Çin, 20’den fazla ülkenin ve 10’dan fazla uluslararası kuruluşun liderlerinin katılımıyla pazar günü Şanghay İş Birliği Örgütü’nün (ŞİÖ) “tarihteki” en büyük zirvesini başlattı. Zirvenin açıklanan amacı, örgütün önümüzdeki on yıl için “kalkınma planlarını” oluşturmak olsa da birçok Batılı gözlemci, başta Rusya ve Çin olmak üzere bazı katılımcı ülkelerin, zirveyi “Amerika Birleşik Devletleri’nin daha az baskın olduğu bir dünya” vizyonunu sunmak için kullanacağına inanıyor.
Şanghay İş Birliği Örgütü’nün (ŞİÖ) kökleri, Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ın sınır güvenliği ve terörle mücadele konularını yönetmek için bir formül bulmak üzere 1996 yılında bir araya geldiği Şanghay Beşlisi’ne dayanmaktadır. Örgüt, Özbekistan’ın altıncı üye olarak 15 Haziran 2001’de katılmasının ardından kurulmuştur.
Bölgesel bir güvenlik bloğu olarak başlayan oluşum, bugün dünya nüfusunun neredeyse yarısını, dünya kara alanının dörtte birini ve küresel GSYİH’nin dörtte birini kapsayan bölgesel bir örgüt seviyesine ulaşmıştır. Hindistan, Pakistan, İran ve Belarus’un da katılımıyla Şanghay İş Birliği Örgütü artık 10 üye, iki gözlemci devlet ve 14 “diyalog ortağına” sahip. Çin medyası, pazar günü aralarında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ve İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın da bulunduğu çok sayıda devlet başkanının Çin’in Tianjin kentine gelişini göstererek mevzubahis genişlemeyi ekranlara yansıttı.
Çin Devlet Başkanı Şi Cinping ile diğer ülke liderleri arasında ve ayrıca kendi aralarında Çin’e varışlarının ardından bir dizi ikili görüşme yaşandı. Rus haber ajansı TASS’a göre Putin, kalabalık bir siyasi ve ekonomik heyetin başında Şi ile “bir fincan çay eşliğinde en ciddi konuları” görüşmek üzere bölgeye ulaştı. Şi ise Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko ve 2018’den beri Çin’e ilk ziyaretini gerçekleştiren Hindistan Başbakanı Narendra Modi de dahil olmak üzere birçok liderle art arda bir dizi ikili görüşme gerçekleştirdi. Bazı gözlemciler, Pekin ve Yeni Delhi arasındaki ilişkilerin hızla iyileşmesinde Trump’ın tehditkâr ticaret politikalarının büyük payı olduğunu düşünüyor.
Zirvede Rusya Devlet Başkanı Putin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la bir araya geldi. Putin, görüşmenin ardından Ankara’nın Rusya ile Ukrayna arasında arabuluculuk çabalarını övdü ve Türkiye’nin bu konudaki rolünün “gerekli” olmaya devam edeceğini vurguladı. Ayrıca bugün Çin Devlet Başkanı, İran’ın nükleer dosyasını, dün Rus ve Türk mevkidaşlarıyla görüşen İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ile ele alıyor.
Zirvenin kapanış bildirisinde katılımcılar, “Gazze Şeridi’nde sivil kayıplara yol açan eylemleri” şiddetle kınayarak kapsamlı bir ateşkes çağrısında bulundu. Örgüt ayrıca İsrail’in Haziran ayında Tahran’a yönelik saldırılarını da kınadı. Zirvenin açılışında Çin ve Rusya devlet başkanları Batı’ya “sert eleştiriler” yöneltti. Şi, Soğuk Savaş zihniyetine karşı çıkılması ve (örtülü bir şekilde ABD’ye atfen de) bazı ülkelerin izlediği blok ve sindirme politikalarına karşı durulması gerektiğini vurgularken; Putin, doğrudan Ukrayna savaşının başlamasından Batı’yı sorumlu tuttu ve “Kriz, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısından değil, Batı tarafından desteklenen ve kışkırtılan Ukrayna’daki bir darbeden kaynaklandı” dedi. Putin, “Bu krizin ikinci nedeninin de Batı’nın, Ukrayna’yı NATO’ya sürükleme çabaları olduğunu” da sözlerine ekledi.
Güney Platformu
Zirveye ilişkin değerlendirmelerde bulunan Şanghay Sosyal Bilimler Akademisi bünyesindeki Şanghay İş Birliği Örgütü Araştırma Merkezi’nin kurucu müdürü ve örgütün kuruluşuna iştirak eden bilim insanı Pan Guang, Global Times’a yaptığı açıklamada, 2001 yılında “eski düzenin yenisine yol açmasının ardından dünyanın kritik bir merhaleden geçtiğini” ifade etti ve “Şanghay İş Birliği Örgütü’nün başlangıçtaki odağının güvenlik ve terörle mücadele olduğunu” ve “bazı ülkelerin ŞİÖ’nün çok taraflı ilişkilere yaklaşımının kendi zihniyetleriyle daha uyumlu olduğunu yavaş yavaş fark etmesinin akabinde” “şimdi Küresel Güney olarak adlandırılan bölgeyi” cezbettiğini sözlerine ekledi.
2001 yılı aynı zamanda Çin Halk Cumhuriyeti’nin Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımına da tanıklık etti. Gözlemcilere göre bu, “Çin’in Soğuk Savaş sonrası uluslararası düzende kendini nasıl konumlandıracağını” yansıtıyordu. Pekin, “sadece mevcut uluslararası örgütlere katılmakla kalmayıp bölgesel istikrarı korumak ve iş birliğini geliştirmek adına yeni platformlar kurmak için aktif olarak çalışmak” konusunda ısrarcıydı.
Bu arada söz konusu eğilimin bir başka göstergesi olarak Çin, II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ve Japonya’ya karşı kazanılan “Ulusal Direniş Savaşı” zaferinin 80. yıldönümünü kutlamak üzere 3 Eylül’de Pekin’de büyük bir askerî geçit töreni düzenlemeye hazırlanıyor. Bu bağlamda Rusya ve İran devlet başkanları da dahil olmak üzere çok sayıda zirve katılımcısına, bu amaçla Çin’deki kalış sürelerini uzatma davetinde bulunuldu.
Küresel Güney’den bahseden Amerikan dergisi Foreign Policy, Vaşington’un ülkeleri taraf tutmaya zorlama gücünün olmadığının “açık bir yansıması” bağlamında ABD Başkanı Donald Trump’ın sosyal medya üzerinden, “BRICS’in Amerika karşıtı politikalarına katılan herhangi bir ülkenin ek gümrük vergileriyle karşı karşıya kalacağı” uyarısında bulunduğunu ve buna mukabil Brezilya Devlet Başkanı Luiz Inacio Lula da Silva’nın kıdemli danışmanlarından Celso Amorim’in, “Bu tür tehditler, BRICS ile ilişkilerimizi güçlendir; çünkü farklı ilişkilere açığız ve herhangi bir ülkeye bağımlı olmak istemiyoruz” diyerek hızlı bir yanıt verdiğini aktardı.
Rapora göre, “Küresel siyasette ve ekonomik düzenlemelerde rekabet gücüne yönelik bir vizyonun yokluğunda ABD’nin, Çin’in Batı dışı dünyadaki etkisini sınırlamak adına uyguladığı zorbalıklar ters tepebilir”, özellikle de “Trump’ın öngörülemezliği ve kurallara ve normlara karşı duyduğu küçümseme, Batı’nın yumuşak gücünün azalmasıyla birleşince, Çin’in etkisini artırıyor ve Küresel Güney’i söylemsel olarak yeniden tanımlama çabalarına yardımcı oluyor.” Bu noktada Çin, “Batı dışı, hatta Batı karşıtı” bir blok olarak söz konusu “Güney’in” ayrılmaz bir parçasıdır.
Aynı kaynağa göre Çin bugün bu ülkelere diğer tüm büyük güçlerden daha fazlasını sunuyor. Bir altyapı süper gücü olarak, Batılı olmayan ülkelerin en önemli ihtiyaçlarından birine doğrudan hitap ediyor ve son on yılda bu ülkelerdeki Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) projelerine 1,3 trilyon dolardan fazla harcama yaparak, ABD ve Avrupa ülkelerini geride bırakıyor.
Çin’in söz konusu girişim kapsamındaki yatırımları küçülüp daha hedef odaklı hale gelse de 2025’in ilk yarısı, özellikle Afrika ve Orta Asya’da şimdiye kadarki en yüksek altı aylık katılıma tanıklık etti. Buna mukabil ABD’nin bu noktada bir düşüş yaşadığı ve kaynaklarını savunma harcamalarına yönlendirmek için yardım bütçelerini kısmak zorunda kalan ve yumuşak güç yerine “sert güce” öncelik veren İngiltere, Almanya ve Fransa’nın da benzer bir düşüş yaşadığı görüldü. Bu arada Trump, ticaret savaşları ve birbiri ardına uyguladığı gümrük vergileriyle yaygın bir korku ve endişe meydana getirirken Çin, diplomatik ilişki içinde olduğu 53 Afrika ülkesine uyguladığı tüm gümrük vergilerini kaldırdığını duyurdu.
Aynı senaryo diplomasi için de geçerli. Trump “önce Amerika” gündemini ilerletip çok taraflı kurum ve anlaşmalara saldırırken “Küresel Güney”, Çin’in “ortak gelecek” ve “karşılıklı saygı” söylemini daha çekici buluyor. Bu bağlamda raporda şöyle deniyor: “Batı'nın görece ahlaki ve maddi gerilemesinden faydalanan Çin, Küresel Güney’in jeopolitik kimliğini yeniden tanımlıyor ve kendisini onun ayrılmaz bir parçası olarak konumlandırıyor.” Bu durum, en son Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin 7 Mart’ta düzenlediği basın toplantısında yaptığı “Çin, tarihsel olarak sömürgeciliğe ve hegemonyaya karşı birlikte mücadele ettiğimiz için doğal olarak Küresel Güney’in bir üyesidir...” şeklindeki ifadesinde de kendini gösterdi.
Amerika Birleşik Devletleri, Çin’in yükselişini bir tehdit olarak görürken birçok gelişmekte olan ülke, Çin’in başarısından ilham alıyor ve onu taklit etmeyi hedefliyor. Foreign Affairs’e göre, Pew Araştırma Merkezi’nin 35 ülkeyi kapsayan 2024 tarihli bir anketi, başta Amerikalılar olmak üzere yüksek gelirli ülkelerdeki katılımcıların, Çin’in ülkeleri üzerindeki ekonomik etkisini daha olumsuz değerlendirirken; orta gelirli ülkelerdeki katılımcıların konuya daha olumlu baktığını, Malezyalı ve Nijeryalıların yaklaşık üçte ikisinin de bu duruma müspet yaklaştığını ortaya koydu.
Çin modelinin “benzersizliğine” dikkat çeken yukarıdaki görüş sahipleri, Çin’in uluslararası sahnedeki söyleminin, istisnailik ve evrensellik iddiasında bulunan ABD ve Sovyetler Birliği, Birleşik Krallık, Fransa ve Osmanlı İmparatorluğu gibi eski büyük güçlerin söyleminden farklı olduğunu savunuyor. Zira Pekin istisnailik ve evrensellik düzlemini “hem siyasi hem de ahlaki açıdan” reddediyor. Rapor, Çin’in, Küresel Güney’deki ülkeler için güvenilir ve cazip bir seçenek haline gelmeye odaklanırken onları kendisiyle ABD arasında bir seçim yapmaya zorlamadığını; ABD’nin ise bu ülkeleri tek taraflı bir tercih yapmaya zorladığını ve kendisini “en iyi seçenek” haline getirmeye gerçekten yatırım yapmadığını belirterek sona eriyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
