Lübnan’da belirli bir kesim, bazı güçler ve bir kısım şahsiyetler İsrail ile yaşanan çatışmanın bitmesini istiyor ve direnişin silah bırakmasını hedefleyen bütün uluslararası kararların uygulanmasını talep ediyor.
Sükunetle, birçoğunun istediği gibi ve kaba bir yaklaşım olarak değerlendirdikleri İsrail’e karşı bir tavır takınmadan yolculuğumuza başlayalım sizinle. Ama müsaadenizle durumu olduğu gibi anladığımız biçimde anlatalım.
Karşınızda devletin bütün kurumları içine çöreklenmiş bir grup var. Bu arada sayıları hiç de az değil. Meramımızı daha rahat ifade edebilmek adına bu grubu isimlendirelim: “kanun uygulayıcıları”.
Çeşitli partileri ve şahısları içinde bulunduran ikinci bir grup daha var ki devletin bütün müesseselerine hâkim olmak hususundaki rağbetlerini dile getirmede çok daha netler; ancak bunu politik bir üslupla ambalajlıyorlar. Bunlar diyorlar ki Lübnan, uluslararası meşruiyet zeminine geri dönmeli, Amerikalıları kızdırmamalı ve İsrail’e saldırmayı bırakmak, ABD düşmanları ile alakayı kesmek ve uluslararası kararlara bağlı kalmak dahil uluslararası toplumun tüm taleplerini karşılamalı. Bu grubu da “uluslararası meşruiyetçiler” diye çağırabiliriz.
Bir üçüncü grup da var ki bunlar Amerikalıların, Avrupalıların ve petrol ve doğal gaz zengini Arapların bütün arzularını ifade etmede çok çok daha açıktırlar. Bu grup, direnişin silahının elinden alınmasını ve İsrail ile mücadele dosyasının kapatılmasını istediklerini söylüyorlar. Yine bu grup, sadece 1701 sayılı karar dahilinde değil bütün bir Lübnan topraklarında Lübnan ordusunun, uluslararası güçlerden ve gerekirse de çok uluslu güçlerden yardım almasını istiyorlar. Ayrıca bu insanlar, Amerikan hükümetinden bazı şahıslar, müesseseler ve taraflar hakkında çıkan ceza kararlarının uygulanmasını ve tüm dünyanın bu mevzuda üstüne düşeni yerine getirmesini bekliyorlar. Bu insanları da “tembel alıklar” olarak adlandıracağız.
Mevzuyu uzatmamak için gelin, üç grubun hemen şimdi uygulamaya koymak istediği 1701 Sayılı Karar’ın durumuna bir bakalım.
Bahsi geçen gruplar, direnişin, kararın uygulanmasını 18 yıldır engellediğine inanıyorlar ve ayrıca önyargı ve bu husustaki kararlılıklarından ötürü Lübnan’ın mezkûr kararı tatbik etmemesinin, İsrail’in kendi güvenliğini garanti altına almak için kendine has yollara baş vurmasını haklı çıkardığını düşünüyorlar.
Peki 1701 Sayılı Karar’ı nasıl uygulayacağız?
Üç grubun üçüne göre de İsrail saldırılarının nedeni, Lübnan’ın ilgili kararı uygulamaması olduğuna göre işimizi doğru yapmamız gerekiyor. Dolayısıyla ne uluslararası toplumu kızdırmak ne de İsrail’i kızdırmak istemedikleri için bu insanlar çözümü İsrail’e ve uluslararası topluluğa kararı uygulamanın en münasip yolunu sormada ve onların istediklerini tatbik etmede buluyorlar.
Birleşmiş Milletler tarafından onaylandığı şekliyle 1701 Sayılı Karar, Litani Nehri’nin güneyinde konuşlandırılan uluslararası güçlerin, Lübnan hükümetine, bölgeye büyük kuvvetler konuşlandırması beklenen Lübnan ordusu aracılığıyla yetkisini genişletmesi ve Lübnan hükümetinin tasarrufu altına girmeyen her silahlı gücü önlemesi konusunda ona yardımcı olması gerektiğini öngörüyor. Peki ordu güçlerini güneye göndermeden önce misyonunu resmi bir karar nasıl belirliyor? 1701 sayılı Kararın uygulanması için uluslararası güçlerden nasıl bir yardım bekliyoruz?
Amerikan elçisi Amos Hochstein aracılığıyla şu anda devam eden müzakereleri yerle yeksan edecek düğüm ve can alıcı kısım tam da burada. Evet, üç Lübnanlı grup tam da burada kafalarını kaldırıp mevzu bahis misyona ilişkin anlayışlarının Amerika Birleşik Devletleri, İsrail ve uluslararası güçlerin 1701 Sayılı Karar’ın nasıl uygulanacağı konusundaki anlayışlarıyla tamamen aynı olduğunu ilan ediyor. Hepsi, güneydeki direnişçilerin elinden silahlarının alınmasını istiyor ve ordunun, bölgedeki evlerde, çiftliklerde, vadilerde hiçbir silahın bulunmamasını garanti altına alacak her tedbiri almasını bekliyor. Bu yüzden Lübnan hükümetinin, ordunun görev alanını İsrail’in güvenliğini sağlayacak biçimde tanımlaması gerektiğini ve gerektiğinde de güç kullanmasının icap ettiğini söylüyor.
Ne var ki ABD ve uluslararası güçler gibi bu grupların hiçbiri de Lübnan ordusundan İsrail ihlallerine karşı koymasını istemeye istekli değil! Hatta işgalci Siyonist düşmanın, bu kararı ihlal etmesini engellemek için Lübnan ordusuna uygun silahları da vermeyecekleri aşikâr. Yapabilecekleri tek şey, Denetim Komitesi’ne cevabı gelmeyecek şikayetlerde bulunmak.
Lübnanlı bu üç grup, İsrail’in aynı şekilde hareket etmeyeceğini ve işgalci Siyonist ordunun, kendi aleyhine işlerde Denetim Komitesi’nden şikâyet ve soruşturma işlemlerini yapmasını beklemekle yetinmeyeceğini, bunun yerine meseleyi kendi eliyle çözmek istediğini çok iyi biliyor. İsrail, Amerikalılarla yaptığı görüşmelerde ve daha sonra da taslak anlaşmada “kendini savunma hakkına sahip olduğunu”n zikredilmesi ile gerek Lübnan ve gerekse Lübnan dışından itiraz olmadan sorununu kendisi çözmek istediğini açıkça söyledi ve gereğini talep etti. Müzakerelerde görüşülen mevzuunun hakikati tam olarak budur. Evet, bazen savaşın külfeti namına bazen de dünyayla yüzleşememek adına herkesin kaçtığı gerçek de budur.
Şimdi bu üç gruba ne söyleyebiliriz? İşlerin bu şekilde yürümediğini nasıl izah edebiliriz? Sadece uluslararası toplumu memnun etmek için Lübnan ordusunun işgalci Siyonist İsrail’in isteklerini tatbik etmekle vazifelenmesini aklı başında olan hiç kimsenin kabul etmeyeceğini nasıl anlatabiliriz?
Açıkça direnişin düşmanlarına şunu söylemek gerekiyor ki İsrail zeval buluncaya dek direnişin bekası kaçınılmaz bir mevzudur; geliştirilmesi ve kuvvetlerinin güçlendirilmesi gerekmektedir.
Bu insanlara; uluslararası güçlere, NATO’ya ya da herhangi bir yabancı güce işgal altında bir ülkeymişiz gibi bize muamelede bulunmalarına müsaade edemeyeceğimizi veya yeryüzünde hiç kimsenin, hiç kuşkusuz Lübnanlıların yarısından fazlasını temsil eden bir kesime böylesi şeyler dayatmaya hakkı olmadığını nasıl izah edebiliriz?
14 aydır Gazze’de olup bitenleri görmemiş gibi ve Uluslararası Mahkeme savcısının Amerikalı bir yetkilinin, bu mahkemelerin Afrika’daki Batı muhaliflerinin takibatını yapmak için kurulduğunu; Amerika’nın İsrail’deki dostlarının takibatını yapmak için kurulmadığını kendisine “açıkladığını” söylediğini duymamış gibi hâlâ bize uluslararası meşruiyetten, uluslararası mahkemelerden, insan hakları örgütlerinden dem vuran birine ne diyebiliriz?
Bir yandan kelle koltukta Lübnan’ın egemenliğini ayaklar altına alan işgalci Siyonist düşman güçleriyle karşı karşıya gelen direnişçilere sövmekten geri durmayan, öte yandan da İsrail’in Lübnan’da işlediği suçları kınamayı reddeden insanlara ne diyebiliriz?
İşler bu kadar açık. Devam eden müzakerelerin sonucunu beklemek, gerçekçi bir bekleyiş. Saldırganlığı durdurmak hakkımız; ölüm makinesini durduracak bir anlaşmaya varılmasına yardımcı olmak ise görevimizdir. Ancak bunun yanında İsrail’in yok edilmesi gereken düşman olarak kaldığını, Filistin’in hepimizin toprağı ve halkının da dünya zorbalarının adaletsizliğinin apaçık örneği olduğunu açıkça söylemek de hakkımız ve görevimizdir. Bugün gençler enkaz altından çıkıyor ve İsrail’in savaş makinasıyla göğüs göğüse çarpışarak kanlarıyla işgale, zulme “hayır” diyor. Evet, bu gençler cesaretin, özgürlüğün, haysiyetin ve insanlığın gerçek örnekleridir.
Evet, biz olaya temelden farklı yaklaşıyoruz. Dolayısıyla Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın, işgalci Siyonist İsrail’le gerçekleştirdiği bu savaş turunun son bulmasıyla, direnişin yolculuğunun nihayet bulmayacağını; güç unsurlarının yeniden inşa edildiğini ve takviyesinin her daim devam edeceğini sakin bir biçimde ve açıkça söylüyoruz.
Kudüs Haber Ajansı - KHA