Kudüs Haber Ajansı - KHA | kudushaber.com.tr

Trump'ın Netanyahu'ya Sürprizinden Sonra Sırada Ne Var?

Yahya Debbuk tarafındna al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “TRUMP’IN NETANYAHU’YA “SÜRPRİZİNDEN” SONRA SIRADA NE VAR? - AMERİKA VE İRAN ZORLU BİR YOLUN BAŞLANGICINDA MI?” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

10 Nisan 2025
Trump'ın Netanyahu'ya Sürprizinden Sonra Sırada Ne Var?

ABD Başkanı Donald Trump’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu önceden bir koordinasyon olmadan acilen Washington’a çağırmasının amacına ilişkin işaretler çok geçmeden kendini göstermeye başladı. Şöyle ki Trump, Netanyahu’yu kabulünde, ABD ile İran arasında “doğrudan” müzakerelerin başladığını duyurdu. İran tarafı da bu bilgiyi, müzakerelerin “dolaylı” olacağını belirterek doğruladı.

İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi, Washington Post gazetesinin yayımladığı yazısında Tahran’ın, mevcut temasları, “pozisyonları netleştirmek ve diplomasi için yeni ufuklar açmak adına ciddi bir girişim” olarak gördüğünü belirtti. “Öncelikle askeri bir seçeneğin imkansızlığı konusunda anlaşmaya varılması gerektiğini ve Trump’ın da bunun farkında olduğunu” vurgulayan Abbas Irakçi, “Amerikalılarla dolaylı müzakerelerin bir sınav olduğu kadar bir fırsat da olduğunu da” ifade etti ve dolaylı görüşmelerin bu turunun önümüzdeki cumartesi günü Umman Sultanlığı’nda yapılacağını kaydetti.

Netanyahu ise ABD’nin bu hamlesine aleni bir itirazda bulunmadı. Ne var ki bu durum, İsrail’in bu müzakerelere ilişkin aşırı ihtiyatlı tavrını da ortadan kaldırmıyor; zira İsrail, tutulan bu yolu İran’la başa çıkmak için en uygun yol olarak görmüyor. Çünkü Tel Aviv, “2003’te Libya’nın nükleer gücünün, vahim sonuçlarına dair yoğun tehdit ve korkutmalar neticesinde dağıtılmasına benzer bir biçimde” Trump’ın, daha sert ve daha katı seçenekler izleyeceğini umuyordu.

Mevcut gidişat bu yaklaşımdan açıkça sapmış olmasına rağmen Netanyahu, İran ile yapılacak anlaşmanın Libya örneğini izlemesi ve ABD güçlerinin, kendi gözetimi ve uygulaması altında nükleer tesisleri tamamen sökmek için müdahale etmesi gerektiği konusunda ısrar ediyor; bunu da tek "iyi" senaryo olarak görüyor. “İran’ın müzakereleri geciktirme olasılığı” uyarısını yineleyen Netanyahu, ayrıca böyle bir durumda “alternatiflerin askeri olacağı” tehdidinde bulunuyor ve bu noktaların Trump ile “kapsamlı bir şekilde görüşüldüğünü” vurguluyor.

İsrail, her ne kadar kendi standartlarına göre zayıf gördüğü muhtemel herhangi bir anlaşmayı bozma fırsatına sahip olduğunu değerlendirse de her halükârda İran dosyasında izlenen Amerikan stratejileri ve politikalarına göre hareket etmesi gerektiğinin de farkında. İsrail, 2015’teki anlaşmada olduğu gibi İran’ın gelecekte nükleer kapasitesini korumasına veya geliştirmesine olanak tanıyacak bir anlaşmanın yapılmasını önlemek istiyor. Tel Aviv namına daha da önemlisi, Trump’ın, Tahran’la yapacağı müzakerelerin, Tahran’ın bölgesel nüfuzunu ve etkisini azaltmaya yönelik diğer konuları da içermesini sağlamak. Dolayısıyla İsrail’in hedefi, ABD ile koordinasyon ve iş birliğini güçlendirmeye devam ederek İran ve müttefiklerinden algıladığı tehditler ile kendi güvenliğine dair kaygılarını gidermede yetersiz gördüğü bir anlaşmaya varılmasını engellemek olacaktır.

Trump’ın, İran’la kurduğu ilişki ise askeri tehditleri temel baskı aracı olarak kullanarak, Tahran’ı müzakereler yoluyla taviz vermeye zorlamayı amaçlayan korku ve dehşet stratejisine dayanıyor. Dolayısıyla, ABD’nin hem saldırı hem de savunma senaryolarında desteklediği İsrail’in askeri saldırı olasılığından söz edilmesi, İran’ı iki seçenekle karşı karşıya bırakmayı hedefliyor: Ya Washington’ın şartları kabul edilecek ya da yıkıcı olması muhtemel bir askeri saldırı yaşanacak. Ne var ki Trump, tam manasıyla Amerika’nın üstleneceği bir saldırıyı kamuoyu önünde açıkça taahhüt etmek istemiyor. Bunun yerine, askeri seçeneğin öncelikli olarak İsrail’e ait olacağı mesajını vermeye odaklanıyor ki bu da onun gerçek pozisyonuna belirsizlik katıyor ve ona manevra alanı bırakıyor.

Burada ABD-İsrail koordinasyonunun önemi, yalnızca İsrail’in saldırı yeteneklerini ve Tel Aviv’in olası bir İran tepkisine karşı savunma hazırlığını güçlendirmekle değil, aynı zamanda iki taraf arasında herhangi bir çatışma veya tutum farklılığının ortaya çıkmamasının garanti altına alınmasıyla da kendini açıkça gösteriyor. Zira İsrail’in tehditlerine dayanan korkutma politikası, Tel Aviv’den gelebilecek çelişkili açıklamalardan ya da iki taraf arasında herhangi bir anlaşmazlık emaresinden uzak yürüyor.

Dolayısıyla bu noktada Netanyahu’nun Washington’a çağrılması, müzakerelerin başlayacağının duyurulmasının ardından herhangi bir fikir ayrılığına veya olumsuz yoruma yer olmadığının vurgulanması açısından gayet önemli. Çünkü Trump, Tahran’ın iki müttefik arasındaki herhangi bir anlaşmazlığı kendi müzakere pozisyonunu güçlendirmek için kullanmasını önlemek amacıyla, İsrail’in yaklaşımının Amerikan stratejisiyle tam uyumlu olması gerektiğine inanıyor. Trump ile Netanyahu arasındaki otuz dakikalık görüşmenin, iki taraf arasında mutlak koordinasyonu garanti altına alma ve Washington’ın seçtiği müzakere yolunun -Tahran’a yönelik ek bir baskı aracı olan aralarındaki bütüncül tavrı sürdürerek- İsrail tarafından onaylanmasını sağlama çabasından başka bir şey olmadığı gayet açık. Burada akla şu soru geliyor: Görüşmede yaşananlar, “müzakerelerin halihazırda başladığı ve sonuçlarının, Washington ve Tel Aviv’in istediği şekilde garanti altına alınacağı” anlamına mı geliyor?

Veriler, müzakerelerin başlatılması ile sürdürülebilmesi ve ötesinde Amerikan-İsrail vizyonuyla uyumlu sonuçlara ulaşılabilmesi potansiyeli arasında önemli bir fark olduğunu gösteriyor. Zira yol, hem her iki tarafın koşullar açısından çıtayı yüksek tutması hem de İsrail’in uygunsuz gördüğü her türlü uzlaşmayı baltalama girişimleri bakımından engeller ve zorluklarla dolu. Bütün bunlara rağmen, sınırlı veya nakıs da olsa, bazı sonuçlara ulaşılabileceği ihtimali de göz ardı edilemez. Bu durum belki de İran Dışişleri Bakanı Abbas Irakçi’nin, Washington’ın “azami baskı” politikasını benimsemekte ısrar etmesiyle işlerin daha da karmaşık hale geldiğine dikkat çekip “büyük bir güvensizlik duvarı” ve “Amerika’nın samimiyeti konusunda şüphelerden” söz etmesinde açıkça görülebilir.

Öte yandan Wall Street Journal, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz’un, “Hiçbir anlaşma nükleer silah veya balistik füze üretimine izin vermemeli” ve anlaşmanın “tüm askeri tesisleri kapsayan bir denetim sistemi gerektirdiği ve Tahran’ın ise bu şartı kesin bir dille reddettiği” yönündeki sözlerini aktardı.

Her halükârda şu soru hâlâ ortada: Tel Aviv, İran’ın kesin yenilgisini içermeyen bir anlaşmayı kabul edebilir mi? Yoksa müzakere sürecini engellemeye yönelik çalışmalarına devam mı edecek? İsrail, şu ana kadar güvenlik hedefleri açısından zayıf veya yetersiz gördüğü her türlü anlaşmayı sabote etme hususunda kararlı göründü. Lakin şurası kesin ki Trump, diğer ABD başkanlarından farklı ve tepkilerinin tahmin edilmesi mümkün değil: Müzakerelerin başarılı olması halinde İsrail’in muhalefetini aşma ihtimali olduğu gibi, İsrail çıkarlarını farklı ölçülerde de olsa dikkate alma ihtimali de mevcut.

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.