Hizbullah Lideri'nin Konuşması: Direniş-Devlet Arasında Stratejik Ortaklık

Ali Haydar tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “ŞEYH NAİM KASIM’IN KONUŞMASINA BİR BAKIŞ: DİRENİŞ İLE DEVLET ARASINDA STRATEJİK ORTAKLIK” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

22 Temmuz 2025
Hizbullah Lideri'nin Konuşması: Direniş-Devlet Arasında Stratejik Ortaklık

Lübnan tarihinin dönüm noktalarından birinde, uluslararası baskıların iç erozyonlarla kesiştiği ve devletin, ABD'nin uyguladığı siyasi ve güvenlik tehditleri ile İsrail’in devam eden saldırganlığı karşısında kırılgan dengesini kaybetmeye itildiği bir anda, Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım’ın yaptığı konuşma, sadece anlık bir tepkiyle sınırlı kalmayan, krizi aşma yönünde bütünlüklü bir siyasi yaklaşım sundu. Bu kriz, Trump yönetiminin, Lübnan’ı kendi güç unsurlarından vazgeçmeye zorlamak amacıyla kurguladığı bir çıkmaz olarak değerlendiriliyor.

Devlet kurumları bu yaklaşımla ciddi bir şekilde örtüşebilirse, bu konuşma sahnede büyük bir dönüşüm yaratma fırsatına dönüşebilir ve Lübnan’ın egemenliğini korumak için yeni manevra alanları açabilir.

Hizbullah liderinin konuşması, daha önce sürekli "devletin önünde bir engel" olarak görülen silahı, devletin varlığını güçlendiren istisnai bir fırsata dönüştürmeyi başardı. Bu, direniş ile devlet arasındaki ilişkiyi, çatışma veya paralellik yerine, olumlu bir bütünlük ve tamamlayıcılık temeli üzerine yeniden tanımlama çabasıdır. Bu da hem İsrail’in, iç ve bölgesel değişimlerle daha da vahşileşen tehditlerinin, hem de Suriye’deki durumun açtığı tehlikeli senaryoların gölgesinde Lübnan’ın güvenliği ve varlığı açısından kritik bir adımdır.

Bu konuşma, Lübnan siyaset sahnesinde alışıldık gerilimli ve savunmacı söylemlerden farklı olarak, dış dayatmalara karşı devletin egemen konumunu pekiştirme mücadelesinde kullanılabilecek siyasi ve anayasal imkânları temel alan tutarlı bir anlatı sundu.

Bu konuşma, ne silah gücünün bir gösterisiydi ne de ideolojik ezberlerin tekrarından ibaretti. Aksine, hassas bir siyasi faaliyet pratiğiydi: Kartları yeniden düzenledi, direnişin konumunu taifeler üstü, tüm Lübnan’ı kapsayan bir olgu olarak yeniden ortaya koydu. Direnişi güvenliği tehdit eden bir unsur değil, egemenliği savunan bir savunma kolu; devleti aşan bir taraf değil, güvenliği sağlamada devletin ortağı olarak konumlandırdı.

Bu çizgiyi, Meclis Başkanı Nebih Berri'nin müzakerelerde ön plana çıkması daha da pekiştiriyor. Zira Berri, sadece Meclis Başkanı değil, aynı zamanda bir direniş hareketinin lideridir. Cumhurbaşkanı Joseph Avn’un gerçekçiliği ve Başbakan Nevvaf Selam’ın iç ve dış tehditlerin farkında oluşu da bu süreci destekliyor.

Lübnan'ı kuşatan tehditlere karşı —süregelen İsrail saldırılarından, ulusal dengeyi yok etmeyi hedefleyen Amerikan baskılarına; ülkeyi kanlı bir çatışmaya sürüklemeyi amaçlayan iç bölünmelere kadar— bu konuşma, Lübnan devletine nadir bir fırsat sundu: Teba olmaktan çıkıp ortaklık temelinde yeniden varlık ve irade ortaya koymak.

Bu anlamda, Şeyh Kasım’ın konuşması yalnızca direnişin karşıtlarına hitap etmedi. Aynı zamanda devlet kurumlarına da seslendi: “Direniş, devletin alternatifi değil; eğer devlet gerçekten egemen ve bağımsız bir karar sahibi olmak isterse, onun gücünün bir yansımasıdır,” mesajını verdi.

Ayrıca, direnişin geçmiş anlaşmalara bağlı kalma taahhüdünü ve güneyi kurtardıktan sonra devlete teslim ettiğini vurgulaması, devlete müzakere konumunu güçlendirme fırsatı sunuyor.

Direniş, her gün büyük bedeller ödemesine rağmen görevini yerine getirdi. Buna karşılık İsrail, mutabakatları ihlal etti ve ABD, bu mutabakatları görmezden gelerek düşmanı güçlendirmeyi ve saldırılarını meşrulaştırmayı amaçladı.

Bu durum, Lübnan’a içeride ve dışarıda daha meşru ve güçlü bir duruş sergileme imkânı tanıyor. Yeni bir anlaşmayla saldırganı ödüllendirmek ve mağduru suçlamak yerine, işgalin dayattığı fiili durumları reddeden bir pozisyon alınabilir.

Ayrıca, uluslararası ikiyüzlülüğün bu denli net bir şekilde ifşa edilmesi, Lübnan’a diplomatik manevra alanı da kazandırıyor. Özellikle de, direnişin silahları meselesini dar iç tartışmaların dışına çıkarıp, bunu ulusal savunma ve caydırıcılık denklemine oturtmaya karar verirse.

Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus da, söz konusu konuşmanın ulusal güvenlik stratejisi ve savunma stratejisi konularında tartışmaya son vermemesi; aksine, bu tartışmayı akılcı bir bakış açısıyla ve gerçekçi koşullarla yeniden açmasıdır. Öncelikle karşı karşıya kalınan tehditlerin ciddiyetle ele alınması, ardından ise ihtilaflı konuların diyalog zeminine taşınması hedeflenmektedir.

Bu bağlamda konuşma, nadir rastlanan bir ulusal uzlaşı anı sunarak, öncelikleri dar sadakat çerçevesinde değil, gerçek tehditler temelinde yeniden düzenleme fırsatı yaratmıştır. İşte burada devlet için en büyük fırsat yatmaktadır: Bu yaklaşım üzerine inşa ederek siyasi ve güvenlik tartışmalarını yeniden çerçevelemek ve dış müdahalelerle savunmasız hâle getirilen bir ülke yerine, kapsayıcı ve egemen bir savunma projesi ortaya koymak.

Bu yüzden Hizbullah Genel Sekreteri, konuşmasını sakin bir dille, kararlı bir içerikle ve akılcı bir üslupla sunmaya özen göstermiştir. Argümanların mantıksal yapısı ve düşünce sıralaması, konuşmayı duygusal tepkilerden çıkarıp siyasal akıl zeminine taşımış, böylece ikna gücünü artırmıştır. Bu yönüyle, asgari zihinsel açıklık ve psikolojik hazırlık sağlandığında, direniş çevresi dışındaki kitleler için de etkileyici olabilir.

Örneğin, Şeyh Kasım’ın "silah bir amaç değil, araçtır" ve "direniş başıboş bir askeri aktör değil, egemenliğin koruyucusudur" şeklindeki sözleri, devletin uluslararası düzeyde benimseyebileceği bir anlatı sunmakta; aynı zamanda iç kamuoyunun da çekinmeden etrafında birleşebileceği bir zemin oluşturmaktadır.

Tüm bunlara ek olarak konuşma, dış güçlerin iç ayrışmaları kullanma çabalarına karşı iç birliği pekiştirmek için önemli bir fırsat doğurmuştur. Direnişin kendi çevresindeki stratejik ittifaklarının sağlamlığına ve üç erk başkanlarıyla yürütülen derin koordinasyona açıkça vurgu yapılarak, dış beklentilerin önü kesilmiştir.

Böylece iç cephe sadece direnişe destek veren bir unsur değil, doğrudan devletin kendisinin temel dayanağı hâline gelir. On yıllar içinde oluşan ve biriken bu iç direnç, bugün devletin ortak bir egemenlik projesi inşa edebilmesi için gerçek bir değer hâline gelmiştir. Yeter ki bu ulusal birlik duygusu, ortak bir egemenlik vizyonuna doğru doğru şekilde yönlendirilebilsin ve kurumlara olan güven yeniden inşa edilebilsin.

Dışarıdan bakıldığında, bu söylem Lübnan’a zayıf bir devlet olarak dış koruma dilenen bir ülke yerine, bölgesel ve uluslararası konumunu güçlendirme imkânı tanıyan yeni bir denklem sunuyor. Bu söylemle birlikte Lübnan, sürekli krizlerin kurbanı olan bir ülke olarak değil, stratejik güç kartlarına sahip siyasi bir aktör olarak yeniden tanımlanıyor.

Bu bağlamda, devletin önünde duran gerçek tercih; direniş ile uluslararası toplum arasında bir seçim yapmak değil, ya iç güç unsurlarını inşa ederek eşit koşullarda müzakere eden bir konuma gelmek ya da son dayanıklılık kaynaklarını da dağıtarak yeni bir vesayetin altına girmekten ibarettir.

Bu perspektiften bakıldığında, Şeyh Kasım’ın konuşması sadece Amerikan-İsrail müzakere projesine bir yanıt değil, aynı zamanda bütüncül bir egemenlik vizyonu sunan siyasi bir teklif olarak öne çıkıyor. Devleti yücelten ve onu çıkmazdan kurtarabilecek nadir bir fırsat penceresi açıyor.

Bu söylem, direnişi devlete yük olan bir unsur değil, tam tersine onun istikrarını sağlayan bir faktör olarak tanıtıyor; silahı devlete karşı değil, onun hizmetinde konumlandırıyor. Zorla bir dayatma ya da dış baskı ile değil, ortak bir ulusal savunma stratejisi üzerinde uzlaşma çağrısı yapıyor. Bu da devlet fikrini yeniden ayağa kaldırıyor: Güçlü, egemen, korunaklı ve yetkin bir devlet.

Sonuç olarak, bu söylem ne sürekli bir yetki talep ediyor, ne de açık bir ulusal tartışma ihtiyacını reddediyor. Fakat aynı zamanda egemenliğin bağımlılıkla, güvenliğin ise pazarlık konusu yapılmasıyla değiş tokuş edilmesine de izin vermiyor. Ulusal soruyu baştan formüle ediyor: Gerçekten güçlü bir devlet mi istiyoruz, yoksa “siyasi gerçekçilik” adı altında son bağışıklık kaynaklarımızı da tasfiye etmeyi mi?

Hizbullah, devlete gerçek bir fırsat sundu. Devlet, ya bu yeni dengeyi kurma sürecinde bir ortak olacak ya da dışarıdan dayatılan dengelerin rehinesi olarak kalacak. Direniş, caydırıcı bir güç mü olacak, yoksa güvenliğimiz tamamen açıkta mı kalacak? Karar devlete ait ve bu an herhangi bir oyalamayı kaldıramaz.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.