Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr

İsrail İran'da Başarılı Olursa Lübnan'ı Ne Bekliyor?

İbrahim el-Emin tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “STALİN’E SORULAN SORU AÇISINDAN İRAN” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

18 Haziran 2025
İsrail İran'da Başarılı Olursa Lübnan'ı Ne Bekliyor?

Kızıl Ordu’nun II. Dünya Savaşı’nda Nazizm’e karşı kazandığı zaferin ardından dünyada komünist partilerin sayısında büyük bir artış yaşandı.

Birkaç yıl içinde Sovyetler Birliği, tüm komünist partileri ve güçleri Moskova’daki merkeze bağlayan dünya çapında bir komünist partiler sistemi geliştirdi. Bu arada Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin önderlik ettiği Batı da o zamanlar “komünist dalga” olarak tanımlanan şeyi kontrol altına almayı amaçlayan bir programa girişti.

Savaştan sonra Sovyet lider Josef Stalin, dünya çapındaki komünistlere destek sağlayacak Sovyetler Birliği’nin inşasının, en büyük öncelik olduğunu vurgulayarak küresel komünizmin aynı anda başarılamayacağı değerlendirmesinde bulundu.

Sovyetler Birliği’ni dünyadaki komünistlerle bağlayacak ilişkiye dair bir soruya yanıt olarak Stalin, dünyadaki herhangi bir komünist partinin savaşa maruz kalması durumunda Moskova’nın ona nasıl yardım edebileceğini değerlendireceği, ancak Sovyetler Birliği’nin savaşa maruz kalması halinde dünyadaki her komünistin mümkün olan her şekilde yardım sunmak için ayağa kalkması gerektiği ilkesine dayanan net bir denklem olduğunu söyledi!

Bu sözün üzerinden 75 yıl geçti. O zamandan bu yana çok şey yaşandı. En önemlisi de Sovyetler Birliği’nin kendisi çöktü ve komünist partilerin dünya çapındaki etkisi azaldı.

Son 50 yılda dünya genelinde başka türden devrimler de yaşandı; bunların en başında 45 yıl önce İran’da gerçekleşen İslam devrimi gelmektedir.

Sovyetler Birliği ve dünyadaki komünist destekçileri ile İran ve onunla aynı ideolojiyi paylaşanlar arasında çarpıcı benzerlikler vardır. Ancak en önemli fark, Stalin ve kurucu lider Vladimir Lenin’in diğer yoldaşlarının, sürgündeki devrimci lider Leon Troçki’nin savunduğu “sürekli devrim” stratejisine karşı çıkmış olmaları temelinde kendini göstermektedir.

İran’da devrimci rejimin içinde devrimi ihraç etme politikasına karşı çıkan bir azınlık var ve bu azınlık zamanla büyüdü. Ne var ki İran devletindeki karar alma merkezi, İran’ın kurulduğu ideolojik tasavvuru benimseyen veya destekleyen güçlere ve partilere kuvvetli bir biçimde destek olma stratejisine bağlı kaldı. İran ayrıca İslam dünyasının birçok yerinde Amerikan, Avrupa ve İsrail hegemonyasına karşı çıkan güçleri ve grupları da destekledi.

Karşılaştırmanın sebebi, İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri ile onlarca yıl süren açık çatışmalardan sonra son iki yılda yaşananların, öncekilere nispeten farklı bir biçimde kendini göstermesi. Savaş, Sovyetlerin liderine sorulan soruyu yeniden gündeme getirdi: İran müttefikleriyle bu süreçte nasıl bir yol tutturacaktı?

Bu mayınlı sualin ötesinde İran; Lübnan, Filistin, Irak ve Yemen’deki direniş hareketlerinin yaptığı ve yapmaya devam ettiği şeylerden hiçbir zaman uzakta kalmadı. İran, bu güçlere olan tam siyasi desteğini sürdürmüş ve Aksa Tufanı’ndan bu yana devam eden savaş boyunca esaslı bir biçimde destek sağlamıştır. Bu çok yönlü destek de onu, en başından itibaren savaşın kalbine yerleştirmiştir.

Dolayısıyla mevzu, Siyonist düşman için açıktı ve bu nedenle İran’ın hem içinde hem dışında birden fazla noktada İranlılara doğrudan saldırılar başlattı.

İran, Arap dünyasındaki direniş topluluğunun bir kesimi tarafından İsrail saldırılarına verdiği yanıtların niteliği nedeniyle eleştirildi. Fakat insanların görmezden geldiği şey, İran’ın direniş güçlerinin tasavvurlarına dayalı bir strateji geliştirme durumunda olmadığıydı.

İran’daki rejimin kalbinde Lübnan, Filistin ve Irak’ta yaşanan birçok olay konusunda farklı görüşlere sahip insanların bulunduğu düşünülünce, direniş güçlerinin İran’ı yönettiğine inanarak bazılarının büyük bir hata yaptığı rahatlıkla söylenebilir.

Ama asıl dönmemiz gereken noktada İran’ın bugün “Stalin’e sorulan soru” ile karşı karşıya olduğunu görüyoruz ve bu bağlamda şunları söylüyoruz:

Direniş cephesinin merkezi olan İran, bir imha savaşına tabi tutuluyor. Savaşın amacının nükleer veya füze yetenekleri olduğuna inanan herkes ya hayal görüyor ya da aptaldır. Çünkü şu anki savaşın amacı, hedefin ulaşılabilir olup olmadığına bakılmaksızın, İran’daki rejimin devrilmesidir.

İsrail pozisyonunda çok net. İlk günden beri İran’ı bölgedeki direniş cephesinin diğer taraflarından asla ayırmadan bir merkez olarak görüp “savaş meydanlarının birliği” temelinde hareket etti. İsrail için sadece silahlara sahip olunması sorun değildi; daha ziyade sorun, bu silahları kimin yönettiğine odaklanıyordu.

Hiçbir önemli Arap ve Müslüman gücünün kurulmasını istemeyen İsrail, kendisine düşman hükümetleri devirmekle fazlasıyla ilgili. Ancak, İsrail’in hedefleri yalnızca kendisiyle değil; daha ziyade öncelikli olarak İran rejimini kendi çıkarlarına ve bazılarının varlığına tehdit olarak gören Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve diğer birçok ülkeyle alakalı.

Yukarıdakilere binaen mevcut savaşın doğasının net bir şekilde anlaşılmasının, pratik kararlar ve adımlar üreten politik sonuçlara yol açacağı söylenebilir. Bu yaklaşım da her şeyden önce İran’ın müttefiklerinin ve ideolojisini destekleyenlerin, İran’ın bugün karşı karşıya olduğu tehdidin, düşmanlar merkeze ölümcül saldırılar yapmayı başarırsa söz konusu saldırıların, kendileri üzerinde doğrudan bir etkisi olduğu gerçeğini ne ölçüde anladıklarına dayanmaktadır. Dolayısıyla İran’ın tüm müttefiklerinin ister ülkeler ister güçler ister gruplar ve hatta bireyler nezdinde olsun karşı karşıya bulunduğu soru, mevcut çatışmayla nasıl başa çıkacakları ile alakalıdır.

İran’ın bölgedeki direniş güçlerinin önemli bir bölümünün kararlarında merkezi bir rol oynadığı doğrudur, ancak bu önceden bir izin alma veya bir şey talep etme şeklinde vuku bulan bir mevzu değildir. Aksine mevzu, bu güçler ile İran’daki merkez arasındaki derin anlayış ile bağlantılı bir durumdur. Tam da burada yukarda dile getirdiğimiz soru gerçek bir meydan okuma biçiminde kendini gösteriyor. Çünkü bu çizgiye, bu fikre ve bu liderliğe inanan herhangi birinden beklenen şey kolay değildir. Kendini dahil gören herkes, geleceğimizin İran’ın kararlılığına ve zaferine bağlı olduğu ilkesine göre hareket etmelidir.

Bütün bunlar yaşanıyor ve biz bölgemizde bize karşı devam eden savaşla ilgili açık bir yükümlülükle karşı karşıyayız. Cephemizde bazıları psikolojik çöküntü yaşamakta. Bu insanların bugün ateşkes beklediğini ve bunu başarmak için tavizler vermeye hazır olduklarını görebiliyoruz. Dolayısıyla bu bağlamda aslında bize karşı gerçekleşen bir savaşın bulunmadığına inananlarla tartışmayı sürdürmenin zor olduğunu söylemek mantıklıdır.

Düşmanın “görev tamamlanana kadar” savaşını sürdürdüğü Gazze’de neler olup bittiğine bir bakalım. Direniş teslim bayrağını çekmediği için Siyonistler öldürmeye devam ediyor. İşgalci varlık, Gazze’de gerçek bir sorunu olduğunu biliyor ve hiçbir İsrailli yetkili mutlak zaferden bahsedemiyor. Binaenaleyh Tel Aviv’de savaşı sürdürmenin mümkün olup olmadığı konusunda tartışma derinleşiyor.

Ülkemizde yani Lübnan’da durum farklıydı. İsrail’in bizimle olan hesabı kırk yıldır açıktı. Direnişin, Filistin’e omuz vermek için başlattığı destek savaşı, düşmanın kesin bir savaş başlatmasından önce gücünü ve ivmesini hızla tüketen dar bir çerçeveye sahipti. Bununla beraber İsrail, direnişin devam etmesini beklemiyordu.

İsrail ateşkes anlaşmasını kabul etmeye zorlandığında -evet, zorlandığında- Lübnan’daki görevi tamamlayamayacağını söylüyordu ve Amerika ile Avrupalı, Arap ve Lübnanlı müttefiklerinin görevi tam bir silahsızlanma ve direnişin siyasi varlığının tasfiyesi yoluyla tamamlayacaklarına dair büyük bir bahse tutuşuyordu.

Ne var ki zamanla ve özellikle Suriye rejiminin düşmesinden sonra İsrail, Lübnan ile savaşı durdurduğuna pişman olmuş gibi davranıyordu. Kendisine, savaşı farklı bir biçimde sürdürme sonucunu götürecek yeni bir yol tutturdu; bunun da basit ve açık bir nedeni vardı: görev tamamlanmamıştı.

Bu arada İsrail’in, İran ile savaşa girmeye karar verdiğinde direniş merkezinin müttefiklerine güvenemeyeceğini hesaba kattığı kesin. Zira Filistin’de çok zor bir durumdalar, Lübnan’da büyük zorluklarla karşı karşıyalar, müttefik oldukları rejim Suriye’de düştü ve Amerikalılar Irak direnişini etkisiz hale getirmede büyük bir başarı elde ettiler… Tüm bunlar Siyonist düşmanın İran’la savaşırken kendini daha rahat hissetmesini sağladı.

İşgalci düşman -Tahran’la yüzleşmede başarılı olursa- özellikle de Lübnan’da başka bir aşamaya geçmeyi planlıyor. İran’ı vurmanın bölgedeki müttefiklerinin çöküşüne yol açacağına inanan düşmanın mantığı, Lübnan’daki direnişe karşı kesin savaşı yeniden başlatmak için uygun zamanlamayı seçebileceğini söylüyor.

Bu sözler, herhangi bir tavsiyede bulunmayı veya kimseyi sıkıntıya sokmayı amaçlamadığı gibi insanları aşırı hamaset veya devrimci ergenlik ifade eden eylemlerde bulunmaya da teşvik etmemektedir. Amaç sadece çok sert bir savaş olasılığına hazırlık aşamasına geçişi teşvik etmektir. Zira her birimiz, yalnızca ahlaki, politik ve çıkar temelli bir görev olan İran’ı desteklemeye yönelik eylemlerde bulunulmasını değil, aynı zamanda bu ülkedeki özgür varlığımızı savunmayı hedefleyen eylemlerde bulunmaya herkesin hazır olmasını umuyoruz.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.