Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr

İsrail'in Suriye Senaryosu: Taifeci Kantonlar

Betül Vehbi tarafından almanar.com.lb adlı internet sitesinde kaleme alınan “TAİFECİ KANTONLAR: İSRAİL DESTEKLİ KADEMELİ SURİYE BÖLÜNMESİ SENARYOSU” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

22 Temmuz 2025
İsrail'in Suriye Senaryosu: Taifeci Kantonlar

Süveyda’daki duman ve Sahil’deki alevler arasında, yalnızca silahların değil, sadece yerel çatışmaların da değil; sessizce haritayı kan ve kimlik ritminde yeniden şekillendiren dış güçlerin de etkisiyle şekillenen sancılı bir Suriye manzarası ortaya çıkıyor.

Yaşananlar, sadece yeni bir çatışma dalgası değil; savaşın doğasında tehlikeli bir dönüşümün habercisi. Bu dönüşümün başlığı, “taifeci kantonlar”; ve bu dönüşümün arkasındaki esas aktör: İsrail devleti.

Süveyda’da yaşanan kanlı hafta, Suriye'nin toplumsal coğrafyasındaki derin çatlağı gün yüzüne çıkardı. Sadece birkaç gün içinde binden fazla kişi hayatını kaybetti; karşılıklı katliamlar, zorunlu göçler ve “Dürzileri koruma” bahanesiyle İsrail’in doğrudan askeri müdahalesi yaşandı. İsrail savaş uçakları, keşif uçuşlarıyla yetinmeyip, Şam, Süveyda ve Dera’daki hassas hedefleri – Savunma Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresi dâhil – vurdu. Bu, nadir görülen bir mesaj ve niyet gösterisiydi.

Eş zamanlı olarak, İsrail kara birlikleri işgal altındaki Golan’dan Şam’ın güney kırsalına doğru ilerleyerek başkente yalnızca 10 km mesafedeki Katana kasabasına ulaştı. Bu adım, Tel Aviv’in 1980’lerde Lübnan’ın güneyinde kurduğu “güvenlik kuşağı” modelini hatırlattı. Netanyahu’nun Dürzilere verdiği açık destek mesajları ve İsrail güvenlik kurumlarının güney Suriye’nin silahsızlandırılması gerektiğine dair açıklamaları, gözlerden kaçmayan bir projenin işaretlerini veriyor: Golan’dan Cebel el-Arab’a uzanan, Dürzilerin “koruma” karşılığında konumlandığı ve fiilen ayrıldığı bir tampon bölge.

Bu senaryo sadece son çatışmaların ürünü değil. Nüfusunun büyük kısmını Alevilerin oluşturduğu Sahil bölgesinde de son haftalarda taifeci nedenlerle yaşanan katliamlarda yaklaşık 1700 sivil hayatını kaybetti. Bu ölümler, uluslararası insan hakları örgütleri tarafından belgelenmiş olup, tanıklıklarla da doğrulanıyor. Rejime bağlı oldukları bildirilen silahlı grupların kendi halkına karşı uyguladığı taifeci ayrımcılık ve infazlar, savaşın geldiği noktadaki kaosun ve denetimsizliğin en çarpıcı göstergesi oldu.

Bu olaylar karşısında şu sorular yeniden gündeme geldi: Kim fitneyi körüklüyor? Neden şimdi? Taifeci yangınları kim büyütmek istiyor ve bundan kim kazanç sağlıyor?

Bu taifeci gerilim ortamında, Suriye'nin fiili olarak taifeci kantonlara bölünmesi senaryosu yeniden gündeme geldi. Bu fikir aslında yeni değil. Savaşın başlarında bazı Batılı analizlerde yer alan “faydalı Suriye” kavramı, yani merkezi devletin sadece Şam’dan Sahil’e uzanan dar bir taifeci hatta sıkışması tezi yeniden tartışılıyor. Ancak bugün değişen, bu senaryoların artık uygulamaya çok daha yakın olması; çünkü sahada ciddi bir parçalanma yaşanıyor ve dış müdahaleler doğrudan devreye girmiş durumda.

Suriye’nin güneyinde ve sahil bölgelerinde yaşananları, son yirmi yılda birçok Arap ülkesinde uygulanan parçalama stratejilerinden ayrı düşünmek mümkün değil. Irak’ın fiili olarak Kürt bölgesiyle yeniden şekillendirilmesinden, iki ayrı hükümet ve yabancı güçlerin etkisi altındaki Libya’ya kadar, Arap dünyasının haritası adeta başarılı bölünme projelerinin arşivine dönüşmüş durumda.

Her defasında, taifeci, etnik ya da bölgesel farklılıklar birer sızma aracı olarak kullanılıyor; iktidar, fiili kantonlar biçiminde yeniden üretiliyor. Sınırlarını “güvenli bölgeler” ve “azınlıklarla çıkar ortaklığı” üzerinden güvence altına almak isteyen İsrail ise, Suriye’nin parçalanmasında sadece kısa vadeli değil, uzun vadeli güvenlik stratejisi olarak da bir fırsat görüyor. Çünkü böyle bir yapı, İsrail’in hem geleneksel tehditlerden hem de direniş odaklarından uzak, denetlenebilir bir tampon kuşak yaratma hayaline hizmet ediyor.

Bu fotoğrafın merkezinde, güneyde ateşkesi sağlamak amacıyla Amerika–Ürdün–Suriye sponsorluğunda yürütülen uluslararası uzlaşmaların sadece çatışmaları durdurmaya yönelik bir girişim olmadığı, aynı zamanda yeni temas hatları çizmeye ve sahadaki nüfuzu yeniden yapılandırmaya yönelik bir hamle olduğu açıkça görülüyor. Şam’dan gelen ateşkes ilanı, Dürzi topluluğunun ruhani liderliğinin açıklamaları ve Aşiretler Meclisi'nin sert çıkışlarıyla birlikte, sahadaki fiili güçler arasında son derece kırılgan bir denge oluşturdu; bu denge her an çökmeye açık.

Ancak en tehlikeli olan şey, "azınlıkların korunması" kavramının artık siyasi bir silaha dönüşmüş olmasıdır. İsrail, kendisini “Dürzilerin koruyucusu” olarak pazarlarken, Amerika “her tarafın sorumlularının hesap vermesi” çağrısında bulunuyor; fakat aylardır Gazze'de yaşananlara karşı tamamen sessiz kalıyor. Bu noktada “insani yardım” çağrıları samimiyetini yitiriyor ve insan hakları söylemine sarılı taifeci söylemlerin iç yüzü ortaya çıkıyor. İnsanlık adeta taifeci kartlarla dağıtılan bir meta hâline geliyor; kimin nerede yaşadığına, hangi topluluğa mensup olduğuna göre veriliyor ya da ondan esirgeniyor.

Bu denklemde daha da vahim olan, taifeci kantonun sadece Süveyda ya da kıyı bölgeleriyle sınırlı yerel yapılar olmaktan çıkıp, Suriye’yi aşan bölgesel bir projenin çekirdeği hâline gelmiş olmasıdır. Taifeci kışkırtmanın tırmanması ve komşu ülkelerde de benzer toplumsal temas hatlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, bu modelin başka alanlara yayılması ihtimali göz ardı edilemez. Özellikle iç içe geçmiş topluluk yapılarının olduğu Lübnan gibi ülkelerde dengeler bozulduğunda, fitne bir kıvılcım bekleyen bomba hâline gelir.

Bugün Suriye’de olanlar, sadece grupların yer değiştirmesi değil; ayrışmış yapıları kalıcılaştırmaya yönelik bir saha hazırlığıdır. Her yeni kanlı çatışmayla birlikte merkezi devlet fikri zayıflıyor, “korunan kanton” fikri ise güç kazanıyor – bu da bölgesel ya da uluslararası destekle, yapay insani söylemler eşliğinde meşrulaştırılıyor.

İşte işin özü burada yatıyor: İsrail kimseyi korumuyor, aksine kaosu mühendislik ürünü olarak kurguluyor ve yıkım üzerinden strateji inşa ediyor. Tel Aviv, uzun süredir komşularının zayıflığından faydalanıyor; şimdi ise Suriye'nin parçalanmasını, onlarca yıl sürecek güvenlik için stratejik bir fırsat olarak görüyor – üstelik savaşsız.

Sahadaki müdahalelerden “koruma” söylemlerine kadar tüm bu unsurlar bizi net bir sonuca götürüyor: Yaşananlar ne tesadüf ne de geçici bir gerilimdir. Bu, dış güçlerin yönettiği, yerel grupların uyguladığı ve “azınlıkları koruma” başlığı altında yürütülen aşamalı ve yuvarlanarak ilerleyen bir bölme senaryosudur. Sonuç olarak: Suriye, sessiz kalan uluslararası toplumun ve çaresiz iç dinamiklerin ortasında, taifeci parçalara bölünmüş bir yapıya dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Ve en büyük tehlike, bu senaryonun bölge geneline yayılması; devletlerin enkazı üzerinde taifeci “korunan” yapılar inşa edilmesidir.

Son olarak şu soru hâlâ havada asılı duruyor: Tüm bu fedakarlıklar ve felaketlerden sonra, Suriye taifeci bölünmenin karanlık tünelinden çıkmayı başarabilecek mi, yoksa önümüzdeki dönem “devlet olarak Suriye” yerine “kimliklere bölünmüş Suriyeler” gerçeğini daha da pekiştiren, çok daha tehlikeli bir sürece mi sahne olacak?

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.