Nevvaf Selam’ın başbakan olarak nasıl kabul edildiği konusu hâlâ büyük bir incelemeye ihtiyaç duyuyor. Burada mesele gazetecilik namına haberinin detaylarını araştırmak değil, ülkeye karşı ne planlandığını anlamak. Eğer Amerikalılar parlamentonun çoğunluğuna General Joseph Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesini dayatmışsa ve Hizbullah ile Emel temsilcileri de bu konuda çalışmaya zorlanmışsa o zaman Selam’ın başbakan olarak seçilmesi tabiatıyla aynı seferberliği gerektirmeyecekti. Çünkü ülke içindeki zıt kutuplara oynamak, yeni dönemin ilk başbakanının genel bağlamın dışında kalmayacağı bir atmosfer oluşturmak için yeterli olacaktı.
Genel durum, “yeni Trumpçılar”ın arzuladığı gibi kaçınılmaz bir kader değil. Bu arada bu zihniyetin temsilcileri de maalesef Lübnan’da az değil. Bununla beraber mevzubahis güruhun Trump’ın bir sonraki hamlesinin ne olacağını garantileyebilecek bir durumu da yok. Bunlar, Donald Trump’ın “dünyanın kaderi” olduğuna ve istediğini başarmasının önünde kimsenin duramayacağına inanan güçler, figürler ve çıkar sistemleridir. Böylesi bir düzlemde adamın müminleri, büyüklenmeme ve “direniş ergenliğine” bir son verme çağrısıyla, gelişmelere uyum sağlamamız ve gelişmelerle birlikte yaşamamız gerektiği gibi sözleri tekrarlıyor; anlaşmaların ve harikaların yaratıcısıyla refah ve kalkınma dönemini müjdeliyorlar. Tek bir şey söylüyorlar: Bu hayatı yaşamak istiyoruz!
9 Ocak’tan bu yana Lübnan, “Donald Amca”nın bizim için belirlediği yol haritasına işaret eden bir dizi olay ve gelişme yaşıyor. Öncelikle şu anda bizim, İsrail’e güneyden ne zaman çekileceğini sorma hakkımız yok, aynı şekilde yaptığı veya ileride yapacağı herhangi bir eylemi kınama hakkımız da yok; çünkü o yapması gerekeni yapıyordur. Sonra işgalci devleti rahatsız edecek herhangi bir şey yapmamız de yasaklanmıştır. Bu işler, sadece İran uçaklarının Beyrut havaalanına inişlerinin kısıtlanmasıyla sınırlı değil; yarın birilerinin bize, Seyyid Hasan Nasrullah ve Haşim Safiyüddin’in cenaze törenine katılacakların listesini “İsrail’in” incelemek istediğini söylediğini duyabiliriz. Nitekim İsrail’in Amerikalılarla konuştuğu ve yeniden imar için Lübnan’a para ulaşmaması amacıyla çok çaba sarfettiği bilinmektedir.
Şimdi İran parasına odaklanıyorlar ve diğer Arap veya Batılı ülkelerin sağlayabileceği paralara şartlar koymaya hazırlanıyorlar; çünkü İsrailliler için önemli olan, yeniden yapılanma sürecinin, özellikle sınır köylerindeki insanların evlerine geri dönmesini sağlayacak şekilde gerçekleşmemesidir. İşgalci Siyonist düşman, sınırdaki insanları tedirgin etmek, onları korkutmak ve evlerinde uyumamalarını sağlamak için programını hazırlarken, gündüzleri onları köylerden uzak tutmak için çalışmalara devam ediyor. Elbette tüm bunlar uluslararası güçlerin gözetiminde gerçekleşecek. Lübnan ordusunun bu tür olaylar karşısında nasıl bir tavır takınacağını ise kimse bilmiyor.
Bununla da bitmiyor. ABD, kendisini, Lübnan adlı asi çocuğun artık “doğrudan vasisi” olarak görüyor ve ona yetişkin statüsü vermeden önce tüm hareketlerini izlemek istiyor. Bu arada Amerika, İsrail ile sadece Litani Nehri’nin güneyinde değil, Lübnan’ın tamamında direnişin silahsızlandırılmasının gerekliliği konusunda hemfikir. Amerika ve İsrail’in Lübnan’daki müttefikleri, “hayatta kalmak için silah bıraktırma” kampanyasına hazırlana dursun bunun öncesinde Amerika Birleşik Devletleri, İsrail’in kendisi için tehdit oluşturduğuna karar verdiği Lübnan’daki herhangi bir kişiye veya bölgeye karşı askeri ve güvenlik saldırıları başlatma hakkını işgalci düşmana verecek. Halihazırda mevzubahis kampanya yavaş yavaş kendini göstermeye başladı. Sanki “elçiliklerdeki civcivlerin” açıklamaları 64 gün boyunca güneydeki köyleri işgal edilmekten kurtarmış ya da “elçilik çocuklarının” uçurtmaları, savaş boyunca Siyonist varlığın liderlerinin ve halkının geceleri uykularını kaçırmış gibi “İsrail’e karşı silahlar, bizim için hiçbir işimize yaramadı” melodisini tekrarlayanlardan bu hususta çok şey duyacağız.
Dahası da var mı?
Elbette daha fazlası da var; çünkü Suudi Arabistan’ın da kısmen katıldığı Amerikan-İsrail programı, Lübnan’ın “İbrahim Anlaşmaları kulübüne” geçmesi için çalışmayı gerektiriyor. Bu görev, her şeyden önce ülkedeki tüm karar alma pozisyonlarının, sadece başkanlıkların veya bakanlıkların değil, aynı zamanda genel müdürlerin, birinci ve ikinci sınıf memurların, güvenlik merkezlerini ve kurumlarını yöneten subayların ve ülke genelindeki hukuk davalarındaki hakimlerin kontrolünü, ayrıca Merkez Bankası ve diğer bankaların verilerine ve Lübnan Gümrük ve Vergi Dairesi’nin belgelerine doğrudan erişim hakkını ve hatta Lübnan’a giren tüm kara, deniz ve hava geçiş noktalarının önceden izlenmesi hakkını elde tutmayı gerektiriyor. Evet, bu pozisyonlar için aday olanların isimlerinin bir anda karar mercilerinin masasına düştüğünü gördüğümüzde şaşırmamalıyız.
Mesele bununla sınırlı kalmayacak. Zira programın kendisi, özellikle ABD'nin, Şam'ın yeni yöneticisiyle ilişkilerini yapılandırmada büyük ilerleme kaydettiği göz önüne alındığında, Lübnan-Suriye ilişkilerine yeni bir formül bulmayı amaçlıyor. Washington artık eş-Şara’nın ne sakalının uzunluğunu ne de Usame bin Ladin’in fikirlerinden kendince bir yol tutan İslam’ını umursuyor. Adam dersini ezberlemiş gibi duruyor, başkalarının bütün tecrübelerinden faydalanıyor ve büyük sloganlarla kendini yormak istemiyor. Örneğin; İsrail’in Filistin’i işgali sorunu, Gazze halkı için dua edilerek çözülebilir. İşgal altındaki Golan ve işgal edilmiş yeni topraklardaki halk ise altmış yıl daha beklesin, ne gam; zira Baas yönetimine karşı sessiz kaldıkları için buranın sakinlerinin zat-ı şahanelerinden özgürlük ve bağımsızlık isteme hakları yoktur. Savaşın dehşetinden kaçarak yurtdışına göç eden Suriyelilere gelince, barınma ve beslenme masraflarını karşılayıp geri dönmedikleri sürece kimse onları kabul edemeyecektir.
Yeni devletin inşa süreci, “Baas Partisi’nin tasfiyesini, siyasi, mezhepsel ve etnik kökenleri itibarıyla yüz binlerce Iraklının tasfiyesi olarak gören Amerikan işgaliyle gelen Irak hükümetlerinin izinde” ve galip-mağlup mantığıyla başlatılıyor. Devrik rejimin kalıntılarını devirme adına mezhepsel ve etnik temizlik operasyonları yürütülen Suriye işte böyle bir yer olacak. Lübnan’ı bu değişimde alakadar eden husus ise yöneticilerimizin, Suriye’deki uluslararası dokunulmazlığa sahip yeni hükümetle ittifak kurma fırsatını kollaması gerektiğidir. Tabii ki bu süreçte Lübnan, artık kara ve deniz sınırlarının belirlenmesi veya Suriyeli göçmenlerin geri gönderilmesi taleplerini unutacaktır.
Bitti mi?
Hayır, Lübnan’daki dahili sorunun kökeniyle ilgili olması bakımından daha da tehlikeli bir husus var. Amerikalılar, Siyonist elçi Morgan Ortagus’un Baabda Sarayı kürsüsünden İsrail’e, Hizbullah’a saldırdığı için teşekkür ederken söylediklerine göre hareket ediyor. Nitekim bu noktada Ortagus bize, öncelikle Hizbullah’ın kötülüğü temsil ettiği, ikinci olarak da İsrail’in onu yendiği zemininde hareket etmemiz gerektiğini ve Lübnanlıların ABD tarafından desteklenen bu çabanın faturasını ödeme zorunluluğunda olduğunu söylüyordu. Mevzubahis faturanın, Amerikan köle pazarında “İbrahim Anlaşmaları Kulübü”ne katılmak dışında bir karşılığı ise bulunmuyor.
Bazıları, Amerika’nın Lübnan’ın düşmanla ilişkilerini normalleştiren ülkeler arasında yer almasını istediği yönündeki söylemlerin sadece boş bir laf, sadece bir fantezi veya Amerika’ya ve Lübnan’daki müttefiklerine yönelik bir iftira olduğunu düşünebilir. Ama acı gerçek şu ki Trump’ın tuttuğu yol şaka kabul etmiyor ve çağın delisinin liderliğinde yaşamayı kabul eden kişinin, değişen ruh halinin gerektirdiği her şeyi düşünmesi gerekiyor. Amerikan projesinin gerçekleştirilmesi zor olsa da; tecrübeler bize ABD’nin 11 Eylül’den bu yana yaptıklarının, saldırı, işgal, öldürme ve hükümetler dayatma olduğunu; ardından kayıp, yenilgi ve kaçışların geldiğini ve geride yıkılmış ülkeler ve parçalanmış halklar kaldığını öğretti. Amerika’nın Lübnan’da olmasını istediği şey de tam olarak budur.
Yukarıda zikrettiklerimizin zihinlerde berrak bir şekil alması, bu yılın başındaki olayların ilk ayrıntılarına dönmeyi gerekli kılıyor. O zaman güneyde, havaalanında ve resmi koridorlarda olan bitenin gerçekliğini anlayacağız. O zaman -eğer yeni yöneticiler, Amerikan emirlerine boyun eğmenin intihardan başka bir şey olmadığını fark etmezlerse- bizi bekleyen şeyin, korkunç bir iç şiddete yol açabilecek sert savaşlardan başka bir şey olmadığı açıkça görülecek. Ey, Amerika sevdalıları, Ürdün Kralı sizin için ne güzel bir örnektir! Ne dersiniz bunu da açıklamaya gerek var mı?
Kudüs Haber Ajansı - KHA