsızlandırma çabalarının yoğunlaşması, Lübnan'ın geleceğini belirsizlik içinde bıraktı. Önümüzdeki günler belirleyici olacak. Ordunun, hükümetin kararını bu ayın sonuna kadar uygulamak için bir plan sunması gerekiyor ve ABD temsilcileri baskıyı artırmak için tekrar Beyrut'a gidecek.
Naim Kasım'ın sözleri Lübnan için iki ana senaryo sunuyor: Ya iç savaş ya da ulusal diyalog. Naim Kasım'ın uyardığı iç savaş senaryosu, silahsızlanma planının güç kullanılarak uygulanması durumunda muhtemeldir. İç savaş geçmişi (1975-1990) ve kırılgan bir mezhep yapısına sahip olan Lübnan’ın, istikrarsızlık kapasitesi yüksektir. Silahsızlanmayı hayata geçirmekten sorumlu güç olarak Lübnan ordusunda yaklaşık %20-25 oranında Şii bulunması bu senaryoyu karmaşıklaştırıyor. Ordunun bir kısmının Hizbullah'a itaat etmesi ve hatta Hizbullah'a katılması ihtimali devlet kurumlarının çökmesine yol açabilir.
Böylesi bir ortamda Lübnan iki yol arasında kalmaktadır: Ya rasyonaliteye dönüp ülkeyi uçuruma sürükleyebilecek kararları yeniden gözden geçirecek ya da zapt edilmesi kolay olmayacak bir fitne girdabına düşecektir. Naim Kasım'ın "Kerbela" savaşından bahsetmesi bir tehdit değil, direnişin ilkelerine bağlılığı ve fedakarlık düzeyi için bir metafordur. Bu metafor, Hizbullah'ın silah meselesinden geri çekilmeyi siyasi ve ulusal ölümle eşdeğer gördüğünü ve bu nedenle dışarıdan dayatılan herhangi bir senaryoyu varoluşsal bir savaş olarak gördüğünü gösteriyor. Öte yandan, hükümet ve muhalif siyasi hareketler, böylesi bir kırmızı çizgiyle oynamanın Lübnan'ın sorunlarına bir çözüm olmadığını, sonuçları tüm toplumu saracak yeni bir krizin başlangıcı olduğunu anlamalıdır.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
