İsrail ve Amerika’nın İran’a karşı savaşının patlak vermesinden bu yana olup bitenlerin, geleneksel bir askeri çatışmanın ötesine geçtiği ve taktiksel hesaplamaların bölgesel ve uluslararası çıkarlarla kesiştiği ve jeopolitik gerçekliğin kısıtlamalarıyla sorunları halletme isteğinin çatıştığı stratejik bir denklem içinde daha karmaşık bir karakter kazandığı net bir biçimde belirginleşti. İsrail’in İran topraklarının derinliklerini hedef alan saldırıları, Batı ve bölgesel ülkelerce destekli istihbarat üstünlüğünü yansıtırken aynı zamanda sadece savaş meydanlarında değil; bilakis iç cephelerin derinliklerinde, güç dengelerinde ve halk meşruiyetinde de belirlenecek olan bu savaşın sonucunun şekillenmesinde temel etkiye sahip olabilecek tehlikeli yolları da ortaya çıkardı.
Belirleyici Bir Faktör Olarak İç Cephe
İster İran’da ister düşmanları nezdinde olsun iç cephe; savaşın yönünü, süresini ve siyasi ve askeri sonuçlarını belirlemede kritik bir faktör addedilmektedir. Bu bağlamda ABD yönetiminin pozisyonu ve doğrudan operasyonlara katılma konusundaki fiili istekliliği, karmaşık iç ve stratejik değerlendirmelere esir kalmaya devam ediyor ve bu da savaşı genişletme kararını son derece hassas bir noktaya getiriyor. Dolayısıyla çatışmanın seyri yalnızca askeri boyutu indirgenemiyor; bunun yerine sahnenin; karmaşık bir siyasi, sosyal ve stratejik değişkenler ağı içinde görülmesi gerekiyor.
Bu bakış açısından hareketle İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ile birlikte, İran iç cephesinin yalnızca geleneksel bir arka bahçe olmadığını, aksine rejimin zorluklara karşı koyma ve mücadele etme yeteneğinde -özellikle de dış tehditler karşısında birliği güçlendiren uyum, ulusal ve dini bağlılık söz konusu olduğunda- hayati bir eksen teşkil ettiğini anlıyor. Mevzubahis potansiyel gücün sebebi; milliyetçilik, dini ve tarihi bağlılığın bir karışımı olan İran kimliğinin, kolektif bilinci harekete geçirmede ve dış baskılara direnmede önemli bir rol oynamasıdır. Bu durum da Washington ve Tel Aviv’in benimsediği karar alma sürecini zorlaştırmaktadır.
Durumu daha da karmaşık hale getiren şey ise yönü ne olursa olsun bu çatışmanın etkilerinin, sadece İran ile sınırlı kalmayacak, önümüzdeki on yıllar boyunca tüm bölgenin geleceğini etkileyecek olmasıdır.
Koşullu İç Kenetlenme
İsrail, İran’ı sadece geleneksel bir düşman olarak değil; gelişmiş nükleer programı, artan füze kabiliyetleri, direniş güçlerine geniş çaplı desteği ve İsrail’in Filistin işgaline yönelik uzun yıllara yayılmış köklü duruşu göz önüne alındığında varoluşsal bir stratejik tehdit olarak görüyor. Sonuç olarak İsrail içinde bir tür siyasi fikir birliği oluşuyor. Büyük partiler, güvenlik ve askeri kurumlar “İran tehdidini” etkisiz hale getirmenin en önemli öncelik olduğu konusunda hemfikir. Bu fikir birliği, kapsamlı Amerikan desteğine sahip medya ve resmi söylem tarafından da destekleniyor.
Ne var ki İsrail iç cephesinin uyumu, şu anda sağlam görünse de savaşın uzun süreli bir yıpratma savaşına dönüşmemesi koşuluna bağlı kalmaya devam ediyor. İran direnmeyi başarır ve İsrail topraklarının derinliklerini -özellikle de büyük şehirlerdeki hayati tesisleri- hedef almayı sürdürürse bu dayanıklılık, zamanla karar vericiler üzerinde etkili bir baskıya dönüşebilecek ve İsrail içindeki büyük parçalanmalara kapı açacaktır.
Amerika Faktörü
Amerikan faktörü bu savaşın ufuklarını şekillendirmede en etkili faktör olmaya devam ediyor. İran’ın nükleer programını sona erdirme hedefini stratejik bir öncelik olarak ilan eden Başkan Donald Trump, ABD’yi operasyonel destekte veya İsrail’in hedeflerine ulaşamaması durumunda doğrudan bir ortak olarak konumlandırıyor. Buna karşılık herhangi bir doğrudan Amerikan müdahalesi dikkatli hesaplamalarla çevrili kalmaya devam ediyor. Dolayısıyla Washington, Tahran’ın barışçıl bir nükleer program edinmesini engellemeye istekli olsa da küresel bir ekonomik ve güvenlik krizine yol açabilecek ve stratejik ve ülke içi önceliklerini etkileyebilecek daha geniş bir bölgesel çatışmaya girme tehlikesinin de farkında.
Yani Amerika Birleşik Devletleri, kararlı bir eylem gerçekleştirme arzusu ile çatışmaya karışma korkusu arasında gergin bir ip üzerinde yürüyor. Bu paradoks, Tel Aviv’in bahisleri sekteye uğrarsa, kritik bir anda dolaylı destekten doğrudan müdahale safhasına geçebilecek Amerikan pozisyonunun karmaşıklığını ortaya koyuyor.
Bölgesel Haritanın Yeniden Çizilmesi
Neticede bu savaş bölgenin siyasi coğrafyasını yeniden çiziyor ve başta İsrail olmak üzere, bölgedeki aktif güçlerin rollerini yeniden tanımlıyor. İşgalci Siyonist varlık bugün zor bir denklemle karşı karşıya. Söz konusu denklem, yeteneklerini ve ittifaklarını aşan bir çatışmaya çekilmeden stratejik hedeflerine ulaşma merkezinde boy gösteriyor. Tüm tarafların karşı karşıya olduğu en büyük zorluk; büyük hırsları, sahadaki karmaşık gerçekliklerle dengelemek olmaya devam ediyor. Çıkarlar örtüşüyor ve öncelikler, yalnızca askeri güçle değil; aynı zamanda başta Tel Aviv ve Washington olmak üzere taraflar için en tehlikeli olabilecek bir senaryoya bulaşmaktan kaçınmak amacıyla gelişmeleri okuma ve sonuçları değerlendirme yeteneğiyle de yönetilen bir sahnede çatışıyor. İran İslam Cumhuriyeti bu noktada haklarını, bağımsızlığını ve geleceğini savunuyor. Bu da Amerikan-Batı kampıyla arasındaki askeri ve teknolojik uçurum göz önüne alındığında, onun gücünün en önemli unsurlarından birini temsil ediyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA