Ürdün’de, Mısır’da, Suudi Arabistan Krallığı’nda şu sıralar yaşananlar normal değil. Üç ülkedeki durum birbirine mutabık olmasa da İsrail’in Gazze’ye ve Filistinlilere yönelik savaşına nasıl yaklaşılacağı konusunda temel yaklaşım aynı. ABD yanlılarının “hasat” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı Lübnan örneğinde olduğu gibi, bu ülkelerin yöneticileri de kendilerini, Amerika ve İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’ya karşı çılgınca yürüttükleri savaşta istedikleri sonuçlarla yaşama sınavıyla karşı karşıya buluyor.
Filistin’de direnişçiler, savaşın devam ettiği bir düşünce zemininde hareket ediyor. Dolayısıyla direniş, ateşkes anlaşmasıyla başka bir kareye taşınmadı. Bilakis savaş meydanının hâkim unsur olduğu temelinde hareket etti ve hâlâ da öyle hareket ediyor. Hamas, dünyaya varlığını, yerinde durduğunu ve mücadeleye devam edebileceğini duyurmak istedi. Hatta esir dosyasını yönetirken bile savaşın devam etme olasılığını, büyük hedeflerini gerçekleştirmedeki başarısızlığını kabul etmemiş işgalci Siyonist düşmanın aniden savaşa dönmeye hazır olduğunu hesaba katıyor.
Amerikalılar -İsrail de onlarla birlikte olmak üzere- Lübnan ve Filistin’deki direnişin darbe alması, Arap rejimlerinin çıkarınaymış gibi davranıyor. Ne var ki İsrail saldırganlığı artık başkalarının hesaplarıyla sınırlı değil.
İsrail’in, Suudi Arabistan’ı da içine alan daha geniş bir normalleşme için daha önce bedel ödemeye hazır olduğu doğru olsa da savaştan sonra -Amerikan’ın himayesi ile- savaşın meyvelerini toplayacak tarafın kendisi olduğu temelinde hareket ediyor. Bu meyvelerin ilki de iki devletli çözüm fikrini görüşmelerden çıkarmak. Evet, Donald Trump geldi, Filistin sorununu salt insani bir sorun haline getirdi ve çözümü Filistinlileri başka bir yere naklederek yaşamlarını ülkelerinden uzakta bir yerde sağlamakta buldu.
Trump, savaşın doğal sonucu buymuş gibi davranıyor. Gazze’yi yaşanmaz bir yer haline getiren suçun failini bilerek görmezden geliyor, İsrail’in üzerine düşeni yaptığını ve şimdi görevi tamamlamak üzere başkalarının devreye girmesi gerektiğini varsayıyor. Dolayısıyla Trump, Arap rejimlerinin “çözüm” olarak adlandırdığı şeye dair tartışmalara herhangi bir değer de atfetmiyor.
Bu durum, “savaşın ertesi günü” grubuna, geçmiş dönem boyunca bu mevzuya dalmalarının, “savaş öncesi var olanın geri dönülmez bir şekilde sona erdiği ve Gazze’nin varoluş fikrinin geçmişte kaldığı” düşüncesine dayanan Amerikan-İsrail stratejisine uygun bir bağlama dönüştüğünü hatırlatmak için bir vesile olabilir.
İsrail bugün artık emniyetinin, güvenliğe ve siyasete dair düzenlemelerle değil, radikal değişimlerle sağlanabileceğini söylüyor. Nitekim Siyonist yorumculardan biri, İsrail kanallarından birindeki bir oturumda konuyu açıkça dile getirmiş ve sunucuya, “Askalan’dan Aşdod’a doğru yapılan roket saldırısını duydunuz mu?” diye sormuş, sunucu da şaşkınlıkla “Bu nasıl olabilir?” diye karşılık vermiş ve bunun üzerine yorumcu şöyle demişti: “Bu soru karşısında şaşırmanız doğal. Filistinlilerin olmadığı bir yerden roket fırlatılabilir mi? Şu hâlde Gazze’den roket atılmayacak bir zamana ulaşmak için Gazze’nin Askalan gibi Filistinlilerden arındırılması gerekiyor!”
Bugün Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın yöneticileri Amerika’nın kendilerini dar bir köşeye sıkıştırdığını görüyor. Kralın büyük bir değişiklik yapması gerektiğini doğrudan duyup hissetmesiyle Amman’da, sarayda, bir panik havası yaşanıyor. Kral ya Ürdün’ü Filistinliler için de bir devlete dönüştürme sürecine girecek ya da rejiminin kaderi yeniden değerlendirilecek.
Kral ve çevresi rejimin çöküşünün ciddi bir ihtimal olduğunu hissediyor ve Suriye’de yaşananların sonuçlarını görüyor. Son bir yılda büyük bir değişim yaşandığını, halkının yaşam koşullarını iyileştirmek için değil, Ürdün’ü Filistinliler için uygun bir devlete dönüştürmek adına bir geçiş aşamasına girmek amacıyla reformlara başlaması gerektiğini Ürdün Kralı Amerikalılardan doğrudan işitti. Bugünkü pozisyonunda kralın seçenekleri çok az gibi görünüyor. İçeride değişiklikler yaparak Haşimi tahtını korumak için oğlunu bir alternatif olarak göstermeye çalışıyor; ama Amerikalıların, “Ürdün’ü nasıl Filistinliler için bir devlete çevireceksin?” sorusuna yanıt veremiyor.
Bunlar, sınır tanımayan Amerikan kibrinin gölgesinde gerçekleşiyor. Trump-Kral Abdullah görüşmesinin tarihi belirlenirken -özellikle de tarihin ancak Binyamin Netanyahu’nun Washington ziyareti ve Trump’ın Gazze’yi boşaltma sözünden sonra belirlenmesi nedeniyle- Amman, Amerikan tutumunun meydana getirdiği utancı sınırlayacak koşullar oluşturmaya çalıştı ve Ürdün Kralı konuyu daha az kışkırtıcı göstermek için çabaladı.
Ürdün Kralı, Amerika’nın başkentine vardığında Ürdün Büyükelçiliği medyayı uzak tutmak için yoğun bir çaba sarf etti. Ürdünlü yetkililer bu konuda bir anlaşmaya varmak için Beyaz Saray’la iletişim kurdu. Ürdünlüler, Amerikalıların talebi kabul ettiğini anlayınca Beyaz Saray’daki medya mensuplarıyla doğrudan iletişime geçerek görüşmede herhangi bir basın toplantısı veya konuşma yapılmayacağını bildirdiler.
Ne var ki Trump, bu tükenmiş kralın hatırını dikkate almadı, gazetecilerin içeri girmesini istedi ve kasıtlı olarak onu gazetecilerin önünde zor duruma sokup utandırdı. Ürdün Kralı en zayıf halindeydi ve cevap vermeye mecali yoktu. Sürekli “özgür dünyanın liderine” kur yapıyor, soruları Arap Birliği toplantısına ihale ederek geçiştirmeye çalışıyordu. Beyaz Saray’dan ayrıldıktan sonra kendisine herhangi bir adım atması yönünde çağrılar yağmaya başlayınca danışmanları, bir tweet atarak Filistinlilerin yerlerinden edilmesini reddettiklerini yinelediler.
Kahire’de de durum pek farklı değil; ama Mısır da Ürdün değil. Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, mahcup olunacak bir pozisyona hiç girmemenin daha iyi olduğunu düşünerek Amerika’nın başkentine yapacağı ziyareti erteleme sinyalleri vermeye ve ardından da ziyaretinin Trump’ın Gazze halkını yerinden etme projesinden vazgeçmesine bağlı olduğuna dair konuşmaya başladı. Daha sonra ise Amerikan planına karşı durabilmek adına kapsamlı bir Arap tutumunu belirlemek üzere acil bir Arap zirvesi çağrısı yaptı. Mısır sokakları, sadece Filistinlilerle dayanışma amacıyla değil, aynı zamanda Mısırlıların bu kez ülkelerinin doğrudan tehdit altında olduğunu hissetmeleri nedeniyle de çalkantılı bir döneme tanıklık ediyor. Kahire hükümetinin de sokağı harekete geçirmek istediği açık; hatta Trump’ın projesine karşı Mısır’ın tüm illerinde hükümetin destekleyeceği büyük halk gösterilerinin yapılma ihtimali konuşuluyor.
Suudi Arabistan’da ise tablo daha da bulanık. Amerikan başkanı, gerek içeride Muhammed bin Selman’ın yönetiminin istikrarı adına gerekse de Riyad’ın dışarıda düşman olarak gördüğü kişilere karşı sağladığı koruma namına Suudi Arabistan Krallığı’nı, sadece karşılığını ödemesi gereken “altın yumurtlayan bir tavuk” olarak görme yaklaşımını değiştirmedi. Aslında Suudi Arabistan Krallığı, Gazze ve Lübnan savaşının ve Suriye’deki değişimin ardından tüm bölgedeki duruma ilişkin ciddi kaygılar yaşıyor.
Suudi Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, İsrail ile iki devletli çözüm tanınmadığı sürece normalleşmenin mümkün olmadığını Arap ve yabancı heyetlere açıkça söyledi. Suudi Arabistan, sanki mevzu, İsrail’le yaşadığı bir sorunmuş gibi davranırken, Trump’ın tüm meseleyi ele almasıyla durum farklı bir hal aldı. Trump, Suudi Arabistan’ın Filistinlileri kabul etmesini veya Ürdün, Mısır ve Doğu Avrupa’daki İslam ülkelerinde organize edilecek yerleşim projelerini finanse etmesini istiyor.
Arap rejimleri bugün Gazze halkına karşı işlenen büyük suç karşısında sessiz kalmalarının, Filistin ve Lübnan’daki direnişe karşı verilen savaşta işgalci Siyonist düşmana alkış tutmalarının ve hatta destek vermelerinin, sanki bu savaş kendileri ve İsrail için ortak bir düşmana karşıymış gibi davranmalarının bedelini ödüyor.
Dahası da var. Bu ülkelerin Gazze’nin yeniden inşası ve yaşanabilir bir yer haline getirilmesi konusunda öncü rol üstlenmedeki çekingen tavırları henüz ciddi bir biçimde netleşmiş değil. Önümüzdeki 5 yıl içinde ABD’ye 1,5 trilyon dolar yatırım yapmaya hazırlanan Arapların, Gazze ve Güney Lübnan’ın yeniden inşası için 50 milyar dolar harcamaya hazır olmadığı açık. Yaşananların bedelini pratikte iki kez ödeyeceklerini biliyorlardı: Birincisi, işgalci Siyonist düşman lehine bahis oynayıp suç konusunda sessiz kaldıklarında; ikincisi de mevcut Amerikan öfkesinden kaçınmaya çalıştıklarında.
Evet, işte “Filistin’in laneti” sadece Siyonistleri ve Amerikalıları değil; aynı zamanda Filistin halkı bir yana İsrail gibi bir varlığın bulunduğu bir bölgede yaşayan herkes uğruna, direniş görevinden uzakta, güvenli bir şekilde yaşayabileceğine inanan herkesi etkiliyor!
Kudüs Haber Ajansı - KHA