“Siyasi soykırım” terimi, bir grubun kimlik temelinde değil -II. Dünya Savaşı sırasında “jenosit” teriminin çerçevelendiği gibi- yok edilmek istenen grubun siyasi tutumuna göre bir anlam kazanmakta. Bu kavram, etnik veya dini kimliğe dayalı soykırım vakalarında bile siyasi yorumları kapsayacak şekilde genişlemiştir. Kimliğe dayalı bir grup, yok oluşunun habercisi olarak izole edilip bir standarda oturtulur. Burada ırk veya kimlik, yararlı bir sınıflandırma mekanizması işlevi görürken temel amaç, şiddet ve silme yoluyla siyasi duruşu ortadan kaldırmaktır.
Soykırım çalışmalarında İsrail kapsamlı bir model kabul edilmektedir. Evet, İsrail etnik temizlik adına saldırganlığını ve sömürgeci genişlemesini sürdürmek için diğer tüm soykırım biçimlerini kullanır, örneğin:
- Ev yıkımı, mekânsal aidiyeti ve demografik çevreyi yok etmek, tehciri ve yer değiştirmeyi kolaylaştırmak için evlerin sistematik olarak yıkılmasıdır. Bunun örnekleri, Kudüs ve Batı Şeria’da yaşananlarda ve yaşanmakta olanlarda açıkça görülmektedir.
- Medeniyetin yıkımı, şehrin ve medeniyete ait şeylerin yıkımıdır. Gazze’deki canlı örnekten önce, bu modelin benimsenmesi, Gadi Eisenkot’un “Dahiye Doktrini” olarak adlandırdığı 2006 savaşı sırasında belirginleşti. Bu doktrin, İsrailli mimari uzmanı Eyal Weizman’ın Boş Topraklar: İsrail İşgalinin Mimari Mühendisliği (2007) adlı kitabında ele aldığı “yavaş şiddetten” farklıdır. Weizman, “sınırların mimarisini”, “işgal ve yerleşimin kentsel politikalarını” ve “İsrail ile çatışma tarihindeki ilk hava suikastı olan Seyyid Abbas Musevi ve ailesinin suikastıyla gelişen “havadan işgal” yaklaşımını ayrıntılı olarak açıklar. Mimari şiddet, medeniyete dair soykırımın en tehlikeli kullanımlarından biri olarak şok, hızlı yıkım ve yaygın tehcire dayanır.
7 Ekim’den sonra İsrail’in, güvenlik doktrinini “caydırmadan” “önlemeye” doğru geliştirme eğilimiyle; Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye’de (sonrasında da tehcir tehdidiyle Ürdün ve Mısır’da) coğrafya ve mekâna yönelik saldırgan politikalar benimsendi ve söz konusu politikalar, Gazze’de soykırımdan bölgeye kapsamlı tecavüze, hatta “siyasi imhaya” doğru genişleye başladı.
Mevzubahis politikalar, Binyamin Netanyahu’nun saldırgan eğilimine ve Orta Doğu’yu dönüştürme çabasına bir yanıt niteliğindedir. Evet, bu bağlamda Avrupa’nın Amerika’yı sömürgeleştirme modelini ve mekanizmalarını açıklayan bir teori olarak “sınır” kavramı, genişleme hayalleri kuran Siyonistleri ve dindar Siyonistleri hareketlendirmektedir. Ünlü İsrailli sosyolog Baruch Kimmerling, Siyonizm ve Toprak adlı kitabında İsrail’in, Amerika’nın yerli halkların bölgelerine yerleşme, onları soy kırıma tabi tutma ve topraklarına el koyma deneyimine benzer bir “sınırcılık” benimsediğini belirtiyor.
Dolayısıyla bu politikalar, coğrafi ufkun açık olduğu duygusunun doymak bilmezliğini içinde barındırıyor; bu da kentsel, demografik ve siyasi hudutlara dair tüm engelleri aşılmaz olmaktan çıkararak istikrarsızlaştırıp boş arazilerin geliştirilmesi veya belirsiz bir sınır kuşağı olduğu gerekçesiyle aşınmaya ve sömürgeci genişlemeye açık hale getiriyor.
Binaenaleyh İsrail’in Lübnan ve Suriye coğrafyasına olası yayılma risklerini göz ardı eden herkes, saldırıların ve nüfuz noktalarının bu emellere ulaşmanın bir ön hazırlığı olduğunu kabul etmeyerek ya kafasını kuma gömüyor ya da bu risklerden habersiz veya daha da tehlikelisi -Filistin Yönetimi’nin Cenin’deki güvenlik operasyonlarında, Lübnan Yönetimi’nin direnişi silahsızlandırma kararında ve Suriye’deki egemen güçlerin verdiği tavizlerde olduğu gibi- İsrail saldırganlığına ortak oluyor.
Baruch Kimmerling, Siyasi Jenosit (2003) adlı kitabında mekânsal siyaseti “siyasi jenosit” ile ilişkilendirir ve ikincisini, bir halkın bağımsız bir siyasi varlık olarak mevcut olma yeteneğini, siyasi kurumlarını, liderliğini, ekonomisini ve toplumsal yapısını yok ederek zayıflatmayı amaçlayan sistematik bir süreç olarak görür ki bu süreç, siyasi kimliğinin tamamen ortadan kaldırılmasının hazırlığı mesabesindedir.
Yeni olan ise İsrail’in Filistinlilere yönelik bu politikasının bölge genelinde yaygınlaştırılması ve “silah bırakma” talebinin söz konusu politikanın mukaddimesi olarak görülmesidir. Dolayısıyla Irak, Yemen, Suriye, Lübnan, Gazze ve Batı Şeria’da uygulanan baskılar birbirine benzerdir ve talep yelpazesi, silahsızlandırılmış bölgelerden silahlanmanın sınırlandırılmasına ve tam silahsızlanmaya kadar çeşitlilik göstermektedir. Bu kez, silahların komutasına dayalı barış ve savaş kararlarını tekeline alan “meşru otorite” sloganı ortadan kalkmıştır; çünkü amaç bölgeyi İsrail’i engelleyecek her türlü güçten arındırmaktır.
Dolayısıyla Tel Aviv’in saldırganlığının önündeki ilk engel, İsrail’in bölgedeki hakimiyetinin önünde bir engel olan örgütlü direniş silahıdır. Bu durumda halklarımızın -yüz yıllar boyu tarihi Şam bölgesinden alışık olduğu nöbet haline ve tarihi Şam bölgesinin, ümmetin gedikleri bağlamında sarsılmaz bir kale oluşuna tutunarak- İsrail saldırganlığını püskürten ve Siyonist “sınırlılığa” karşılık veren geniş bir siyasi cepheyle, siyasi soykırıma karşı koymaktan başka bir seçeneği yoktur.
Kudüs Haber Ajansı - KHA
İsrail, İran'a Karşı Sonraki Tura Hazırlanıyor
Barış Mukabilinde Teslim Olmak
Sınvar'ın Hamlesi Bir İntihar Mıydı?
Aksa Tufanı, İsrail'in Gücü Kader Değildir Diyor
