Savaşta Yenemedikleri Direnişe Siyasi-Ekonomik Saldırı Planlıyorlar

Urayb er-Rantavi tarafından almayadeen.net adlı internet sitesinde kaleme alınan “DİRENİŞ İLE ONU BAĞRINA BASAN HALK ARASINDAKİ BAĞ VE ROL DEĞİŞİMİ” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

07 Şubat 2025
Savaşta Yenemedikleri Direnişe Siyasi-Ekonomik Saldırı Planlıyorlar

Direniş üzerine yazılmış klasik edebiyat, direnişin, “çevresini/halkını” koruyan, düşmanlarının kötülüklerini ve karanlık emellerini savuşturan, ülküsü ve geleceğini, özlemlerini ve umutlarını savunan şey olduğunu söyler. Bu ifadeler, işgalin boyunduruğu altında acı çeken veya işgal tarafından tehdit edilen ve işgal sınırlarında oturan halklar için, Filistin ve Lübnan örneklerinde olduğu gibi, tam manasıyla doğrudur.

Fakat bu denklem, Aksa Tufanı ve destek cephelerinin savaşlarının sonunda ve önce Lübnan cephesi ve yaklaşık elli gün sonra da Filistin cephesinde ateşkes anlaşmasının imzalanmasının hemen ardından tersine döndü veya tersine dönmeye çok yaklaştı. Görünen o ki her iki direniş grubunun kitleleri ve onların toplumsal tabanları -aynı zamanda- topraklarını, mefkurelerini ve direnişlerini savunmada ön saflarda yer alanlardı; işgalle güç ve çatışma denklemine yeni belirleyici etkenler getirenler de onlardı. Görünen o ki Lübnan’da güney, Dahiye ve Bekaa; Filistin’de Gazze sakinleri, Hizbullah ve Hamas’ı desteklemiş, onların tutunacakları son dal olmuştu. Şayet bu omuz verme olmasaymış bu iki hareket de ayakta kalamazmış; dolayısıyla tarihleri ve hatta ülkelerinin tarihlerindeki en zorlu savaşlara girmiş bu iki topluluğun damarlarına arkalarındaki halk ile “yeni bir kan” pompalandığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

Tamamen yıkılmış olan Gazze’de, Filistin direnişine takviye kendi halkından geldi; kuzeye ve kuzeyin kuzeyine yüz binlerce hasta, yaralı ve sağlıklı erkek, kadın, yaşlı ve çocuk yürüyerek büyük bir zaferle döndüler. Filistin tarihinde benzeri görülmemiş bu görüntü, birçok kişi tarafından anavatanlarından sürgün, diaspora ve mülteci kamplarına göç eden insanların konvoylarının görüntüleriyle dolu bir tarihte bir dönüm noktası olarak görüldü. Bu kez geri dönenlerin, harabeye dönmüş Gazze Şeridi’ndeki evlerinin, kasabalarının, kamplarının ve köylerinin enkazına akın ettiği bir görüntü vardı karşımızda. Kimileri, bu tabloyu, milyonlarca mülteci ve yerinden edilmiş insanın, Nekbe’den bu yana seksen yıldır özlemle beklediği “büyük dönüşün provası” olarak değerlendirdi.

Kuzey ve kuzeyin kuzeyi, sakinlerinden boşaltılmış bir halde kalsaydı direniş ve halkı, düşmanlarını geceleri uyutmayan, İsrail’in siyasi ve askeri elitleri arasında depresyon ve bozgun duygusuna yol açan zafer görüntüsünü veremezdi; siyonist varlıktaki ileri seviye aşırılıkçıların, bugüne kadar durmayan kendilerini paralama tabloları ortaya çıkmazdı ve “İsrail” avucunun içinden kaçan mutlak zaferin sonucu olan hayal kırıklığının acısını yaşamazdı. Filistin halkı bu portrenin ve hikâyenin kahramanı, direnişin kurtarıcısı ve ön cephelerini boş bırakmayanıdır.

Tam da bu noktada sadece bir tek beşinci kolun değil, birçok beşinci kolun teşvik ettiği kâbus senaryosunu hayal edelim. Kuzeye dönüş yolunda Netzarim koridorunda toplanan yarım milyon vatandaşın, Gazze Şeridi’nden Sina’ya yeni bir mülteci yolculuğu için Refah sınır kapısında veya yakınında toplanmış olduğunu düşünelim. İşte o zaman -sadece o zaman- Netanyahu tavus kuşu gibi tüylerini kabartıp “mutlak zafer” çığlığını atardı. Bu olmadı ve tam tersi oldu. Şimdi Netanyahu ve arkadaşları, Gazze Kabuğu denilen bölgeye yerleşimcileri geri dönmeye ikna etmek için gece gündüz çabalıyorlar, ama nafile. Evet, Filistin halkı bu anlatının ve hikâyenin kahramanıdır.

Gazze’nin geri dönen veya acımasız Siyonist yıkım makinesine, ölümcül lavlarına ve çelik dişlerine direnip evlerinin taşlarına tutunan halkı ve sakinleri olmasaydı Kassam Tugayları ve Kudüs Seriyyeleri, zafer kutlamaları ve Seraya, Filistin ve Liman meydanlarında; küllerin ve enkazın altından her defa Ebu’l-Ala el-Ma’arri’nin “Anka kuşunun avlanamayacak kadar büyüdüğünü görüyorum/Bu yüzden takat getirebileceğin kişiyle inatlaş.” beytini tekrarlayarak çıkıp gökleri yaran ankamız, efsane Cibaliye’nin merkezinde takas törenleri yapamazdı.

Gazze’de ateşkesin 19 Ocak sabahı yürürlüğe girmesiyle birlikte tüm gözler Gazze’ye dikildi ve Kassam Tugayları ve Kudüs Seriyyeleri ile onların bağrından çıktığı çevre arasında yeryüzünün üstünde yapılacak ilk kapsamlı toplantının detayları takip edilmeye başlandı. Pusuya yatanlar ve direnişin başına gelen her şeye sevinenler, “felakete yol açanlara” karşı bir halk ayaklanması patlak verir mi diye bahse tutuşuyorlardı. Böyle olmadı, tam tersi oldu ve binlerce insan, direnişçilerin etrafında, esir ve tutukluların takas edildiği görkemli törenlerde ve kutlamalarda bir araya geldi. Büyük kalabalıklar, direniş ve onun büyük şehit liderleri için tutkulu bir biçimde slogan atıyordu. Pusuda bekleyenlerin bahsi boşa çıkmış ve okları hedeflerinden sapmıştı.

Korku; bu en uzun, en kanlı ve en yıkıcı savaştan Kassam Tugayları’nın ve Kudüs Seriyyeleri’nin bitmiş, elbiseleri pare pare, bedenleri zayıf bir halde, ayaklarını sürüye sürüye ya da en iyi durumda hayvanların çektiği arabalar üzerinde ellerinde kalan tüfekleri sürüyerek çıkmalarıydı. Ne var ki bu korkuyu, o unutulmaz günde direniş erlerinin, tam tekmil askeri üniformalar ve yerleşim bölgelerinden elde edilmiş silah ganimetleriyle mücehhez ilk göz alıcı görüntüleri yok etti. Törenleri düzenleyenler, her yönde ve ilgili herkes için mesaj dolu olsun diye dikkat çekici sunumlarında en ince ayrıntıları bile atlamıyordu. Etrafları, Filistin’in evlatları ve bazen de neredeyse kontrol edilemez hale gelen bir insan seliyle çevreleniyordu. Wall Street Journal’a göre, bazıları dost ve taraftarlardan kaynaklı tüm korkular ve endişeler bir anda bu müthiş rüzgarla dağılıyor ve yerini dostları sevindiren, düşmanları ise bu hakareti yutkunmaya mecbur bırakacak kadar kızdıran parlak bir görüntüye bırakıyordu. Direniş gücünü, sertliğini ve çelik gibi iradesini ortaya koyuyordu.

Hamas, “Biz buradayız, buradaydık ve burada kalacağız” deme hakkına sahipti. Hamas, savaştan sonra Gazze’deki yeni fiili durumun denklemini formüle etme hakkına sahipti: “Hamas’a emir buyurmayın ve onsuz da bir yönetim düşünmeyin.” Artık elçiler ve arabulucular -kurşun sandıkları, içlerini boşaltmış; seçim sandıklarının, son sözleri söylemesi beklenirken- Gazze’nin matematiğinde, bu iki uç arasında, iyileşme ve yeniden yapılanma hazırlığı içinde yeni bir denklem aramaları gerekmektedir.

Bazılarının, Hizbullah’ın belinin kırıldığını ve direnişin hezimete uğradığını düşündüğü bir anda Lübnan’da, Gazze’deki gibi ve belki de Gazze’dekinden daha güçlü bir biçimde Hizbullah’ın çevresi güçlü bir rüzgâr gibi esti. Tam da o bazıları, Lübnan dahilinde ve haricinde Hizbullah ve Emel ikilisinin ve hatta ikilinin ardındaki sosyal çevrenin yas haberini duyurup ceset ve beden yığınları üzerine inşa edilmiş çözümler ve sağlamlaştırılmış orta yollar öneriyordu. Görünen o ki 27 Kasım Anlaşması; Güney, Dahiye, Bekaa ve tüm Lübnan’a yönelik gerçekleşen saldırıların meyvesini toplamada bu insanları fazlasıyla ileri gitmeye teşvik etmişti. Ayrıca bu insanlar; Suudi Arabistan, Fransa, Katar, Mısır ve Amerika Arap-Uluslararası Beşlisi’nin, bir cumhurbaşkanı seçimi ve hükümeti kurmakla birinin görevlendirilmesi ile sonuçlanan ateşli faaliyetlerinden de cesaret almıştı. Nitekim onlara göre bu faaliyetler, direnişi şartlar listesinden çıkarmış ve sonbahar günü tamamlanmış bir itaat belgesi diye tanımladıkları şeye uygun olarak, bir iç itaat belgesi dayatmayı amaçlayan bir dizi koşula dayanıyordu.

Ancak olanlar herkesi şaşırttı. Hizbullah taraftarları, yerlerinden edildikleri köylere, kasabalara ve şehirlere doğru topluca geri dönmek için güneşin ilk ışıklarını bile beklemediler. Anlaşmada yazılı altmış günlük sürenin dolmasından sonra tek bir saat bile ağırdan almadılar. Her bir geniş ve uzak yoldan akın ettiler, sınır köylerine ve kasabalarına doğru topluca ilerlediler. Ordunun konuşlanmasını gözlemeden görkemli bir tabloda şehitlerden müteşekkil nice yıldız, savunmasız bedenleri ve göğüsleriyle onlarca yeri özgürlüğüne kavuşturdular. Rüzgârın boş yerleşim yerlerinde ıslık çaldığı, sakinlerinden boşalmış sınırın öbür tarafı bu görüntünün ne kadar da uzağındaydı.

Güneyli bir kadının kollarını Merkava tankının namlusuna doğru açtığı, gençlerin yumruklarını havaya kaldırıp Siyonist düşmana meydan okuduğu; yaşlıların, kadınların ve çocukların Lübnan ve direniş bayraklarını salladığı görüntüler, içerik itibariyle Lübnan, direniş ve direnişin yuvası adına güçlü bir zafer mesajı taşıyordu. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın liderlerini ve milletvekillerini izleyen, Hizbullah’ın konuşmalarını ve açıklamalarını takip eden herkes, şüphesiz satır aralarından yükselen ve kelimelerin arasında kendini belli eden taze kanı ve güçlü ruhu hissedecektir. Güneyliler ve direnişçilerin aileleri direnişe borcunu ödediler. Evet, işgal altındaki toprakları geri alma ve Güney Lübnan’ın ikinci kez kurtarılması mücadelesinde direnişle birlikte, direnişin yanında ve direnişin önündeydiler. Bu görüntülerin yayılmasından bu yana söylem ve konuşmaların tonu değişmeye başladı. Yenilgi ve çöküş namına bahse tutuşanalar daha alçakgönüllü oldu ve beklentilerini aşağıya çektiler. Hizbullah ise her daim “altından bir denklem” olarak tanımladığı “ordu, halk ve direniş” denklemini savunmada daha cesur hale geldi.

Güneyliler ve direnişi bağrına basan halk, savaş ve önemli suikastlar nedeniyle oluşan görece boşluğu doldurdu. Lübnan’ın iç dinamiklerinde neredeyse bozulmuş olan bir dengeyi yeniden sağladılar. Lübnan İslami Direnişi’nin acilen ihtiyaç duyduğu değerli zamanı, kendileri ve canları karşılığında satın aldılar. Kendileri için kırk yıldan fazla bir süredir zafer kazanan direniş için zafer kazandılar.

Direnişin birliği ve onun bağrından çıktığı çevre, her iki deneyimde de -farklı bağlam ve koşullara rağmen- tarihin en kirli savaşının hedeflerini ve amaçlarını boşa çıkardı. Bir savaş ki Amerikan cephaneliğindeki en son teknolojiye sahip silahları; nefret ve kapkara bir kinle donatılmış en çirkin zihinleri bir araya getirmişti. Lübnan ve Gazze’de insanları, ağaçları ve taşları sistematik ve organize bir şekilde hedef alarak birliklerinin bağlarını koparmak istediler. Ama bu savaş bu birliğin bağlarını güçlendirerek, bu birliğin bağlarını sağlamlaştırarak sona erecek.

Savaş ağırlıklarını bırakmadan içinden geçtiğimiz aşamaya dair siyaset, yardıma dair başlıkları, yeniden imar ve erkenden iyileşme düzleminde, her zaman aynı hedeflere ulaşmak için, direnişe ve onu bağrına basan halka yönelik, öncekinden daha az vahşi olmayan silahlarla yeni bir savaş patlak verebilir. Yardım, barınma ve yeniden yapılanma dosyalarını “siyasallaştırmaya" ve bunları “kitlesel yıkımı” sürdüren silahlara dönüştürmeye çalışıyorlar ki güney Lübnan ve Gazze halkı direnişlerini içlerinden atsın. Bunu, Hamas’ın Gazze yönetiminden çıkarılmaya çalışılması hikayesinde, onu coğrafyadan, tarihten ve siyasetten çıkarmanın bir ön hazırlığı olarak gözlemleyebiliyoruz. Yine bunu, Lübnan’da yeni düzen için birlikte yaşam ve yapılmış anlaşmayı ayaklar altına almak bahasına tüm bir sosyal sınıfın haklarının göz ardı edilmesi girişiminde görüyoruz. Orada burada hummalı çalışmalara şahit oluyoruz. Şimdiye kadar ortada kayda değer bir başarı yok; ancak hâlâ şu ünlü söz zihinlerde: “boyunlar kesilsin; ama rızıkları kesilmesin.” Öncesinde kestikleri birçok boyuna rağmen başarısız oldular ve bugün geçim kaynaklarını kesmek üzere geri dönüyorlar. Aynı savaş, farklı araçlarla da olsa yeniden patlak veriyor ve aynı taraflar siperin iki tarafında konumlanıyor. Meydanda elde edemediklerine siyaset ve ekonomide ulaşmamalılar; altın kural budur. Aman dikkat!

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.