ABD Başkanı Donald Trump’ın, bölgemizde ebedi barış için devrim niteliğindeki plan adı altında duyurduğu şey, gösterişli doğası veya gerçeklikle uyuşmayan ayrıntılarından değil de aslında Trump ve Binyamin Netanyahu liderliğindeki ABD ve İsrail’deki karar alma süreçlerini yöneten ortak düşüncenin özünü temsil ettiğinden ötürü gayet boş bir şey olarak gözüküyor.
Kısacası Trump’ın “zorla barış” başlığı altında ifade ettiği şey, İsrail’in önü açık savaşına ait “Gerçekleşmesi gereken şey, ancak güçle ya da daha fazla güçle elde edilecektir.” sloganının yumuşatılmış şeklidir.
Pratikte -her zamanki gibi- Amerikalılar, özel bir medya ve diplomasi orkestrası eşliğinde ve Arap medyasının olaya aptalca bir biçimde müdahil olmasıyla, Amerika’nın, şu anda savaşı durdurmayı amaçlayan planı uygulamaya İsrail’i ikna etmek için en büyük baskı kampanyasını yürüttüğü söylemini gündemde tutuyor. Evet, Trump’ın New York’ta Arap ve İslam ülkelerinden liderler ve üst düzey yetkililerle yaptığı toplantının ana teması da buydu.
Ne var ki toplantıya katılanların dile getirdiği tüm değerlendirmeler, Trump’ın bildiği ve umursamadığı prensip seviyesindeki tutumları tekrarlamaktan öteye geçmedi. Sonra Trump’ın bir fikri memnuniyetle karşılaması onun için problem değildir; zira kendisi için memnuniyetle karşılamak ayrı bir şey o fikri kabul etmek ise bambaşka bir şeydir.
Trump’ın bu görüşmeden elde ettiği şey ise önerisi için -şekli de olsa- bir kılıf bulmak oldu. Ardından Netanyahu ile yaptığı görüşmeye dikkat çekildi ve bu görüşme, çatışmanın tarihinde önemli bir an olarak tasvir edildi.
Beyaz Saray toplantısından önce Siyonist işgalci varlığın içindeki bazı sesler Netanyahu’yu savaşı durdurmayı amaçlayan bir planı uygulamaması konusunda uyardı. Fakat bu sesler, Netanyahu’nun korkabileceği ciddi bir uyarı düzeyinin altında kaldı. Dahası plan, ayrıntılarıyla, İsrail’in savaşa ilişkin hedeflerinin neredeyse tamamını yansıtıyor ve söz konusu hedeflerden bazılarının askeri bir çatışma olmadan gerçekleştirilebileceğini belirtiyor. Dolayısıyla Amerikalılar ve İsrailliler arasında yapılan görüşmeler ileriye dönük ortak bir tavır belirlemeye odaklandı. Evet, İsrailli liderler hâlâ savaşın temel hedeflerine ulaşacak bir plan izlemekten bahsediyor. Bu arada Amerikalılar, dünyanın geri kalanına görevi doğrudan devraldıklarını, yeterli görüşme yaptıklarını ve şimdi uygulama zamanının geldiğini söylüyor.
Doha’da Hamas liderliğine yönelik suikast girişiminin başarısız olması, Trump’ın önerisinin hızlanmasında rol oynamış olabilir. Ama operasyon başarılı olsaydı da öneri yine de gündemde kalacaktı.
Bu bağlamda İsrail’in, Doha’daki saldırı için özür dilemesi ve bir daha tekrarlanmayacağına dair söz vermesi beklenebilirdi. Lakin Netanyahu’nun özrü sonrası İsrail adına utanç verici olarak nitelendirilen durum, yaşanan şeyin özünü değiştirmiyor.
Suikastın amacı İsrail’in, Hamas’ı bastırmanın önündeki siyasi engel olarak gördüğü kişileri devirmekti. Bu arada İsrail ordusu da Gazze Şeridi’ndeki askeri liderliğe boyun eğdirme sorumluluğunu üstlenecekti.
Görev başarısız olunca Trump, Hamas liderliğini boyunduruk altına alma görevini İsrail dışında bir başka tarafa devretmeyi önerdi. Bunu da New York’taki toplantıda; Türkiye, Katar ve Mısır’dan Hamas’a planı kabul etmesi için azami baskı yapmalarını istediğinde açıkça belirtti. Erdoğan ile yaptığı özel görüşmede de Türk liderliğine sözünü yineledi ve ardından Netanyahu ile yaptığı basın toplantısında bir kez daha mevzuyu açıkladı.
Trump, Hamas’ın boyun eğmekten başka seçeneği olmadığını ve planı memnuniyetle karşılayan ülkelerin Hamas’a baskı yaparak planı uygulamaya zorlamak için üzerlerine düşeni yapmaları gerektiğini çok net bir şekilde belirtti.
Son 36 saatte, New York görüşmelerine ilişkin bazı ayrıntılar -özellikle Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır’ın dikkat çeken tutumları- ortaya çıktı. Hamas’ın Gazze’deki yönetimine son vermek ve Filistin genelindeki rolünü kısıtlamak isteyen Suudi Arabistan Krallığı, sunulan görevin Gazze’yi uzun süre uluslararası vesayet veya manda altında tutmayı illaki gerektirmediği değerlendirmesinde bulundu.
Suudi Arabistan’ın Filistin takıntısı, Lübnan ve Suriye takıntısına benziyor. Zira Suudi Arabistan, bu ülkelerde kurucu rol oynayarak bölgede liderliği ele geçirmek için bir fırsatla karşı karşıyaymış gibi hareket ediyor. Lübnan’da bunu başardığına inanıyor ve Suriye’de de mevzubahis imajı desteklemeye çalışıyor.
Bir ihtimal, Amerika’dan Gazze halkını yerinden etmeme taahhüdünü “kazanmış” olabilecek Mısır ise meselenin, kendisini yüz binlerce Gazzeliyi kabul etmeye zorlamamakla sınırlı olduğunu biliyor. Ancak Mısır, savaş durur ve Gazze’de manda planı başarılı olursa, tehcir planının farklı bir boyuta bürüneceğinin de farkında.
Zira gönüllü göçün kapısı açılacak ve Mısır, yüz binlerce Gazzelinin kendi topraklarından başka ülkelere göç ettiğini görecek.
Tabii bir de Mısır, Ariş’in Gazze’ye dair yardım veya yeniden inşa programlarının merkezi haline getirilme çabaları gibi önemli bir ayrıntıyı da ihmal etmiyor. Gerçi bu nokta da belirsiz; çünkü bugün İsrail’de Arapların yeniden inşa için sağlayacağı fonların tamamının başkalarına gitmemesi gerektiğine inananlar var. Bu bağlamda İsrail, Gazze Şeridi’ndeki çalışmalarla ilgili ihaleleri ve sözleşmeleri kazanmak adına Gazze Şeridi’ne giren her şeyi izleme konusundaki güvenlik koşulları maddesini kullanacak.
Türkiye’ye gelince, lider kadronun plana ilişkin değerlendirmeleri, esas olarak Filistin devletinin kurulması konusundaki tutuma yönelikti. Trump elbette konuşmayı dinledi ve Amerika’nın, dünya ülkelerinin çoğunluğunun, Filistin devletinin tanınması planına dahil olmasını anladığını belirtti.
Ne var ki Trump, İsrail’in endişelerini de anladığını söyledi. İsrail’e sunduğu teklif ise “Filistin devletinin ilan edilmesi planının uygulanmaması karşılığında; İsrail’in, Batı Şeria ve Ürdün Vadisi’ni ilhak etmemesi” içeriğine sahip.
Bu, Netanyahu’nun Trump’la görüşmesinde çok iyi anladığı bir mevzuydu; özellikle iki taraf da mevcut Filistin Yönetimi’nin tüm süreçte önemli bir rol oynamaya yeterli olmadığı konusunda hemfikir olunca… Dolayısıyla son tahlilde barışı tesis edecek “Filistinli bir ortağın yokluğu” konusuna bir kez daha geri dönülmüş oldu.
Trump’ın Netanyahu ile görüşmesinin ardından vardığı ve duyurduğu sonuca dönecek olursak, Trump, planının başarısına dair hiçbir garanti olmadan dünyaya Hollywood filmlerini ve şovlarını yine sundu. Kesin olan şey ise Trump, Filistinlilerin plana boyun eğmesini dayatan bir mekanizma üzerinde İsrail ile anlaştı ve bu boyun eğdirme, Filistinlileri aşıp planı memnuniyetle karşılayan Arap ve İslam devletlerine dek uzandı.
Bu manada Trump, Hamas’ın lider kadrosunun ortadan kaldırılmasını en baştan kabul etmiş olmasından değil, New York’ta görüştüğü ve “güçlülerin kalbi yerinden fırlasın diye zayıfa vur” atasözünde aktarılan, korkuyla sarsılan insanların yüzlerindeki dehşet ve paniğe bizzat tanıklık etmiş olmasından dolayı Katar saldırısını fırsata çevirmeği bildi.
Herhangi bir kimse karşındaki bir öncülük iddiası taşımayan küçük bir ülke olan Katar’a yapılan saldırı ile bu sağlanmıştı. Evet, Katar’a yapılan saldırının yankıları, liderlik rolünü üstlenebilecek diğer hırslı ülkelere de ulaştı.
Hiçbir şekilde adil bir dengeye sahip olmayan esir takası dahil, Filistinlilere yaptıkları tüm fedakarlıkların ardından bugün, teslim olma seçeneği sunuluyor. Gazze halkının, çocuklarının evlerine geri döneceğine dair hiçbir garantisi de yok. Dahası, İsrail’in Gazze Şeridi’nden çekilme planı, Siyonist işgalci düşmanın, “7 Ekim Operasyonu’nda ortak olarak gördüğü herhangi bir kişiye” veya “tehdit olarak gördüğü herhangi bir noktaya karşı” saldırı düzenlemesini durduracak herhangi bir güvenlik garantisi de içermiyor. Ayrıca İsrail’de -Lübnan’daki durumu örnek göstererek- Gazze’de Hamas’a silah bıraktırmaya dair planın vaatler ve taahhütlerle garanti altına alınamayacağını söyleyen sesler yükselmeye başladı.
Peki, bütün bunların ardındaki gerçek amaç ne?
Ciddiye alınması gereken tek gerçek, ABD-İsrail mutabakatının hâlâ var olduğu ve farklılıklara dair herhangi bir analizinin sahada yerinin olmadığıdır.
Amerika, gerçek bir değişimin her şeyden önce Netanyahu hükümetinin tamamen devrilmesini ve hem Gazze’de hem de ötesinde sorunu çözmeyi hedefleyen yeni bir koalisyonun ortaya çıkmasını gerektirdiğini biliyor. Ama gel gör ki mesele yalnızca işgalci düşmanın ne istediğine değil, aynı zamanda Amerika’nın da ne istediğine bağlı.
Trump yönetimindeki Amerika, tek bir şeyi düşünüyor: müttefik-düşman herkesi kendi programına tabi kılmak. Bu da şu anda yaşananlarla Amerika’nın aslında, sadece Hamas’ı planı engellemekle suçlamak ve İsrail’in Gazze’deki vahşetini haklı çıkarmak için değil; aynı zamanda suçlama çemberini genişleterek bölge genelinde savaşların yaygınlık kazanmasını haklı çıkarmak için zemin hazırlamayı hedeflemiş olabileceğinin farkında olmayı gerektiriyor. Bahsettiğimiz şey, Netanyahu’nun konuşmasında yeni İbrani yılının, İran eksenini ortadan kaldırma yılı olduğunu söylediği sloganıyla da örtüşüyor.
Amerika’nın ve İsrail’in gözü -Batılı ve Arap müttefiklerinin gönülleriyle beraber- İran’ın ve İran’ın Yemen, Irak ve Lübnan’daki müttefiklerinin üzerinde. Meselenin özü de burada düğümleniyor. Acaba yine, yeni bir çılgın partinin eşiğinde miyiz?
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
