Tevrat'taki Rüyadan Siyasi Projeye: Büyük İsrail

Ahmed el-Debş tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “TEVRAT’TAKİ BİR DÜŞTEN SİYASİ BİR PROJEYE “BÜYÜK İSRAİL” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

25 Ağustos 2025
Tevrat'taki Rüyadan Siyasi Projeye: Büyük İsrail

Yirminci yüzyılın başından günümüze kadar “Büyük İsrail” kavramı, İsrail siyasetinin merkezinde yer almış ve Arap-İsrail çatışmasının temel itici gücü olmuştur. Bu kavram, yalnızca Tevrat’ta yer alan bir düş veya gaybî bir vaat olmadı; zamanla, Tevrat’taki dini anlatıya göre Nil’den Fırat’a kadar uzanan bir coğrafyada “İsrail Devleti’nin” sınırlarını komşu Arap topraklarını da kapsayacak şekilde genişletmeyi amaçlayan kapsamlı bir siyasi projeye dönüştü.

Bu kavramın tehlikesi, dini mitler ile siyasi pragmatizmi bir araya getirmesinde kendini göstermektedir; zira kutsal metinler, büyük Batılı güçler tarafından desteklenen bir sömürgeci yerleşim projesine ahlaki meşruiyet kazandırmak için kullanılmaktadır. Çatışma, özünde siyasi olsa da dini boyutun öne çıkarılması; meseleyi daha karmaşık ve uzun süreli bir hale getirmiştir.

Kavramın Dini Kökleri

“Büyük İsrail” söylemi, İbrahim’in soyundan gelenlere “Vaat Edilmiş Topraklar” olarak bilinen yerleri tanımlayan Tevrat metinlerine dayanmaktadır. Yaratılış Kitabı’nda (15:18) şu ifadeler bulunur: “O gün Rab, İbrahim’le bir antlaşma yaparak, ‘Mısır Irmağı’ndan büyük ırmak Fırat’a kadar bu toprakları senin soyuna verdim’ dedi.” Bu sınırlara, Tesniye Kitabı (11:24) ve Sayılar Kitabı (34:1-15) gibi diğer metinlerde de tekrar tekrar işaret edildi.

Bu metinler yalnızca dini inançlarla sınırlı kalmadı; aksine 19. yüzyılın sonlarında Siyonist hareketin kuruluşundan bu yana yoğun bir şekilde siyasallaştırıldı. Filistin’in ötesine uzanan ve Sina, Ürdün, Suriye ve Irak’ın bazı kısımlarını da kapsayan toprakların kontrolünü ele geçirmeyi meşrulaştırmak adına kullanılan ideolojik bir temel haline geldi. Nitekim tarihçi Ilan Pappe, bu metinlerin, Siyonist projeye ahlaki ve propaganda gücünü veren “sembolik altyapıyı” temsil ettiğini savunmaktadır.

Düşten İdeolojiye Kutsal Topraklar

Modern Siyonist hareketin kurucusu Theodor Herzl, Yahudi Devleti (1896) adlı kitabında Büyük İsrail’den bahsetmemiştir. Yahudiler için güvenli bir ulusal devlet kurmaya odaklanmış; ancak gelecekteki genişlemelere de açık kapı bırakmıştır. Nitekim günlüğünde şu ifadeler yer alır: “İhtiyacımız olanı talep edeceğiz; ne kadar çok göçmen olursa, o kadar çok toprağa ihtiyacımız olur.”

Siyonist hareket ve örgütün vaizlerinden Max Nordau, bize tam olarak hangi komşu topraklardan bahsettiğini belirtmeden, Filistin ve çevresindeki toprakların 12 ila 15 milyon Yahudi’ye yetecek kadar alan sağladığını vurguluyor.

Haham Samuel Isaacs’ın “Kutsal Toprakların Gerçek Sınırları” adlı kitabı, Siyonist hareketin dindar Ortodoks kanadının tarihsel ve dini kriterlerinin resmi ifadesi olarak kabul ediliyor. Isaacs’ın Kutsal Topraklar için seçtiği sınırlar ise Sayılar Kitabı’nın 34. bölümünde (1-12) anlatılan sınırlardır.

Siyonist hareket, I. Dünya Savaşı sonrası 1919’da Paris’te düzenlenen Barış Konferansı’nda sunulan muhtırada, Filistin üzerindeki “Yahudi halkının tarihsel hakkının” ve “orada ulusal bir vatanın yeniden inşa edilmesi hakkının” tanınmasını talep ediyordu. Muhtıra ayrıca Siyonist bakış açısına göre Filistin’in gelecekteki sınırlarına dair genişleyici bir tasavvur da içeriyordu:

- Kuzeyde, Akdeniz kıyısındaki Sayda kıyılarından başlayarak Lübnan Dağları’nın tepelerinden geçip Karaun Köprüsü’ne

- Doğuda, Hicaz Demiryolu boyunca Akabe Körfezi’ne

- Güneyde, Mısır hükümetiyle kararlaştırılacak sınırlara göre

- Batıda ise Akdeniz boyunca uzanan bil bölge…

Erken tarihlere ait bu talepler, “Filistin Mandası sınırlarının ötesine geçerek Lübnan, Ürdün ve Kuzey Suudi Arabistan’da büyük bir alanı kapsayan” Siyonist hareketin yayılmacı eğilimleri ile dini ve tarihi boyutun bütünleştirilmesini yansıtıyordu.

1-14 Eylül 1921 tarihleri ​​arasında Carlsbad’da (Çekoslovakya) düzenlenen On İkinci Siyonist Kongre, sınır sorunuyla ilgili özel bir karar alarak Yahudi halkı adına şunları ilan etti:

“Kongre, Yahudi halkının İsrail Toprakları’nın tamamlayıcı bir parçası olarak gördüğü doğu Ürdün topraklarının Filistin Mandası topraklarına dahil edileceğini memnuniyetle kaydeder. Ayrıca Kongre, Yürütme Komitesi’nin tüm çabalarına rağmen, İsrail Toprakları’nın kuzey sınırı sorununun henüz çözülememiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirmekle de kendini yükümlü tutar.

Kongre, Yürütme Komitesi’ni, “Filistin’in idari ve ekonomik birliğinin, nüfuz bölgeleri politikası lehine terk edilmesini” ve “bunun istihdam arayan Yahudi kitleleri için yerleşim ve sömürgeleştirme olanaklarını azaltmasını” önlemek amacıyla geleceğe yönelik tüm adımların atılması çağrısında bulunmaktadır. Kongre ayrıca, Fransa Cumhuriyeti Hükümeti’nin Yahudi halkının çıkarlarına cevap vereceğini ve bunlara vefa göstereceğini ummaktadır.”

Revizyonist Siyonist hareket ise 1925’te kendini göstermeye başladı ve yeni programı, “Siyonizmin amacı, Filistin’in (doğu Ürdün dahil) kademeli olarak bir Yahudi topluluğuna dönüştürülmesidir” ifadelerinde kendine karşılık buldu. Revizyonist Siyonizm’in lideri Vladimir Jabotinsky ise “Demir Duvar” adlı makalesinde gayet açık sözlü bir biçimde Araplarla müzakereleri “zaman kaybı” olarak değerlendirerek tüm tarihi toprakların askeri güçle kontrol altına alınması çağrısında bulundu.

Devletin sınırları ve genişleme!

1948’de İsrail Devleti’nin kurulması, Siyonistlerin “İsrail Toprakları” diye isimlendirdikleri bölgede bağımsız bir Yahudi devleti kurma arzusunu gerçekleştirme yolunda atılan ilk adımdı. David Ben-Gurion, 1952 tarihli “İsrail Hükümeti Yıllığı”nın önsözünde, devletin “Vaat Edilmiş Topraklar”ın yalnızca bir bölümünde kurulduğunu vurgulayarak genişlemenin, en başından beri ilan edilmiş bir stratejik hedef olduğuna açıkça işaret etmiştir. 

“İsrail’in Hançeri” adlı kitapta, İsrail Genelkurmay Başkanlığı’nın 1956-1957 yılı için hazırladığı genel stratejik planın bir kopyası yayınlanmıştır: “İsrail Devleti’nin üstlendiği ulusal misyon, yani dünyanın dört bir yanındaki dağınık Yahudi topluluklarını bir araya getirip İsrail’e göç ettirmek, en az bir nesil (30 yıl) sürecek devamlı bir göçü ve İsrail Devleti’nin bu topluluklar için normal yaşam koşullarını sağlamasını gerektiriyor. Bu nedenle misyonumuz Arap topraklarını işgal etmek ve bunlar üzerindeki kontrolümüzü sağlamlaştırmaktır.”

İsrail Savunma Bakanı Moşe Dayan, 1967’de destekçilerinden oluşan bir kalabalığın karşısına çıkarak şöyle demişti: “Dış dünya, İsrail’in Sina Yarımadası, Golan Tepeleri ve Tiran Boğazı’na atfettiği stratejik önemin yanı sıra, Ürdün Nehri’nin batısındaki sıradağların da Yahudi tarihinin merkezinde yer aldığını anlamalıdır.”

İsrail’in kuruluşundan bu yana izlediği politikalar, eylemlerinin çoğunun arkasında açık bir yayılmacı eğilim olduğunu ortaya koymuştur. Bu eğilimler, bölünme planını reddedip ulusal güvenlik bahanesiyle Arap topraklarını ilhak etmekten, Necef Çölü’nü (Negab’ı/Negev’i) işgal edip Akabe bölgesini kontrol altına alarak stratejik bir limana dönüştürmeye, hatta 1956 Üçlü Saldırısı’na ve Haziran 1967 Savaşı’na kadar uzanmaktadır. Evet, İsrailli liderlerin tekrarlanan açıklamaları bu eğilimi teyit etmektedir. Nitekim “Yahudi ulusal vatanının topraklarını özgürleştirme” fikri sürekli genişlemenin gerekçesi olarak sunulurken “İsrail Toprakları” olarak bilinen tüm toprakları kapsayan ve arzu edilen tarihsel sınırlar içinde kalan bir gelecek devleti kurma çabası ortaya konulmaktadır.

1917 ve 1967 yılları arasında Siyonist hareketin liderleri, bir yanda dindar Ortodoks kanat, diğer yanda laik hareketten müteşekkil iki ana eğilimi uzlaştırmaya çalıştı. Dindar kanat, Tevrat’ta belirtildiği gibi “Mısır Nehri’nden Fırat Nehri’ne" Vaat Edilmiş Topraklar’ın ideal sınırlarına dayanan Tevrat’taki tasavvurdan yola yola çıkarken laik kanat, Yahudi devletinin kurulması için yeterli gördüğü daha küçük bir tarihi alana odaklandı ve sınırlarını kuzeyde Dan antik şehri ile güneyde Birüsseba arasında belirledi.

Ne var ki laik Siyonizm’in hırsı da bu sınırlı alanla kısıtlı kalmadı. Liderleri, üç temel stratejik hedefe ulaşmak için gerekli gördükleri başka alanları da bu dar alana ekledi. Söz konusu stratejik hedeflere ise şunlardı:

1- Modern bir ekonomiyi destekleyebilecek hayati merkezleri kontrol ederek ekonomik yapıyı güçlendirmek.

2- Yüksek ve stratejik bölgeleri ilhak ederek askeri savunmanın temellerini güvence altına almak.

3- Yahudi devletine daha geniş bir etki alanı sağlamak için sınırları yeniden şekillendirmek.

Tüm bunlar, Siyonist projenin -başlangıçtan itibaren- sınırlı bir coğrafi alanda Yahudiler için salt bir “ulusal vatan” kurmanın ötesine geçerek, dini meşruiyet ve stratejik zorunlulukların birleşimine dayanan kapsamlı bir yayılmacı vizyonunu nasıl benimsediğini göstermektedir. Bu ise daha sonra “Büyük İsrail” kavramının ideolojik temelini oluşturmuştur.

Netanyahu ve Tevrat’taki Düşün Yeniden Canlandırılması

Rolünün, siyasi bir yetkili olmanın ötesinde, “İsrail Toprakları” diye adlandırılan bölgeye tam bir dönüşü hayal eden tüm Yahudi nesillerin mirasını sürdürmek olduğu değerlendirmesinde bulunan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, 12 Ağustos’ta İbranice yayın yapan İ24 kanalına verdiği röportajda, kendisini “tarihi ve manevi bir misyon” üstlenmiş biri olarak tanımlayarak, yayılmacı Siyonist düşünceyle olan bağının derinliğini açıkça ortaya koydu.

Netanyahu, vizyonunun “Büyük İsrail” olarak bilinen ve “İsrail’in geniş Arap topraklarını işgal edip yayıldığı Haziran 1967 savaşından sonra” daha da güçlenen bir anlayışa dayandığını açıkladı. İsrail açısından bu tasavvur, Siyonist ideolojinin temel taşı mesabesindeki yayılma fikrinin açık bir örneği olarak, işgal altındaki Filistin topraklarının yanı sıra Ürdün, Lübnan, Suriye ve Sina Yarımadası’nın bazı kısımlarını kapsamaktadır.

Netanyahu’ya kendisini “Yahudi halkı adına bir misyonu yüklenmiş” olarak görüp görmediği sorulduğunda “bu, birçok neslin misyonu” yanıtını verip siyasi projesinin, 19. yüzyılın sonlarında Siyonizm’in ilk ataları tarafından başlatılan tarihsel projeden ayrı olmadığı açıklamasında bulunmuştur. Ona göre bu proje, Yahudilerin tarih boyunca bu topraklara “dönmeyi hayal ettikleri” ve bu hayalin artık İsrail’in elde ettiği askeri güç ve siyasi kontrol sayesinde ulaşılabilir olduğu fikrine dayanan uzun bir ideolojik yolculuğun devamını temsil etmektedir.

Bu ifadeler, dini boyutların jeopolitik hırslarla kesiştiği çağdaş bir siyasi bağlamda, Tevrat’taki kadim düşü yeniden canlandırma yönündeki açık bir eğilimi yansıtmaktadır. Nitekim Netanyahu, “Vaat Edilmiş Topraklar”ın sınırlarını tanımlayan Tevrat metinlerini, İsrail’in sahada dayatmaya çalıştığı stratejik gerçeklikle ilişkilendirmektedir. Bunu yaparken, nesiller boyu Siyonist projenin bayrağını taşıyan Yahudi liderlerinin bir uzantısı olarak kendini sunmakta ve “yayılmacı politikaları” ve “ilahi vaadi yerine getirme kisvesi altında Arap topraklarının ilhakını” meşrulaştıran dini bir anlatıya sırtını dayamaktadır.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.