Güneyden gelen haberler normal. Olaylar aynı. Klasikleşen operasyonlar. İsrail bombalıyor ve baskınlar düzenliyor; Hizbullah belirli bölgelere top mermileri ve füzeler fırlatıyor, insansız hava araçlarından müteşekkil intihar uçakları ise görülmeyen noktaları yıkıma uğratıyor. Ancak sınırın her iki tarafında da hasarın ciddi olduğu açık. Veriler, Lübnan tarafındaki insan kayıplarının düşman tarafındakinden çok daha fazla olduğunu gösteriyor. Tüm bunlar, sınır bölgesinde çalışan basın muhabirlerinden ve Destek Cephesi’nin yanında olan veya karşısında duran politikacılardan duyulabileceklerin bir özeti. Tabii bazı askeri uzmanların sahadaki gelişmelere ilişkin mesleki gözlemlerini eklemeleri de mümkün.
Ancak cevapsız kalan bir soru var; o da şu: Bugün Lübnan cephesinde Siyonist işgal ile nasıl bir savaş yaşanıyor?
Bölgedeki muhabirlerin fark etmediği, politikacıların çoğunluğunun umursamadığı ve askeri uzmanların da kolayca kabul etmesi zor olan şey, her iki tarafın da savaş meydanlarında yaşanan gerekli ve plansız olaylarla başa çıkmak adına geliştirdiği yenilikçi taktikler ve bunun gereği olarak ortaya çıkan farklı silahlar ve kullanılma tarzları nedeniyle zamanla mezkûr cephenin benzeri görülmemiş bir savaş laboratuvarına dönüşmesi. Görevi zorlaştıran ise muharebelerde ateş gücünün kullanımına çok ciddi kısıtlamalar getiren angajman kuralları. Gazze’de gücünü aşırı kullanan, Lübnan’a karşı ise oldukça kısıtlı güç kullanmak zorunda kalan işgal ordusunun kafasını karıştıran bir konu bu. Diğer direniş hareketlerine kıyasla muazzam bir güce ulaştığı bilinen Lübnan İslami Direnişi ise buna mukabil sadece Temmuz 2006 savaşında kullanılanlardan daha etkili silahlar kullanmakta.
Mevzu buradan başlamıyor. Nitekim savaşlarda en hassas konulardan biri de kuvvetlerin hareketi. Sahada olup bitenler farklı bir gerçekliği dayatıyor. Savaşçılarının, gücünün temelini oluşturduğu Hizbullah’ın askerlerinin çoğunluğunu, gerek çatışmalara katılan ve gerekse çatışmadan uzakta olan güney bölgeleri sakinleri oluşturmakta. Yine de angajman kuralları, farklı türden bir çatışma için tasarlanmış planlara, tesislere ve silahlara yaklaşmamalarını gerektirdiğinden özgürce hareket edemiyorlar. Grupların kendi içindeki ya da operasyon odaları arasındaki iletişim araçlarının kendine has gereklilikleri bir yana çatıma noktalarında toplanma ve yer değiştirmeden tut; saha ile alakalı veya hayati konulardaki temel desteklere kadar onları büyük bir baskı altında çalışmaya iten de bu. Öyle ki direnişçiler, çoğu zaman 2000 yılında gerçekleşen zaferden önce kullandıkları üslupları hedefe ulaşmak için yeniden kullanmak zorunda kalıyor.
Mevcut savaşta hem şehadet hem de savaşçıların doğrudan yaralanmaya maruz kalma olasılığı büyük ölçüde artıyor. Direnişçilerin saha durumlarına ilişkin araştırmalar, çatışmanın doğasının ve angajman kurallarına uyma kararının, risk düzeyini ve ardından şehit veya yaralı insani kayıpların gerçekleşmesi ihtimalini artırdığını gösteriyor. Resmi karargâhın olmaması ve savaşta hareket ve teçhizat transferi için net mekanizmaların bulunmaması gibi kısıtlamalar direniş için mevzu bahis olmasa da cephenin büyüklüğü, hedeflere düşen düşman mevzilerinin sayısı ve bunları vurmak için gerekli olan sistemler daha önce gündeme gelmeyen uygulamaları hayata geçirmeyi gerektiriyor.
Direnişin, güç ve etki açısından doğrudan silahlı çatışmaya eşdeğer bir teknik savaşla karşı karşıya kaldığında ne yaşanacağına gelince: 11 ay sonra direniş ekipleri, yalnızca sıradan izleme düzeyinde değil, aynı zamanda Siyonist güçlerin tehlikelere karşı anında hazırlıklı olması ve direnişçilere birden fazla yerden ağır darbelerle vurulmasına fırsat tanıyacak biçimde tehlike ve ateş kaynaklarını tanımlamasına olanak sağlayan teknik casusluk çalışması düzeyinde de düşmanın savaşta modern teknolojiyi nasıl kullandığı hakkında çok şey öğrendi. Ayrıca her iki taraf da savaşın sürebileceği anlayışıyla hareket ediyor. Bu, önleyici faaliyetin başlı başına merkezi bir çaba haline geldiği ve direnişe kuvvetlerin hareketi, hedeflerin belirlenmesi, harekete geçme kararının verilmesi; dolayısıyla uygun silahın seçilmesi ve düşmanın gerçekleşen operasyona vereceği tepkiye önceden hazırlık yapılması açısından yeni prosedürler dayattığı anlamına gelir. Direniş, Siyonist düşmanın Lübnan sınırı boyunca teknik casusluk sistemini vuran ve iki aydan uzun süren yoğun ve sürekli operasyonlarının ardından kapsamlı teknik bir kontrol uygulamak için İsrail’in gösterdiği muazzam çabanın farkında. Düşman, gözetleme kamerası ya da kişilere yönelik radar cihazı yerleştirme veya insansız hava araçları için sensör platformu kurma ya da ordusunun, cepheye yayılan kara yollarını izlemesini sağlayacak gözetleme noktaları oluşturma faaliyetlerini gerçekleştirebilmek adına belirli bir noktaya ulaşmak için yoğun kamuflaj gerektiren alternatifler aramak zorunda kalıyor. Siyonist düşmanın bir yerde bir saldırı düzenlediğini veya bir başka yerde bir uçağının faaliyet gösterdiğini ya da insansız hava araçlarının şu veya bu bölgede hareket ettiğini her gün duyan insanlar şunu bilmelidir ki bu eylemin arkasında işgal ordusunun, karşısındaki taraflarla başa çıkabilmesi için bir dizi operasyonel hedefi vardır. Bu meşakkatli ve düşmana maliyeti çok yüksek bir süreç; ama devam eden çatışmada gerekli ve zorunlu ve sadece direniş hareketleri tarafından gerçekleştirilmesi gereken “düzensiz operasyonlar” konusunda işgal güçlerine büyük tecrübe kazandırıyor. Nitekim direniş, kendisini günlük görevlerle karşı karşıya buluyor. Bazen daha iyi bir görüş ve algılama elde etmek için derhal çalışmaya, düşmanın kurduğu her şeyi yeniden vurmaya mecbur kalıyor. Zorluk, direnişin derinlemesine eylemler başlatmasını engelleyen angajman kurallarında ortaya çıkıyor; birçok mevzu hesaplamaların dışında vuku bulsa da bu, çoğu zaman düşmanın eylemlerinin veya hedeflerinin üstesinden gelmek için savaş alanını bekleme zorunluluğu anlamına geliyor. Düşmanın teknik gözetim açısından sahip olduğu muazzam yetenekler veya askeri ya da insansız hava araçlarının kısa sürede sert operasyonlar gerçekleştirebilme yeteneği göz önüne alındığında direniş, kendi saflarındaki insan kaybının yüksek olacağının bilincinde. Evet, çatışmaların başlamasından yalnızca haftalar sonra direniş liderleri için bu bedel, net bir görüntü kazandı. Destek cephesi çalışmalarına devam etme ve düşmana angajman kurallarını dayatma kararı, riskleri yüksek hale getiriyor ve operasyonlardan sorumlu olan kişilerin, bu operasyonları koruyan ve maliyetleri azaltan prosedürler ve mekanizmalar geliştirmekten başka da bir seçeneği kalmıyor.
Düşmanın Durumu
İşgal güçlerinin durumunu, Gazze Şeridi’nde görev yapan ve Lübnan cephesine sevk edilen subay ve askerler arasında yaşanan tartışmalar izah ediyor. Bu insanlar, şartlarına göre hareket etmek zorunda kaldıkları benzeri görülmemiş savaşın doğasını çok iyi açıklıyorlar. Çünkü direnişin aksine kendilerine sunulan ek marjın ateş gücü miktarı olduğunu biliyorlar. Gelin, on binlerce askerini ve aracını bir yerden başka bir yere tam bir özgürlükle taşıyan işgal ordusunun bugünkü gerçeğine bir bakalım. Herhangi bir adım atmadan önce, sadece “Rıdvan” gücünün sızma korkusundan dolayı değil, aynı zamanda savaşın doğası icabı direnişin, kendisini izlediğini ve aldığı nefesi saydığını çok iyi bildiğinden herhangi bir sivil tesiste veya çatışmalar sırasında orada bulunan halkın arasında büyük kayıplar verme riskini göze alamadığından ötürü yerleşimlerdeki nüfusu -hareket özgürlüğü adına- boşaltmak zorunda kalıyor.
İşgal ordusundaki hiçbir asker, Lübnan cephesinde tank ya da askeri araçla ilerleyemeyeceğini aklına bile getiremezdi. Oysa şimdi buna mecbur durumdalar. Sınır noktalarına ulaşmadan önce uzun mesafeler kat eden bu kişiler artık hareket etme, iletişim kurma ve internet kullanma özgürlüğüne sahip olmadıkları için farklı önlemler almak zorunda kalıyorlar. İhtiyaçlarını minimize ederek bir noktada uzun süre kalmaya hazırlıklı olmalılar. Nöbet değişimi işlemi ise her zaman mümkün değil. İlgili kuvvetlerin uzun günler boyunca bir noktadan diğerine sürekli hareket halinde kalma fikrine uyum sağlaması gerekiyor. Bu hareket kışla içinde değil; ormanda, vadide veya sık ağaçlı bir yerde meydana geliyor. Askerler, askeri kışlaları kullanmalarının yasak olduğunu öğrenince şok oluyorlar ve hareket halindeki herhangi bir aracın, onu etkili bir şekilde yok eden güdümlü füzeler tarafından anında vurulduğuna doğrudan tanık oluyorlar. Ayrıca askeri bölgelere, nispeten yüksek doğrulukla ulaşabilen Katyuşa füzeleri hakkında da bilgi sahibiler. Artık kamuflajın, kendilerini fotoğraflayan Hizbullah’ın insansız hava araçlarından saklanmayı gerektirdiğini ve aksi takdirde operasyon fırsatı doğduğunda onlara saldırmak için bir insansız hava aracı geleceğini çok iyi biliyorlar. Askerler bir sınır karakoluna veya kışlaya vardıklarında hemen korunaklı odalara yöneliyor ve nöbet değişimi dışında oradan ayrılmıyorlar. Açıkça görülebilen bir örtü veya bir pet üzerinde dinlenme saatleri ise tamamen ortadan kalktı.
Düşman askerlerinin, bir gün hırsızlar gibi evler arasında dolaşıp tek bir gün içinde defalarca yer değiştirecekleri akıllarının ucundan bile geçmezdi.
Siyonist askerlerin yapması gereken tek şey, kendileri korunaklı bir şekilde yer altındayken dışarıda olup bitenlerin görüntüsünü alana kadar kameraların çalışır durumda kalması için dua etmek. Bu kameralar vurulduğunda çığlıklar atılmaya ve çağrı cihazları yüksek sesle kendilerini bilgi noktasında destekleyecek insansız hava araçları talep etmeye başlıyor. Bunların ötesinde düşman askerinin, bir savaş uçağı baskınının etkisine eşdeğer bir etkiye sahip “burkan” füzesi gibi kişinin dengesini kaybetmesine neden olan bazı füzelerin baskısına dayanmaya hazır olması gerekiyor. Füzenin düşmesiyle alakalı askerler büyük bir sarsıntı yaşadıklarını söylüyor. Askerler bir sivil eve sızmayı başarsalar bile direniş tarafından izlenen herhangi bir hareketin akabinde güdümlü füzeleri beklemeleri gerekiyor. Siyonist askerler, güdümlü füzelerle taşınan başlıkları ayırt etme konusunda deneyim sahibi oldular. Araçlara has olanların, beton tahkimatlara veya bireylere yönelik olanların tadına baktılar. Faaliyet gösteren düşman kuvvetlerinin kafasını daha çok karıştıran şey ise direnişin, tepeler ve platolar gibi doğal engelleri ve hatta set veya duvar şeklindeki suni engelleri aşmasına olanak tanıyan “elmas” füzelerini devreye sokmaları. İsraillilerin bulundukları konuma ulaşan ve düşmanlarının araçlarını tanımak için özel olarak yerleştirilmiş cihazları da dahil yok eden üzerlerinde uçuşan direniş araçlarının kalplerinde bıraktığı korku da cabası.
Mesele burada bitmiyor. İsrail ordusu, askerleri ve komutanları arasındaki güçlü ilişkilerle tanınır. Ama bugün farklı bir gerçeklik yaşanıyor. Bölge komutanının, genelkurmay başkanının, en üst düzey istihbarat görevlisinin, savaş bakanının veya başbakanın ziyareti başlı başına bir güvenlik olayı haline geliyor. Konuyla ilgili herhangi bir ayrıntının bilinmesi yasaklanıyor. Haber, üst düzey yetkililer ofislerine dönene kadar yayınlanmıyor ve artık kendilerine gazetecilerin eşlik etmesi de mevzu bahis değil. Ordu medyasıyla yetiniliyor ve yüzler, isimler ve ziyaretin gerçekleştiği yere dair alametlerin gizlenmesi için montaj yapmak gerekiyor. Düşman liderlerinin aldığı ilk ders ise toplantının bilinen bir karargâhta yapılamayacağı ve artık uzaktan gelen kişiyi selamlamak için orada bulunan herkesi davet etmeye de gerek olmadığı ya da kuzey bölgesini denetlemek isteyen herkese böylesi bir ziyaret fırsatı verilmeyeceği. Evet, düşman askerleri sürekli yakın gözetim altındaymış gibi davranıyor, çok büyük bir korku hali yaşıyorlar. Geride kalan yerleşimcilerin, davranışları karşısında şok oluyorlar; yerleşimciler, askerlerin evlerine yaklaşmasını engellemek için “Dinleyin, Hizbullah bizimle iletişime geçti ve evlerimizi size açmamamız konusunda bizi uyardı. Bunu yaptığınızda füzeler üzerimize düşecek!” diye onlara bağırıyorlar.
Direniş, savaşçıların hareketini ve silah kullanma özgürlüğünü kısıtlayan katı kurallar dayatıyor ve onları hedeflerine ulaşmak için günlük taktikler geliştirmeye zorluyor.
Bu inanç, daha önce bir iletişim direğini veya özel bir aydınlatmayı onarmaya gelecek bir şirkete işi vermek için çok uzun bir çalışma hazırlamak ve çok sayıda tarafla görüşmek zorunda kalmamış askerler ve subaylar arasında mevcut. Kuzey yerleşimleri, molozları kaldırılmadan onlarca yıldır terk edilmiş, atölyeleri tahrip edilip âtıl bırakılmış; küf ve farelerin istila ettiği, Lübnan ile sınırı temsil ederken ıssızlığın hâkim olduğu bir manzaraya çeviren şey de böylesi bir yaklaşımın var olması. Ancak düşman askerleri veya geri kalan yerleşimciler için daha tehlikeli olan şey, onların sürekli bir alarm durumu altında zorunlu bir biçimde yaşamaları. Sirenler, güney Lübnan’daki insansız hava araçlarının sesleri gibi sürekli bu rahatsızlığın yanı başında. Uzak bir yere gitmek istemeyenler için aniden korunaklı odalara veya sığınaklara kaçmak günlük bir uygulama haline geldi. Düşman hastaneleri, saklanacakları yerlere kaçarken tökezleyerek yaralanan yüzlerce yerleşimciyi kabul etti. Ayrıca askerler, terhis olduklarında okuldan mezun olmayı kutlayan çocuklar gibi davranmalarına neden olan psikolojik gerginlikler yaşadıkları için hastanelere müracaat etmekte. Şöyle ki cehennemden zarar görmeden çıktıkları için sevinç çığlıkları atmadan önce yaklaşık 15 kilometre beklediklerini görmeniz mümkün.
Evet, Filistin sınırlarında farklı türde bir savaş yaşanıyor ve burada askerlerin veya orduların yeteneklerini geliştirmekle ilgilenen her kurumda okutulacak askerliğe, güvenliğe, istihbarata, psikolojiye ve insanlığa dair dersler var. Mevzu bahis dersler, direnişin düşmana dayattığı zorlu koşullar nedeniyle son derece ağır. Öyle ki direnişçilerimiz arasında bile şöyle diyenleri görüyoruz: Rabbim, kısıtlamaların kalkma vakti ne zaman?
Kudüs Haber Ajansı - KHA