İran’a karşı NATO benzeri bölgesel ittifak fikri son zamanlarda İsrail ve Körfez ülkelerinin politikacıları arasında gerçekleşen her toplantıda gündeme gelmekte.
Bu fikir, özellikle imzalanan “İbrahim Anlaşmaları”ndan sonra Orta Doğu’nun içinde bulunduğu durumla daha da bir uygunluk göstermekte. Çünkü Körfez ülkeleri İran tehdidinden endişeliyken, “İbrahim Anlaşmaları” İran’a karşı askerî işbirliğinin önünü açmakta.
Fakat hâli hazırda, sunulduğu şekliyle bu fikrin hayata geçirilmesi mümkün değildir. Ayrıca aleni bir şekilde bu fikirde ısrar etmek, artan İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki sivil işbirliğine zarar verebilir.
Bu bağlamda dikkat edilmesi gereken hususlar şöyle sıralanabilir:
- Körfez ülkeleri, İran’ın bölge için ciddi bir tehdit teşkil ettiğini görmelerine rağmen bu tehdide ilişkin İsrail’den farklı siyasi bir yol seçti. İran ile aralarındaki gerginliği düşürmek için Birleşik Arap Emirlikleri hatta Suudi Arabistan bile Tahran ile siyasi ilişkileri güçlendirme yolunu tercih etti. Bununla yetinmeyerek çoğu Körfez ülkeleri, İsrail’in tutumuyla bariz bir çelişki gösteren nükleer anlaşmasına geri dönüşü destekliyor.
- Sünni blokun tümü İran tehdidine aynı noktadan bakmıyor. Mısır'ın İran tehdidine karşı bakışı ile Suudi'nin Tahran tehdidine bakışı bir değil. Aynı şey Ürdün ve hatta Körfez ülkeleri için de geçerli. Örneğin Umman’ın İran’la olan ilişkisi, Körfez İşbirliği Konseyi’nde yer alan diğer ülkelerin İran’la olan ilişkisinden tamamen farklıdır.
- İsrail, Suriye sahasında İran’a karşı askeri hamlede bulunmayı tercih etti. Suriye sahasında İsrail, birçok operasyon üstünlüğüne sahip, fakat bununla beraber başka sahalarda -örneğin Lübnan sahasında- İran’la çatışmaya girmekten kaçınıyor. İran’a coğrafi yakınlık ve özellikle İran’ın askeri gücü Körfez ülkelerini Tahran ile farklı bir siyaset geliştirmeye mecbur kılıyor. İran'la girecekleri herhangi bir askeri karşılaşma, onlarda benzeri görülmemiş bir hasar bırakacaktır. İşte bu nedenle hedefleri her şeyden önce İran’la olan gerilimi düşürmek ve kızıştıracak adımlardan kaçınmaktır.
- İsrail ile Körfez ülkeleri arasında atılan normalleşme adımlarıyla öncelikle halkları birbirine yakınlaştırma ve kültürler arasında köprüler kurmayı hedeflenmektedir. Askerî unsuru bu alana dahil etmek ise halkların istikbali için son derece önem arz eden sivil işbirliğine zarar verebilir.
O halde İsrail’e düşen Körfez ülkeleri ile arasındaki siyasi, ekonomik ve sivil ilişkileri güçlendirmektir. Bu, taraflar arasındaki ilişkinin uzun yıllar devam etmesini sağlayacaktır. Yine İsrail'in Körfez ülkeleri ile İran arasındaki ilişkinin hangi şartlarda geliştiğini anlaması ve kimseye faydası olmayacak hatta Körfez ve İsrail ilişkisine zarar verecek, Körfez ülkelerini zor durumda bırakacak bu gibi beyanlardan kaçınması gerekiyor.
İsrail ile Körfez ülkeleri arası ilişkileri güçlendirmek İran için bir tehdit olduğunu hatırlatmakta önem var. Öyle ki askeri aşamayı dahil etmeden bile bu ilişki kendi başına İran için bir tehdittir. Körfez ve İsrail arası ilişkiler geliştikçe İran üzerindeki tehdit de o oranda artacaktır. Aynı zamanda bu, İsrail’in İran’a yakın bölgelerde var olma gücünün pekişmesi demektir. Kendi sınırlarına İsrail’in yaklaşmasından endişelenen İran yönetimini işte bu gerçek kaygılandırıyor.
Şunu hatırlamamız önemlidir: İsrail ve Körfez ülkeleri yalnızca İran’ı değil, onun bölgedeki temsilcileri başta Husiler ve özellikle Hizbullah’ı da tehdit olarak görmekteler. Dolayısıyla İran ve Körfez bölgesinde geniş bir varlık gösteren Hizbullah’ın sivil ve ekonomik alt yapısına karşı devletlerin ortak faaliyetlerde bulunması gerekir. Bu, İran’ı ve bölgedeki düzenini zayıflatacak başka bir araçtır.
Son zamanlarda Hizbullah’a karşı Suudi ve diğer Körfez ülkelerinin tutumu daha da radikal bir hal aldı. Bu husus, Hizbullah’ın Lübnan siyaset sahnesindeki mevcudiyetine karşı göstermiş oldukları hoşgörüsüzlükle ispatlandı. İşte bu minvalde İsrail ve Körfez ülkelerinin çıkarlarına uygun hususlar var. Dolayısıyla Ortadoğu’da Hizbullah’ı zayıflatacak eş zamanlı koordineli şekilde çalışan mükemmel bir sistem kurmayı düşünmek yerinde olacaktır.
Sonuç: İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişkilerde “İbrahim Anlaşmaları” en önde gelen gelişme olarak kabul edilir. Söz konusu bu anlaşmalar, doğası gereği sivil anlaşmalardır. Devletler arası askerî işbirliğini güçlendirmek için bu anlaşmaları hizmete sunma arzusu elbette doğaldır. Bununla birlikte unutmamalıyız ki, düşman (İran) ortak olmakla birlikte bu tehdide karşı ciddi bir şekilde nasıl davranılacağı hususunda İsrail ve Körfez ülkeleri arasında derin bir boşluk mevcut. İşte bu derin boşluk, İran’a karşı koyacak aleni bölgesel bir ittifak yapma yetisini sınırlandırıyor.
KHA