"İsrail" ile İran arasında yaşanan doğrudan savaş, aslında bölgedeki stratejik ortamı kökten değiştiren Aksa Tufanı operasyonunun yankılarından biridir. Bu etkiler, bugüne kadar etkisini sürdürmektedir.
İsrail’in stratejik hatası, İran’ın bölgedeki müttefiklerini kaybetmesiyle birlikte karşılık verme kabiliyetini de yitirdiğini sanmasıydı. Bu nedenle İran’ı dışarıdan hedef almanın mümkün hale geldiğine inandı. Oysa uzun yıllar içeriden zayıflatmaya çalıştıktan sonra böyle bir hamlede bulundu.
“İran’ın bölgedeki müttefiklerinin zayıflatılmasıyla savaşın İran’ın içine taşındığı” söylemi artık geçerli değil. Gerçek şu ki, Tahran müttefikleri aracılığıyla bu savaşı, caydırıcı bir güce ulaşana kadar ertelemeyi başardı.
İran ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanacak doğrudan bir çatışma, aslında İran İslam Cumhuriyeti'nin 1979'daki kuruluşundan bu yana beklenen bir durumdu. İran bu çatışmayı neredeyse yarım asır boyunca ertelemeyi başardı.
İsrail belki de İran içinde bir “beşinci kol” oluşturmayı başardı, ancak bu grup, ister hükümet yanlısı ister muhalif olsun, İran halkı tarafından ihanetle damgalandı.
İran’daki siyasi muhalefetin olgunluğu, onu dış güçlerle iş birliğine sürüklenmekten alıkoydu ve bu durum, hükümetle muhalefet arasında bir yakınlaşmayı mümkün kıldı. Bu yakınlaşma, ülkenin varlığını hedef alan tehditlerle birlikte mücadele etme zemininde gerçekleşti. Bu yaklaşım, bölge ülkelerinin hükümetlerinin alışkın olduğu muhalefeti "hain" olarak damgalama alışkanlığından çok farklıdır.
İran’ın benimsediği “ileri savunma” ya da “ateş çemberi” doktrini son yıllarda ciddi oranda zayıfladı. Bunun kaçınılmaz sonucu, savaşın İran’ın içine taşınması oldu. Ancak bu süreçte Tahran, yeterli caydırıcılık gücünü inşa etmeyi başardı.
Zafer ve yenilgi ölçütleri üzerine konuşurken, savaşı başlatan tarafın, önceden belirlediği hedeflerine ulaşabilmesi durumunda galip sayılabileceğini belirtmek gerekir. Savunma pozisyonundaki taraf içinse, sadece hayatta kalmak ve mücadeleyi sürdürebilmek bile bir zaferdir.
Savaşın ilan edilen hedefleri, İran rejimini devirmek ya da boyun eğdirmekti — ancak bu gerçekleşmedi. İran’ın nükleer programını yok etmekti — ancak ABD’nin bu konuda ileri sürdüğü iddialar kimseyi ikna etmedi. Nitekim ABD’nin müzakerelere geri dönme isteği, bu iddiaların geçersizliğini gözler önüne seriyor. Eğer gerçekten yok edilmişse, bu programla neden yeniden müzakere edilsin?
İran’ın füze programını yok etme hedefi ise, Tahran’ın İsrail içini hedef alan bir füze salvosuyla savaşı sonlandırmasıyla boşa çıktı. Bu adım, İran’ın gelişmiş füze kapasitesinin hâlen ayakta olduğunu ilan etti.
Ortadoğu'yu Değiştirme Hayalinin Çöküşü
Siyasi analizde, arzu, güç ve kapasite arasında ayrım yapmak gerekir. İstenen şeyin gerçekleşmesi, gerekli güce sahip olunsa bile mümkün olmayabilir; çünkü ya irade yoktur, ya uygulama kapasitesi yoktur, ya da karşı tarafın irade ve kararlılığı buna engel olur.
Bu denklem, özellikle İsrail için geçerlidir. Teorik olarak sahip olduğu büyük güç, onu pratikte her istediğini yapabilir hâle getirmemektedir.
Bir yıl sekiz ay geçti İsrail’in Gazze’ye saldırısının başlamasından bu yana ve direniş hâlâ cevap verebilme kabiliyetini sürdürüyor. Filistin halkı ise zafere daha da sıkı sarılmış durumda. Bu durum İsrail savaş hükümetini daha da çıkmaza sürükledi ve Tahran’la yeni bir cephe açma arayışına yöneltti.
Eğer Ben Gurion İsrail Devleti’ni kuran kişi ise, Netanyahu onu genişleten kişidir. Bu “büyütme” hayalini Netanyahu gerçekleştirmeye çalışıyor. Trump da bu vizyonu destekleyerek, İsrail’in küçük olduğunu ve onu büyütmek istediğini açıkça söylemişti.
İsrail-Amerikan ortak saldırısının 12 günü, dünyaya bir şeyi gösterdi: Ortadoğu’yu değiştirmek isteyenler, kıyafetini değiştirmeyi bile başaramadı. İran füzeleri Netanyahu’nun ailesinin evine kadar ulaştı ve yerleşimcileri sığınaklara inmeye mecbur etti.
İsrail’in İran’a yönelik saldırısı dünyayı şaşırtmış olabilir; ama İran’ın savunması hepimizi şaşırttı. İsrail’in suikast politikalarına rağmen, Tahran inisiyatifi yeniden ele geçirdi ve liderlikte ardıl jenerasyonların hazır olduğunu, deneyim ve cesaret bakımından seleflerinden geri kalmadıklarını kanıtladı.
Gerçek Reaktörler: İnsan Zihni
Günler gösterdi ki, gerçek nükleer reaktörler İran’ın sahip olduğu beyinlerdir. Ve bu reaktörleri yok etmek kolay değildir.
Tahran'ın 30 binden fazla nükleer bilim insanına ve 12 bölgeye dağılmış 21 nükleer tesise sahip olması, İran’ın nükleer kapasitesinin ortadan kaldırılmasını neredeyse imkânsız kılıyor. Yapılabilecek tek şey, bu kapasiteyi geçici olarak sekteye uğratmaktır.
İsrailli gençler böyle bir savaş tecrübesi yaşamadı. İsrail’in başka bir ülkeyle son doğrudan savaşı 1973 Ekim Savaşı'ydı. Ancak bu savaş, tarafları müzakere masasına oturtmak için yapılan bir “hareket savaşı”ydı.
İsrail’in ve ABD’nin gerçekleştirdiği “stratejik kandırma”, İran’ın hazırlıklı olması nedeniyle başarısız oldu. Tahran, saldırılardan aylar önce nükleer tesislerini boşaltmıştı. Söz konusu bölgelerden malzeme taşıyan kamyonların görüntüleri yayımlandı. Ancak bu hareketlilik, İran’ın düşmanlarının izleyeceğini bildiği bir "stratejik aldatmacadan" ibaretti.
Disiplinli Bir Savunma Savaşı
İran’ın İsrail saldırısına yanıtı kontrollüydü. Amaç, bölgesel çatışmanın daha da genişlemesini önlemekti. Fakat ABD’nin doğrudan müdahalesi, İran’ı cevap vermeye mecbur bıraktı.
Tahran’ın önünde birçok seçenek vardı. Bunlardan ilki Hürmüz Boğazı’nı kapatmaktı, ancak bu seçeneği kendi ve müttefiklerinin, özellikle Çin’in çıkarlarına zarar vereceği için devre dışı bıraktı.
Çin, ABD’nin Ortadoğu’daki her krizi ile meşgul olmasından fayda sağlıyordu. Ancak artık sadece bu durumdan faydalanmanın yeterli olmadığını, ABD’nin hatalarına bir sınır koymak gerektiğini görüyor. Tabii ki bu sınır koyma, Çin tarzıyla, doğrudan çatışmaya girmeden; müttefiklerini gelişmiş silahlarla donatarak oluyor. Çin bunu Pakistan’a Hindistan karşısındaki desteğiyle daha önce uygulamıştı.
Pakistan’la ilişkileri daha eski ve derin olan Çin için İran hâlâ “yeni bir müttefik.” Ancak 2021’de imzalanan 25 yıllık stratejik ortaklık anlaşması, İran’ı Çin için giderek daha önemli bir hale getiriyor.
Amerika’nın Ortadoğu’da yeni savaşlara saplanması, Çin üzerindeki baskıyı hafifletiyor. ABD’nin El Kaide’ye karşı savaşı, Çin’le doğrudan karşı karşıya gelmesini 20 yıldan fazla geciktirmişti.
Rusya ise dikkatini Ukrayna savaşına vermiş durumda. “İsrail”e verilen ABD desteğinin, Ukrayna’ya verilen desteği azaltmasını umuyor. İran, Rusya’nın güvenlik doktrininde “merkezi halkayı çevreleyen güvenlik kuşağı” içinde yer alıyor. Coğrafi olarak komşu olmasalar da, İran Rusya için stratejik öneme sahip güney çevresidir.
Rusya, çıkarları için İran’ı feda edebilir; ama Çin için İran, daha doğrudan ve yükselen bir öneme sahip.
Tahran’ın ABD’nin bölgedeki en büyük askeri üssü olan Katar’daki Al-Udeid üssünü hedef alması, müttefiklerinin onayıyla atılmış bir adımdı. Bu, “misilleme ilkesi”ni vurgulayan bir karşılıktı. Trump’ın İran’a tehditleri, İran’ı böyle bir adım atmaya mecbur etti.
İran’ın saldırıya verdiği yanıtlardan sonra, bazı analizler Tahran’ın füze gücünün zayıfladığını öne sürdü. Ancak İran’ın savaşın son dakikalarında Beer Şeva’yı vurması, füze kapasitesinin hâlâ güçlü olduğunu gösterdi.
İran’ın bölgede kaos yayma yeteneği, elinde tuttuğu ama henüz kullanmadığı bir kart. Bu, ancak İran’ın varlığının tehdit altında hissettiği bir durumda başvuracağı bir seçenektir — ki şu ana kadar bu noktaya gelinmedi.
Yani “İsrail ilk bağıran taraf oldu.” Tahran ise sabır savaşı politikasında daha yetkin olduğunu gösterdi. “İsrail” birkaç günlük savaşlara alışkın bir devlettir. Ancak yerleşimcileri sabırlı değildir. Kaçanların sandalları Akdeniz’i doldurdu bile.
İsrail ve ABD, İran’ı “Şimşon seçeneğine” sürükleyemedi. İran’ın yenilgisi, bölgedeki tüm ülkeleri tehdit edecek zincirleme yıkımlara yol açardı. Bu nedenle bölgedeki pek çok güç, İran’ın kaybetmesini istemedi.
İran’ın yenilgisi, yalnızca ABD ve İsrail’in bölgeyi yutması anlamına gelir. Bu ise, küresel ve bölgesel güçlerin tepkisini çeker.
Siyasi olayları anlamada “mantıklı analizler”, genellikle gerçeğe en uzak olanlardır. Zira siyaset mantık tanımaz ve siyaset bilimi tarafsız değildir.
İran’a karşı başlatılan bu savaş, bölgenin sinir uçlarını ve İran’ın müttefiklerini test etti. Ancak bir sonraki savaş, çok daha büyük bir mühendislikle bölgede birçok ülkeyi sarsacaktır.
İsrail’in sözde “İbrahim İttifakı” üzerinden yaptığı değerlendirmeler, gelecek savaşın Şii cephesine karşı kurulacak bir İsrail-Sünni ittifakı şeklinde gerçekleşeceğine işaret ediyor. Umarım bu öngörüm yanlış çıkar.
Tahran bu savaşta galip geldi çünkü hâlâ savaşın sona erdiğini ilan etmedi. Ve çünkü savaşın zararları ile sonuçları arasında ayrım yapmayı bildi. Zararlar telafi edilebilir; eğer sonuç zaferse.
Kudüs Haber Ajansı - KHA