Esad'ın Düşüşü Suudileri Lübnan'a Nasıl Geri Getirdi?

Hüseyin el-Emin tarafındna al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “SUUDİ ARABİSTAN’IN TÜRKİYE VE KATAR NÜFUZUNA İLİŞKİN ENDİŞELERİ VE AMERİKALILARLA DAHA GENİŞ ÇAPLI BİR UZLAŞI YAKLAŞIMI: ESAD’IN DÜŞÜŞÜ RİYAD’I LÜBNAN’A NASIL GERİ GETİRDİ?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

16 Ocak 2025
Esad'ın Düşüşü Suudileri Lübnan'a Nasıl Geri Getirdi?

Seçim oturumunun ikinci turunda 99 oya kavuşan ve Arap ve Batı dünyasından görülmemiş bir destek alan General Joseph Avn, Cumhurbaşkanı olarak Baabda Sarayı’na en geniş kapılarından giriş yaptı. Joseph Avn’ın gelişi, son bir yılda ve özellikle son bir ayda Suriye depremiyle birlikte yoğun bir şekilde etkileşime giren iç ve dış müdahalelerin sonucundan başka bir şey değildi.

Lübnan’daki temel siyasi dönüşümlerin doğasına dair herhangi bir inceleme, en azından son otuz yılda, bunların bir yerde Suriye sorunuyla bağlantılı olduğunu gösteriyor. Taif Anlaşması, Başbakan Refik Hariri’nin suikastı ve Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi, 2011’de Suriye krizinin patlak vermesi, mülteci krizi, Suriye’deki savaşın gelişmesi ve son olarak Taif Anlaşması sonrasında teşekkül eden Lübnan siyasi sisteminin temel taşına bir darbe vuran Suriye rejiminin devrilmesi... Bu noktada Suriye’nin rolünün, her zaman Suudi Arabistan’ın Lübnan dosyasının “yönetimine” katılımıyla ilişkili bir yöne sahip olduğunu söylememiz yerinde olur.

Bugünlerde Suudi Arabistan geri dönüyor ve adeta sahneye atılıyor. Gelişi yine Suriye kapısından gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Joseph Avn’ın seçilmesine verdiği destek, Biladü’ş-Şam’a dönüşünün ilk adımları mesabesinde. Son günlerde Suudi yetkililer, şeyhler ve prensler, Lübnan’da unuttukları şahsiyetler ve “dostlarla” yeniden temaslarını canlandırıyor. Geçtiğimiz yıllarda Suriye dosyasıyla ilgilenen bu insanların bir kısmı, şimdi kendilerini yeni yeni sıfatlarla takdim ediyor ve medya mensuplarıyla iletişime geçerek onları Suudi Arabistan Krallığı’nı ziyarete davet ediyor.

7 Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı ve Hizbullah’ın Filistin direnişi için “destek cephesi”ni açarak olaya dahil olmasının ardından işgalci İsrail’in büyük savaşı başlatmasına kadar cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde iç siyasi etkenler belirleyici faktörlerdi. Tabii burada cumhurbaşkanlığı dosyasına ilişkin net ve ortak bir tasavvura sahip olmayan “beşli komisyon”un temsil ettiği dış etkiyi de göz ardı etmiyoruz. Siyonist işgalci düşmanın, Lübnan’a karşı büyük bir saldırı başlatması ve yapılan savaşın ateşkesle sonuçlanmasının ardından cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde dış etkenler daha etkili bir hal aldı. Bu durum, savaşın sona erdiği noktada kendine inşa zemini bulan bir Batı-Arap çalışma programı çerçevesinde ciddi ve net bir biçimde kendini gösterdi.

Ancak hiçbir dış aktörün beklemediği ve asıl dönüşümü temsil eden şey, Suriye rejiminin hızlı bir şekilde çökmesi ve silahlı muhalefetin iktidara gelmesiydi. Bu, Arap ve Batı ülkelerini yaşananların net bir resmini çizmeye zorlayan ve böylece hızlı eylem ve etkileşim planları geliştirmeye yönelten büyük bir şoktu; aynı şey yerel güçler için de geçerliydi. Direnişin içerideki hasımları ve dışarıdaki bazı düşmanları, direnişin ve müttefiklerinin kafalarını biçme fırsatının olgunlaştığını düşünürken; Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da olaya farklı bir açıdan bakanlar da vardı. Suudi liderliği, Lübnan dosyasını danışman Nizar el-Alula’nın ekibinden alıp Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan’ın kardeşi Prens Yezid’in eline devrederek Lübnan’a yönelik tutumda açık bir değişime işaret etti. Gündemin başlığı ise Suudi Arabistan’ın, Başbakan Saad Hariri’yi “saklama” kararından bu yana Lübnan işlerinden uzak durmasına son vermekti.

Şam’daki rejim düştüğü anda Suudi Arabistan Krallığı, bölgede kökten değişmiş farklı gerçekliklere uyandı ve kesinlikle dehşete kapıldı.  Şam’da Türkiye ve Katar lehine gerçekleşmiş stratejik bir başarı gördü; bu, Riyad ve müttefikleri için Mısır’daki Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinden ve Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesinden çok daha tehlikeliydi. Suudi Arabistan Krallığı’nın doğrudan algıladıklarından yola çıkarak ilk baktığı yer Lübnan ve ardından da Ürdün oldu; zira bu iki ülke Suriye dönüşümünden direkt etkilenecek alanlardı. Suudi Arabistan ister çatışmayı ve Suriye gerçeklerini değiştirme girişimini seçsin, ister kayıpları sınırlamak ve Katar-Türkiye dalgasını kuşatmakla yetinsin, Lübnan’daki Suudi yetkililer, Lübnan’ı Suriye ile bir denge unsuru seviyesine çekme ve Biladü’ş-Şam’da bir Suudi üssü haline getirme olasılığını gördüler.

Doha, Suudi Arabistan’ın “kayıtsızlığı” ile beraber Beyrut’ta cumhurbaşkanı seçimiyle alakalı hareketlerini yoğunlaştırıyordu. Hizbullah-Emel ikilisi ve Özgür Yurtsever Hareketi’nin yanı sıra diğerlerinin de olumlu etkileşimi dikkat alındığında Doha’nın adayı Tümgeneral İlyas el-Bayseri idi. Bu arada bazıları Katar’ın bu siyasi yaklaşımının, Franciye seçeneği karşılığında el-Bayseri seçeneğini sunarak Joseph Avn’ı cumhurbaşkanlığına getirmeyi hedeflediğini değerlendirdi. Zira el-Bayseri’nin yarıştan çekilmesi, Franciye’nin yarıştan çıkışıyla karşılanacaktı. Böylece Hizbullah ile Emel’in Franciye’ye olan bağlılıkları konusundaki “düğüm” çözülecek ve Baabda yolunu Avn’a açacaklardı. Mevzu bahis teorinin savunucuları, görüşlerinin doğruluğuna delil olarak Lübnan’daki Katar ekibinin etkisiyle cumhurbaşkanı seçimi oturumunda -kendi kişisel kanaatlerine aykırı olarak- Moderasyon Bloku, bağımsızlar ve değişim temsilcilerinden bir kesimin Joseph Avn’a oy vermelerini gösterdi.

Suudi Arabistan, Suriye’deki büyük gelişme karşısında Lübnan’daki cumhurbaşkanlığı seçimi çizgisinde hızla hareket etti ve gerçekten ordu komutanını destekleme yönünde kararlı bir tutum sergiledi. Avn’ın tercih edilmesi, Suudi Arabistan Krallığı ve-Amerika Birleşik Devletleri için kesin bir buluşma noktası olmasına rağmen her ikisinin de seçimlerinde kendine göre hedefleri vardı. Amerikalılar, Joseph Avn’ı orduyu komuta ettiği yıllardan tanıyorlardı ve onu ABD’nin Lübnan’dan, özellikle de İsrail’in güvenliği konusunda ne istediğini anlayabilecek bir dost olarak görüyorlardı. Suudi Arabistan ise, kendisine verilen Amerikan desteğini, Lübnan’daki nüfuzunu sergilemek için bir fırsat olarak gördü. Böylece Katar’ın misyonunda başarısız olması karşılığında Amerikalılara yardım sunabilecekti. Bu durum Riyad’a, Katarlıların Şam’da elde ettiği ileri konum mukabilinde bölgedeki Amerikan siyasi haritasında yeni bir ileri konum sağlayacaktı. Bu amaçla Suudiler Amerikalılara yardım teklif etti. Her iki taraf da acele ediyordu. Amerikan başkanlık elçisi Amos Hochstein’ın Lübnan’a varmadan önce Riyad’daki toplantıları, Avn’a desteği sağlamlaştırmak ve diğer ihtimalleri geri çekmek için uygun bir hareketti. Bu durum Katar yetkilileriyle Lübnan’daki parti ve şahsiyetler arasında hemen temaslara yansıdı ve onlara Avn’a destek kararı alındığı ve el-Bayseri’nin yarış dışı bırakıldığı bildirildi.

Suudi yetkililer Beyrut’a farklı bir mantık ve yeni araçlarla gelmek ve Avn’ın muhalifleriyle, özellikle Hizbullah ve Emel Hareketi ile, İbn Ferhan’ın diğerlerine karşı kullandığı araçlara benzemeyen araçlarla karşılaşmak zorundaydılar. Özellikle de İbn Ferhan’ın, Hochstein’ın uyguladığı baskıları Lübnan Kuvvetleri Partisi lideri Samir Geagea’ya taşıdığı vakitteki görüntünün dışına çıkılması gerekiyordu.  Meclis Başkanı Nebih Berri’nin siyasi danışmanı, Milletvekili Ali Hasan Halil ile Suudi elçisi arasındaki temaslar ve görüşmelerden, Riyad’ın Lübnan’da Suudi rolünün güçlü bir şekilde geri dönmesini sağlayacak acil bir çözüm aradığı açıkça anlaşılıyordu. Suudi Arabistan elçisi, Hizbullah ve Emel ikilisinin taleplerini ve endişelerini tartışmaya gerçek bir istek duyduğunu ifade etti. Hizbullah’ın en acil ilgilenilmesi gereken konu olarak gördüğü yeniden imar mevzusunun yanı sıra görüşmelerde en önemli başlıklar; Hizbullah ve Emel ikilisinin, herhangi bir adayın cumhurbaşkanlığına gelmesini engelleme yeteneklerinin tanınması ve hükümette ve atamalarda “Şii toplumun payına” dair garantiler ile ateşkesi uygulama mekanizmaları ile 1701 sayılı uluslararası karara dair diğer garantiler idi. İkilinin, özellikle de Hizbullah’ın, General Avn ile gerçekleştirdiği iletişimler kısa sürede olumlu bir havaya büründü. Cumhurbaşkanlığı seçim gecesi, seçim günü şafak vaktine kadar devam eden ve iki seçim oturumu arasında tamamlanan Hizbullah ve Emel ikilisi ile Avn arasında geçen yoğun temas ve görüşmelere şahit oldu.

Sonuç olarak Hizbullah ve Emel Hareketi, Avn ile yeni dönemde iş birliğine hazır olduklarını dile getirerek, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinin sona erdiğini, ufukta fırsatlar ve zorluklar barındıran yeni bir sürecin olduğunu belirttiler. Ne var ki dün Nevvaf Selam’ın hükümeti kurmakla görevlendirilmesi ile sonuçlanan parlamento istişarelerinin gerçekleri, özellikle Suudi Arabistan Krallığı’nın değişim ve dönüşüm; hatta bekleme lüksü olmayan kendi programları ve planları olduğu için, Suudi ekibiyle herhangi bir mutabakata varılması olasılığı konusunda derin şüpheleri yeniden canlandırdı. Yaklaşan ve gelişen Suriye sorunu göz önüne alındığında Riyad, hızlı ve yoğun bir çalışma programına mahkûmdu. Bu durumun, Suudi Arabistan Krallığı’nı gerek Hizbullah ve Emel ikilisi ve gerekse de diğerleriyle birçok dönüm noktasında karşı karşıya getireceği muhtemeldi. İhtilafların ilki başbakanın atanmasında kendini gösterdi. Bu bağlamda Lübnan’daki bazı kişiler, geçici hükümetin Başbakanı Necip Mikati’nin Amerikan-Fransız vaatlerine, garantilerine, güvencelerine ve Avn ile varılan mutabakata itimat ettiği bir zamanda Şam ziyaretini gerçekleştirip hükümet başkanlığına atanmasını “dileyen”, siyasi yönetim başkanı Ahmed eş-Şara ile görüştüğünü söylüyor. Böylece Suud tarafından desteklenen adamı alt edecekler ve bir sonraki parlamento seçimlerine kadar onun hükümeti kurma görevini üstlenme fırsatını ortadan kaldıracaklardı.

Trump Korkuluğu

Arap ve Batılı elçiler, özellikle de Amerikan elçisi Amos Hochstein ve Fransız elçisi Jean-Yves Le Drian, Lübnan güçleriyle yürüttükleri diyaloglarda “Donald Trump korkuluğunu” kullanmaya gayet hevesliydiler. Lübnan başkanlık seçimlerinin, Trump’ın 20 Ocak’ta göreve başlamasından sonrasına ertelenmemesi konusunda uyarıda bulundular. Zira o öngörülemez bir kişiliğe sahipti. Dünya ve Ortadoğu onun aşırılıkçı kişiliğini ve farklı değerlendirmelere dayanan ve Amerika Birleşik Devletleri’nin imajı ve kurumlarının geleneksel siyasi “değerlerini”; müttefikleri ve düşmanlarıyla ilişki biçimini gözetmeyen kararlarını deneyimlemişti. Evet, “Şu anda mümkün olanın, Trump geldiğinde kabul edilebilir olmayacağını” söyleyecek kadar ileri gidiyorlardı. Aksine, Cumhuriyetçi şahinlerden oluşan ekibiyle birlikte bu adam, işi sonlandırmaya ve Lübnan’daki çeşitli siyasi güçlere güçlü ve sert bir şekilde baskı yapmaya daha meyilli olacaktı. Trump’ın korkuluk nakaratının, tüm elçiler tarafından ve “Rehineler yemin törenime kadar serbest bırakılmazsa cehennemin kapıları alabildiğine açılacak” beyanını sürekli dillendiren diğer birçok büyükelçi tarafından tekrarlanması dikkat çekiciydi. Bu insanlar adeta tek bir ağızdan Trump’ın elindeki her dosyanın ayrı bir cehennemi olduğunu dolaylı yoldan ima ediyordu.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.