22 yaşında İranlı bir kadın olan Mehsa Emini kendi başına bir polis karakoluna girdi, kronik bir rahatsızlığı nedeniyle sağlık sorunları yaşadı ve yığıldı. Hemen hastaneye sevk edildi ve ne yazık ki orada hayatını kaybetti. O günden beri de İran İslam Cumhuriyeti’nde cehennemin kapıları açıldı.
Mehsa’nın trajik ölümünün ardından İran, genç kadının İran polisinin nezaretindeyken ölümünü “protesto” iddiasıyla ABD’nin kışkırttığı vahşi isyanlara tanık oluyor. Protesto olarak başlasa da yoldan geçenleri bile es geçmeyen şiddet eylemlerine dönüştüler.
İran, kapalı devre tv kayıtlarını kanıt olarak gösterip suçlamaları defalarca reddederken çok sayıda rapor da merhum Mehsa’nın kafasında ya da yüzünde darp ya da yara izi olmadığını doğruladı. Peki, ABD kendi iddialarına ne delil getirdi? Kesinlikle hiçbir şey. Kenardan tezahürat yapan ABD sadece konuştu da konuştu ve İran sokakları kana boyandı.
Kapalı devre kameraların kaydettiği görüntülerde Emini’nin karakola girdiği zaman bir bayan polis memurunun ona yaklaşıp kılık kıyafetine işaret ettiği açıkça görülüyor. Emini ile polis, sözlü olduğu görülen bir münakaşaya giriyor ve akabinde polis herhangi fiziki bir müdahelede bulunmadan arkasını dönüp giderek Emini’yi yalnız bırakıyor. Birkaç saniye sonra yere düşüveriyor. Ancak tabi ki bu suçlamalardan aklayıcı video peşinden sürüklediği bütün vahşete rağmen isyan videolarıyla dolu sosyal medya platformlarının koridorlarında kendine yer bulamadı.
Arman Ali Verdi; bir vahşet ve çifte standart kurbanı
Aynı ülkede ancak başka bir sahnede, 21 yaşındaki Arman Ali Verdi, Mehsa Emini’nin “zalimane katlini” protesto etmek için sokaklara çıkan aynı isyancılar tarafından ölümüne dövüldü. Bir Havza öğrencisi olan Arman, 26 Ekim’de bir grup İranlı yaşıtıyla karşılaştı ve onun etrafını çevirip sorular sormaya başladı. Sebebi neydi? Görüntüsü.
Eşyalarını aradılar ve bir Havza öğrencisi olan Arman’ın dine duyduğu ilgiyi “ifşa eden” dini kitaplar buldular. Batı destekli isyancılar onu yere itti ve vurmaya başladılar. Kıyafetlerini soydular, tekmelediler, yumrukladılar, tokatladılar, hakaret ettiler… gaddarlık dediğiniz her şeyi yaptılar. Ve bu, onların öfkesini dindirmeyince kendi dini inancına hakaret etmesini istediler; ancak Arman’ın bunu defalarca reddetmesi düşünce, inanç ve din özgürlüğünün, konuşma özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün “savunucularını” kızdırdı. Böylece onu daha da dövdüler.
Dayak durmadı ve Arman için sonsuza kadar sürmüş gibi geldi. Hiçbir şekilde kışkırtılmayan vahşetin ardından genç Arman hastaneye sevk edildi. Orada kaldığı birkaç günde dayanılmaz acılara maruz kaldı ve sonunda nefretten kör olup beyni yıkanmış ve sadece batının ülkedeki gündemini yerine getirmek için kullanılan İranlı yaşıtlarının neden olduğu yaralara yenik düştü.
Arman’dan geriye üstü kanına boyanmış kırık bir yüzük kaldı. Bu yüzük onun trajik ölümü hakkında Mehsa’ya yaptığı gibi tek kelime etmeyip manşet atmayan Batı medyasının çifte standardını ifşa ediyordu.
Çifte standart, bir tercih silahı
Mehsa Emini’ye ayrılan yer ile kıyaslandığında batı medyasının onun kendi defninden sonra hikâyesini de bilinçli olarak gömmeye çalıştığı su gibi berraktır; zira onların propagandasına hizmet etmemekte ya da gündemlerine uymamaktadır. Daha çok onları hedefe koymaktadır.
Arman’ın vahşice katledilmesi Batı’nın benimsediği çifte standart yaklaşımı hakkında sayfalarca şey söylüyor. Mehsa Emini’nin doğal ölümü, batılıların emrini yerine getiren ajanlar vasıtasıyla ve medyanın tümden yer vermesiyle haftalarca süren isyanlar, sabotajlar, vandalizm ve katliamların olduğu bir dönemde Arman’ın vahşice katli sağır kulaklara çarptı.
İran kendi ulusal kahramanına saygı gösterirken ve cenaze törenine binlerce kişi katılırken, insanlık satan dünyada hiç kimse ondan tek kelimeyle bile bahsetmedi.
Batılı hiçbir kimse en azından bir kınama ya da eleştiri dahi yayınlamadı. Sözde “insanlıklarını” destekleyen bir açıklama yapılmadı. Vahşet reddedilmedi. Durum tek bir kelimeyle özetlenebilir: Batının usta olduğu ‘ikiyüzlülük’.
Devlet terörünün öncüsü isyanlar
Bir zamanlar güvenli ve emniyetli olan İran’da isyanlar bir giriş noktasının kopardığı fırtınayla ülkeyi sardı ve eğer güvenlik kuvvetleri müteyakkız olmasaydı ülkeye egemen olacak bir teröre öncülük etti.
26 Ekim’de Şiraz’daki Şah Çerağ türbesini hedef alan bir terör saldırısında 15 İranlı şehit oldu ve 40 kişi de yaralandı. Yaralanan terörist tutuklandı ve sonra hastanede öldü.
Saldırgan Hollywood tarzı bir eylemde türbeye girdi ve dini görevlerini yerine getiren savunmasız ziyaretçilere sırayla ateş açtı. Türbeden alınan kapalı devre kamera görüntüleri saldırganın insanlığını sorgulatan ürpertici sahneleri gösteriyordu.
Rahatsız edici görüntüler insanın tüylerini ürpertiyordu, ancak yine de “insanlığın” savunucularından tek bir kınama sözcüğü gelmedi. Hepsinden öte kurbanlar onların gündemlerine uymayan sıradan İranlılardır ve İran onların hedefe koyup devirmeye çalıştığı bir ülkedir.
Sahnelenen barbarlığa rağmen ABD ve bütün Batı gözünü bile kırpmadı ve şüphe çeken sessizliğini korudu. Birbirlerinin yaralarını iyileştirmek için koşturan ve ülkelerini tehdit eden komploya birlikte karşı koymaya temin eden yine İranlılardı.
Artin Sarayideran, unutulmuş bir çocukluk
İranlı bir çocuk olan Artin Sarayideran, meş’um saldırı gerçekleştiğinde ailesiyle birlikte Şah Çerağ türbesindeydi. Saldırgan onun gözlerinin önünde anne, baba ve erkek kardeşini soğukkanlılıkla öldürdü ve çocuğu yaralar ve sonsuza kadar kendisini izleyecek bir travmayla baş başa bıraktı. Her gün sevdiklerinin artık orada olmadığı trajedisiyle uyanacak.
Yedi yaşındaki çocuk saldırıdan sonra teyzesine “Annem vuruldu mu?” diye sordu ve “Evet, ve o şehid oldu” cevabını aldı. Onun annesinin gittiğini anlaması, ancak tek istediğinin ne zaman kavuşacaklarını bilmek olması teyzesini şaşırtmıştı.
Artin dünden bu yana tek kelime etmedi. Trajedi bastırıyor olmalı ve kayıp duygusu bundan sonra sadece daha çok büyüyebilir.
Böyle trajik bir musibetin yükünü yüklenip kendini çocuk haklarının savunucusu ilan eden batılı medyanın ön sayfalarında yer alması gereken, ancak insanlığın bölünebilir ve şefkatin siyasi hesapların güdümünde olduğunu düşünen batılıların normlarına göre bu kıymete sahip olmayan masum bir çocuk düşünün.
Düşünce, inanç ve din özgürlüğü tehlikede
Sosyal medyada dönen bir dizi videoda isyancıların beyaz sarıklı şeyhler ya da siyah sarıklı seyyidler olsun din âlimlerine yaklaşıp bilinçli bir kışkırtma ve kişisel hakları ile inanç ve dinlerini uygulama haklarına tecavüz eylemi içerisinde sarıklarına vurup başlarında düşürdükleri görülebilir. Videoların önceden planlandığı ve eylemin önceden tasarlandığı çok açık. Yine Batılı medyanın sözde demokrasi ve insanlık balonu patlamak üzereyken bu saldırıları kınamak şöyle dursun konu hakkında tek kelime etmedi.
Batı’da isyan, İran’da “demokrasi”
Ukrayna’daki savaş ve Rusya’ya uygulanan acımasız yaptırımlar sebebiyle enflasyon ve hayat pahalılığının zirve yaptığı batı dünyasında insanlar ekonomik krizlere çözüm ve baş aşağı giden yaşam koşullarının iyileştirilmesi talebiyle sokağa çıkıyor. Protestocular hemen değişim talep eden pankart ve bayraklar taşıyıp sloganlar atarak sokakları dolduruyor. Yaptıkları tek şey ülkelerinin gurur duyduğu demokrasiyi tatbik etmek. Peki, onların polis ve güvenlik güçleri nasıl tepki veriyor? Böyle eylemleri isyanla mücadele bahanesiyle sertçe bastırıyorlar.
“Örnek” bir Avrupa ülkesi olan Fransa’dan paylaşılan tweet’lerde, özgürlük ve demokrasi ile kadına saygı vaazları veren ve kendini ifade özgürlüğünü teşvik eden bu ülkede polis kuvvetlerinin özellikle kadınlar olmak üzere protestoculara vahşice saldırdığı ve onları hakaret ve şiddetin hedefi yaptıkları görülebilir.
Yani teknik olarak, bir Avrupa ülkesinde insanlar en temel hakları için protesto gösterisi yaptığı zaman isyanları bitirme bahanesiyle saldırıya uğrayıp darp edilmektedir.
Göz alıcı bir zıtlıkta İran’da vandalizm, şiddet, cinayet ve kundaklamayla birlikte yer alan ve aslında Mehsa Emini’nin doğal bir şekilde ölümünün kışkırttığı gerçek isyanlar, ülkenin egemenliğinin ihlal edilmesine ve terör örgütleri Halkın Mücahidleri ya da IŞİD gibi işbirlikçiler ve vekiller vasıtasıyla iç işlerine karışılmasına yol açsa da gerekli her yöntemle korunması gereken “demokrasi” eylemleri olarak yüceltiliyor.
İran İslam Cumhuriyeti’nde süren bütün bu şeylerin arkasındaki hedef, bütün seviyelerde kaydettiği gelişme ve ilerlemelerin ardından bu Batı Asya ülkesini terörize edip huzursuzluğu kışkırtmaktır. Bölgede kilit bir oyuncu olarak yükselmesiyle birlikte dost ya da düşman bütün gözler ya köprüler inşa etmek ya da yıkmak için İslam Cumhuriyeti’ne odaklanmış durumdadır.
Kudüs Haber Ajansı - KHA