Gazze’deki asıl şok yalnızca askeri değil, aynı zamanda kavramsaldı: “İsrail” kendisini, hava kuvvetleri ya da tankları olmayan, ancak esnek taktiklere ve yeraltında tahkim edilmiş bir muharebe ortamına sahip bir “düşman”la karşı karşıya buldu.
“İsrail Gazze’de bir tank kaybederek veya bir pusuda tuzağa düşerek yenilmedi; asıl yenilgisi, zaferi tanımlama tekelinin artık sadece kendisinde olmadığını anlayarak savaş doktrinini yeniden düşünmek zorunda kaldığında başladı.”
Modern savaşlarda askeri doktrinler yalnızca teorik salonlarda yazılmaz; ateşin baskısı altında yeniden kaleme alınırlar. Doktrin, profesyonel anlamıyla, siyaseti bir savaş planına dönüştüren zihinsel çerçeveyi temsil eder: Ne zaman saldırılacak? Hangi araçlarla? Hangi kayıp eşiği içinde? Ancak ordu bunu sahada yaşanan bir şok altında gözden geçirmek zorunda kalınca mesele yalnızca taktiklerle ilgili olmaz; zihniyetin kendisi sarsılır.
7 Ekim 2023’te başlayan Demir Kılıçlar Savaşı’ndan bu yana Gazze, “İsrail”i klasik bir cephede karşılamadı; bunun yerine İsrail savaş doktrinlerinde yer almayan yeni bir çatışma denklemi dayattı: İzlenemeyen tünel savaşları, lojistik destek hatlarını parçalayan pusular ve hızlı bir zafer değil, düşmanı uzun vadede aşındırarak yenmeyi hedefleyen bir direniş. Savaşın 20. ayına girildiğinde ve Han Yunus gibi nitelikli operasyonlar ortaya çıkmaya başladığında, artık direnişin yalnızca sahada “İsrail”le yarışmadığı, aynı zamanda onun savaş teorisini yeniden şekillendirdiği açıkça görülüyor.
1. Askeri doktrin: Teorik varsayımlardan operasyonel şoka
Askeri doktrin sabit bir yukarıdan aşağıya dayatılan metin değil, baskı ve sürtünmeyle gelişen dinamik bir sistemdir. Clausewitz’in belirttiği gibi, “sürtünme, teoriyi uygulamadan ayıran şeydir.” Her doktrin, metinlerdeki güzelliğiyle değil, sahada ne kadar uyum sağlayabildiğiyle sınanır.
İsrail örneğinde doktrin Ben Gurion döneminden beri üç temele dayanıyordu: önleyici caydırıcılık, erken uyarı ve hızlı kesin sonuç. Bu formül, coğrafi derinliğin sınırlılığını telafi etmek için düşmanda ani bir şok yaratarak onu geri çekilmeye zorlamaya dayanıyordu. Bu doktrin, 1967 Savaşı’nda ezici bir zaferle sınavı geçti, ancak 2006’da Lübnan’daki direnişe tosladığında sorgulanmaya başladı ve Gazze’deki ardışık çatışmalarla daha da sarsıldı.
Asıl şok ise yalnızca askeri değil, aynı zamanda kavramsaldı: “İsrail”, hava kuvvetleri ve tankları olmayan, ancak esnek taktiklere ve yeraltında tahkim edilmiş bir muharebe ortamına sahip bir düşmanla karşı karşıya kaldığında, doktrinin pek çok temel unsuru işlevsiz hale geldi.
2. Pusular: Maghazi’den Han Yunus’a karşı-dizayn mühendisliği
Bir İsrail kara harekâtının merkezinde tanklar ve piyadeler değil, önce mühendislik birlikleri ilerler. Bu birlikler kara saldırısının öncüsü sayılır; savaş alanını keşfetmek, patlayıcı düzenekleri ortaya çıkarmak, tünel ağızlarını belirlemek, tuzaklı evleri yıkmak veya patlatmak ve ilerleme koridorlarını güvenli hale getirmek için çalışırlar. Bu görevler için zırhlı D9 buldozerleri, C4 patlayıcılar ve fitillerle dolu “Puma” zırhlıları, tünellere patlayıcı basan araçlar ile “Yahalom” ve “Samur” gibi elektronik ve algılama üniteleri kullanılır.
Ancak Gazze gibi simetrik olmayan bir muharebe ortamında, bu öncü rol stratejik bir zayıflığa dönüştü. Direniş, bu birimleri hedef almanın yalnızca kayıp verdirmek anlamına gelmediğini, aynı zamanda ordunun ilerleme ve operasyon yeteneğini felç ettiğini gördü. Böylece artık mühendislik birlikleri yalnızca bir araç değil, elit birlik kadar değerli bir ana hedef haline geldi.
- Maghazi Pususu (22 Ocak 2024): Direniş, bir saha söküm operasyonu yürüten mühendislik birliğini tuzağa düşürerek bölgeye girdiklerinde patlayıcıları infilak ettirdi ve 21 asker ile subayı öldürdü.
- Rafah (Mayıs 2025): Kassam Tugayları, daha önce tuzaklanmış bir tünel ağzına mühendislik birimini çekerek girer girmez patlatarak 2 askeri öldürdü, “Yahalom” biriminden başka askerleri yaraladı.
- Han Yunus Pususu (24 Haziran 2025): Bu daha da gelişmiş bir biçimde tekrarlandı. Direniş, güvenli olduğu sanılan bir hattan geçen “Puma” zırhlısını yok etti. Bir direnişçi zırhlının sürücü kabinine sızarak “Şuvaz” türü bir bomba attı ve 7 askeri öldürdü, diğerlerini yaraladı. Oysa araç, D9 buldozerinin koruması altındaydı.
Bu tekrar eden olaylar çatışmanın niteliğinde bir dönüşüme işaret ediyor: Gazze’deki savaş artık klasik temas noktalarını etkisizleştirmek üzerine değil; İsrail’in askeri doktrin yapısını hedef almak üzerine kurulu. Mühendislik birliklerini vurmak, yalnızca anlık görevi aksatmıyor; güvenlik mimarisini temelinden sarsıyor ve “hızlı kesin sonuç” araçlarını sürekli kanayan noktalara çeviriyor.
3. Doktriner çöküş ile yeniden konumlanma arasında: Caydırıcılığın anlamını yitirmesi
Gazze’de İsrail ordusunu sarsan yalnızca insan kaybı değildi; bununla birlikte caydırıcılık, derinlik ve kesin sonuç kavramlarının kökten ifşa edilmesi de yaşandı. İsrail kara doktrininin omurgasını oluşturan bu kavramlar, mühendis araçlarının burada yok edilmesi veya şurada bir tünelin havaya uçurulmasıyla yalnızca kayıp sayısı olarak değil, doğrudan caydırıcılık ilkesine vurulan darbeyle ölçülüyor. Oysa bu caydırıcılık, iç cepheyi güvende sanmaya ve ateş üstünlüğüyle sahayı şekillendirebileceğine olan inanca dayanıyordu.
Son operasyonlar gösterdi ki, İsrail’in klasik caydırıcılığı artık işlevini yerine getiremiyor; üstünlük, fiiliyattan çıkıp bir zihinsel yanılsamaya dönüştü. Saldırı, karşı saldırıyı önlemiyor; işgal, teslimiyet yaratmıyor; aksine, daha karmaşık biçimlerde çatışmayı yeniden üretiyor. Britanyalı askeri düşünür Lawrence Freedman’ın açıkça dediği gibi: “İnanılmayan bir caydırıcılık, saygı da görmez.” Direniş de tam olarak hassasiyet ve yıpratma yoluyla İsrail caydırıcılığının ilk şartını, yani güvenilirliğini ortadan kaldırdı.
İsrail kara doktrini zaferin zamansallığı üzerine kuruluydu: savaş günler içinde bitmeliydi. Tıpkı 1967’de Sina’da olduğu gibi. Ancak Gazze savaşı 20. ayına girdi, düşük yoğunluklu ama yüksek maliyetli bir yıpratma savaşına dönüştü, “tam bir son” ilan etme kapasitesi kalmadı. Artık mesele toprak ya da hedef değil; savaşı kim hangi şartlarda sona erdireceğini yeniden tanımlayacak.
Bu bağlamda “İsrail”, yalnızca sahada değil, kavramsal düzeyde de yeniden konumlanmaya başladı. “Hızlı kesin sonuç” doktrininden sınırlı, nispeten rastgele operasyonlara geçiş ve bazı “temizlenmiş” bölgelerden birkaç gün sonra geri çekilmek, planlı bir taktikten çok doktrinin özünde bir sarsıntıya işaret ediyor.
Caydırıcılık, “İsrail”in onlarca yıldır anladığı şekliyle, rakibin senin gibi düşünmesini varsayar. Oysa Gazze’de karşısında zaferi zamanla ölçmeyen, kayıpla korkmayan, toprak kaybıyla geri çekilmeyen bir düşman buldu. Aksine direniş her taktiksel geri çekilişi, karşı doktrini yeniden sınayan bir imtihana dönüştürdü.
4. Sahada kesin son düşerken dışarıda meşruiyet de çöküyor
Eğer caydırıcılık İsrail doktrininin temel taşıysa, kesin sonuç da ona bağlı “siyasi vaattir”: hızlı bitiş, sınırlı maliyet, tam kontrol. Oysa Gazze 7 Ekim 2023’ten bu yana başka bir örnek sundu: zaman uzadı, kayıplar arttı, sonuçlar altüst oldu. Kesin sonuç artık operasyonel bir gerçek değil, askeri kurumun pusudan pusaya peşinde koştuğu teorik bir hayal haline geldi.
Çöküş yalnızca cephe hatlarında değil, üst stratejideki karmaşada da görülüyor. Her işgalin ardından birlikler çıkıyor ve tekrar dönüyor; kontrol ilan edilip ardından kaybediliyor. Bu, Clausewitz’in “sürtünme girdabı” olarak tanımladığı şeye benziyor: savaş merkezini kaybediyor ve her ilerleme yıkılmaya açık hale geliyor. Artık “İsrail” kesin sonucu hedefleyen bir savaş değil, kontrol kaybı anlatısı içinde psikolojik ve ahlaki bir varlık savaşı yürütüyor.
Dışarıda ise, doktrinin meşruiyeti sorgulanıyor. Son operasyonlarda Avrupa raporları ve medya “İsrail”i sistematik olarak sivillere aşırı güç kullanmakla, direnişi toplumsal tabanından koparmak için sivillere baskı uygulamakla suçladı. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde açılan davalarda orantısız güç kullanımı, mahallelerin zorla boşaltılması gibi suçlamalar giderek yoğunlaşıyor. Artık soru “Dahiyye Doktrini başarılı mı?” değil; “İsrail bunu yeniden kullanabilir mi, kullanırsa da sürekli bir sanık haline mi gelir?”
Saha teoriyi yeniden yazarken
Geleneksel savaşlarda ordular cephe hatlarında kırıldığında yenilirdi. Oysa Gazze’de yenilgi daha derin: cephanede değil kavramlarda bir çözülme; cepheyi değil doktrini parçalama.
Direniş, ince taktiklerle ve yerinde yıpratmayla “İsrail”i güç dengeleriyle değil, güç tanımını yeniden yapmaya mecbur bırakarak yendi.
Maghazi ve Han Yunus pusuları sıradan saha detayları değil; direnişin yeni bir dille yazdığı stratejik mesajlardı. Savaşı hep kendi alanı sanan bir düşmanı şaşkına çeviren yeni bir dil. Mühendis birlikleri artık bir güvence unsuru değil, öncelikli operasyon hedefi; “Puma” yakılıp tünel altında infilak ettirilince, “Dahiyye Doktrini” dışarıda mahkemelerde suçlanmadan önce içeride anlamını yitirmiş oluyor.
Böylece Ortadoğu’daki savaş manzarası bombalarla değil; nerede, niçin ve ne zaman geri çekilmeyeceğini bilen bir direnişin vurduğu kavramlarla yeniden çiziliyor.