Siyonist varlık içinde “İran liderliğindeki Direniş Ekseni’nin tamamına” karşı savaşa devam etme konusunda var olan geniş fikir birliği ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, Amerika’nın savaşı yönettiğini ve İsrail’in bunun dışında kalamayacağını işaret ederek içerideki muhaliflerine üstünlük kurması ışığında; işgalci varlıktan gelen tüm haberler, Gazze Şeridi’ne yönelik savaşın yeniden başlamasının, ABD yönetimiyle üzerinde anlaşmaya varılmış gibi görünen daha büyük bir projeden ayrı olmadığını doğruluyor.
Üç hafta önce Siyonist varlıktan gelen raporlarda, Gazze’deki ateşkes anlaşmasının bozulmasının, İsrail’deki karar verici mercinin açık bir kararının sonucu olduğu ifade ediliyordu. BM ekipleri ve yardım alanında faaliyet gösteren uluslararası örgütler, “Gazze’deki ablukanın kaldırılmasının şu anda mümkün olmadığını ve Araplar, Gazze nüfusunun en azından yarısını kabul etme fikrine yanaşmadığı sürece Gazze Şeridi’nin yardım alamayacağını” belirten, konuyla ilgili İsrailli subayların üslubunda belirgin bir değişiklik olduğunu fark ettiler. Ayrıca Hamas’ın, “Gazze Şeridi’nin tamamının kontrolünü sağlama” çabaları ve birkaç hafta içinde halkın kuzey bölgelerine geri dönme sürecini organize etmek için idari ve hizmet yapısını yeniden inşa etme girişimi hakkında da konuşmalar arttı. İsrailli subaylar, yardım dağıtım sürecini Hamas’ın bizzat yönettiğini ve taburlarını yeniden inşa etmek amacıyla bu yardımlardan bir miktar kesinti yaptığını da iddia ettiler. Bu süre boyunca düşman subayları, İran öncülüğünde Hamas ve diğer direniş güçlerini takviye etmek adına ortaya konan bir programı bahane gösterip Gazze’ye gönderilen paraları aradıklarını iddia ederek yardım teslimatlarına getirilen katı kısıtlamaları meşrulaştırmaya çalıştılar.
Muhammed bin Selman, Trump’ı ikna edeceğine söz verdi; ancak Trump toplantıyı erteleyerek Yemen’e savaş açtı ve Gazze’deki savaş yeniden başladı.
İsrail’in yeni Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir’in göreve başlamasıyla birlikte yardım programlarında görevli insanlar, değişimleri fark etmeye başladı. Kudüs’teki yabancılar, savaşın yeniden başlayacağına dair söylentiler işitiyor ve Tel Aviv’in, ABD yönetimini durumu doğrudan yönetmeye, Arap arabulucuları devre dışı bırakmaya ikna ettiğine ve bu durumun, Hamas’la müzakereleri doğrudan yürüten Trump ekibi tarafından da kabul gördüğüne dair haberler duyuyorlardı.
Tüm bunlar, Amerikalıların Arapları Gazze halkına destek sağlamada aşırıya kaçmamaları konusunda uyarmasıyla aynı zamana denk geldi. Bu arada Amerikan diplomasisi de Gazze Şeridi’ndeki insanların yerlerinden edilmesi konusunda Suudi Arabistan ve Mısır’ı, ABD’nin kendileri için belirlediği rolü reddetme noktasından “gönüllü ve geçici tehcir” başlığı altında bir orta yola sevk etmek için çalışıyordu.
Kahire’nin Tavrında Değişiklik
El-Ahbar’a bilgi veren önemli diplomatik Arap kaynaklar, Gazze sakinlerini yerinden etme projesine karşı çıtayı yükselten Kahire ve Amman’ın tavrında son bir ayda köklü bir değişim yaşandığını belirtti. Mevzubahis değişimi, Riyad ve Doha’da düzenlenen iki toplantıya katılan üst düzey Arap yetkilileri müşahede etti. Anlaşıldığı kadarıyla konu sadece, Gazze’de yeniden başlama ihtimali olan savaşla ilgili değildi; aynı zamanda savaşın Yemen ve İran başta olmak üzere diğer alanlara da yayılması, yüksek bir ihtimal olarak görüşülüyordu.
Bölgesel gelişmelere ilişkin düzenlenen iki toplantıya katılan bir diplomat, görüşmelerin sonuçlarını el-Ahbar’a şöyle özetledi:
- Riyad toplantısı, öncelikle Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, fikir sunma ve çözümler arama konusunda tam katılımı açısından türünün ilk örneğiydi. Muhammed bin Selman, katılımcıları, Arap ülkeleri tarafından atılacak her adım için bir başlangıç noktası görevi üstlenecek gerçekçi ve pratik kararlar almaya çağırdı ve bugün yaşananların Arap ülkeleri üzerinde önümüzdeki on yıllar boyunca meydana getireceği etkilerden bahsetti. Aynı coşkunun Birleşik Arap Emirlikleri Devlet Başkanı Muhammed bin Zayid’e de yansıdığı, Kuveyt’in açık desteği ve Mısır’ın Körfez ülkelerinin önümüzdeki dönemde oynayacakları rolün doğasını ve bu ülkelerle ABD arasında gelişecek ilişkilerin niteliğini anlama konusundaki ilgisi de kaydedildi.
- Katılımcılar, iki devletli çözüme alternatif olmadığı, öncelikle Arap-Arap mutabakatına, ardından Filistin-Filistin mutabakatına ve sonrasında da Amerikan tarafıyla pratik adımların görüşülmesi gerektiği sonucuna vardı.
Bu arada Hamas’ı sürekli destekleyen Katar’ın, Hamas’ın Gazze’yi yönetmedeki rolüne ilişkin tutumunu yumuşatması, bunun yanında Hamas’ın sahneden silinmesi mevzusunu reddetmesi dikkat çekiciydi. Nihayetinde önümüzdeki dönemde Hamas’ı Gazze Şeridi’nde üstleneceği herhangi bir liderlik rolünden etkili bir şekilde dışlayan bir çerçeve üzerinde anlaştı. Katılımcılar ayrıca, Hamas’a karşı mücadelede Amerikalıların başka grupları desteklemeye karar vermesi halinde Filistin’de iç savaş çıkmasını önlemek için bir mutabakat sağlanması gerektiğini de ifade etti.
- Katılımcılar, Batı Şeria’da devam eden ilhak operasyonlarının durdurulması için Amerikan güvencesi istediklerini söyledi. Suudi Arabistan Veliaht Prensi, ülkesinin ABD’nin Doğu Kudüs’teki kutsal alanların yönetiminin Suudi Arabistan’a devredilmesi teklifini reddettiğini orada bulunanlara bildirdi. Arapların Batı Şeria’yı herhangi bir ilhak projesinden koruma sözü vermesi koşuluyla, Mahmud Abbas’ın ekibinin, Batı Şeria ve Gazze’de kapsamlı bir rol oynamalarına olanak sağlayacak biçimde Filistin Yönetimi’nde geniş çaplı bir reform sürecine başlamaları hususunda ikna edilmeleri zemininde ilgili bölgenin sorumluluğunun Ürdün Kralı’nda kalması konusunda anlaşıldı.
- Toplantılarda Gazze’nin yeniden inşası sorunu ele alındı. Görüşmelerde, sadece İsrail’in değil, ABD’nin de koyduğu önemli şartların varlığı açıkça dile getirildi. Bu sırada katılımcılar Mısır’dan gelen rahatsız edici bir sinyalle şaşkınlığa uğradı. Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, katılımcılara ülkesinin, “Gazze’den yarım milyon Filistinlinin Kuzey Sina’da kendileri için belirlenen bir şehre geçici olarak tahliyesini” onaylayarak süreci kolaylaştırmaya hazır olduğunu bildirdi.
Bu adım, gönüllü olarak ayrılmak isteyen Gazzelilere Kahire’nin, sınırlarını açmasını gerektiriyor. Dolayısıyla bu bağlamda söz konusu teklif -sınırlı bir süre için- sadece yaralıların ailelerinden oluşan mültecilere barınma yardımı yapmaya hazır olduğunu belirten Ürdün tarafında endişelere yol açıyor.
İran’la Çatışma
Ancak Riyad’da yapılan toplantıdaki yan görüşmelerde daha önemli bir konu ele alındı: Amerika’nın İran’a karşı ne yapmayı planladığı. Görüşmede, Trump yönetiminin, bir yandan nükleer meselede, diğer yandan da bölgenin tamamını ilgilendiren meselelerde taviz vermeye zorlamak amacıyla Tahran’a doğrudan tehditlerde bulunma niyetine ilişkin Arap liderlerine ulaşan malumatlar hakkında bilgi alışverişinde bulunuldu.
Katar Emiri, Körfez ülkelerindeki askeri yetkililerin ve diğer güvenlik yetkililerinin ABD’den sahada lojistik “hazırlıklar olduğuna” dair bilgi alması ışığında konuyu görüşmek adına ve Tahran’ın niyetini değerlendirmek üzere İran’a gideceğini taahhüt etti.
İran’ın, ABD’nin kendisine yönelik herhangi bir saldırısına karşılık olarak Körfez ülkelerini de kapsayacak şekilde saldırılar düzenleme niyetinde olduğu bilgisi de bu arada liderlerin gündemindeydi.
Katar Emiri Temim bin Hamed konuyu görüşmek üzere Tahran’a yönelmişken Arap liderlere Başkan Trump ile Suudi Veliaht Prensi arasında planlanan toplantının bir süreliğine ertelendiği bildirildi. Daha sonra Muhammed bin Salman’ın Washington’a gitmeden önce güven verici yanıtlar alamadığı ortaya çıktı. Zira kendisi, ülkesinin Amerika Birleşik Devletleri’ne 600 milyar dolar yatırım yapmaya karar vermesi sebebiyle ve bunu da bir karşılık almadan yapmayacağı düşüncesiyle Arap liderlere “Trump ile başa çıkabileceğine” inandığını ifade etmişti.
Katar Emiri’ne, İranlılarla savaşı önleyecek alternatif bir plan üzerine görüşmesi ve Washington’un tanıdığı süreyi ve tehdidi içeren bir mesaj taşıması görevi verildi.
Diplomatik kaynaklar, Suudi Arabistan yönetiminin, Beyaz Saray’ın endişelerini dikkate almamasından şoke olduğunu, Washington’ın Yemen’e karşı askerî harekât hazırlıkları yaptığını duyduklarında şoklarının daha da arttığını; Amerikalıların, ABD ordusunun Kızıldeniz ve Umman Denizi’nde ve Akdeniz’e giden tüm su yollarında deniz güvenliğini yeniden sağlayacağından emin bir şekilde söz söylediğini belirtiyor.
Durumun İran ile bir çatışmaya dönüşebileceği endişesi, Körfez ülkelerinin askeri ve güvenlik liderlerini iki hafta önce Doha’da bir araya getirdi. Toplantıya bölgedeki istihbarat yetkilileri ve Batılı ülkelerin danışmanları da katıldı.
Toplantıda, ABD ile İsrail ve İran arasında gerilimin ciddi biçimde tırmanması ihtimaline karşı alınabilecek önlemler üzerinde duruldu. Görüşmede üç husus ön plandaydı:
- ABD’nin, İran’ın nükleer tesislerini değil, petrol ve enerji üretim kaynaklarını yok etmeyi kabul edebileceği; bunu da bölgedeki askeri üslerini kullanarak veya Körfez ülkelerinin deniz ve hava sahalarını kullanarak bir askerî harekât yoluyla yapabileceği.
Böylesi bir durumda İran’ın, yalnızca ABD ordusuna veya İsrail’e karşılık vermekle kalmayacağı, Arap ülkelerindeki ABD üslerine büyük çaplı misilleme saldırıları düzenleyeceği ve bu ülkelerdeki petrol tesislerini hedef alabileceği yönündeki değerlendirmeler ışığında İran’ın muhtemel ABD saldırısına vereceği yanıta nasıl karşılık verileceği konusunda görüş alışverişinde bulunuldu.
- Özellikle Irak, Suriye, Yemen ve Lübnan’daki mevcut gerçeklerden bağımsız olarak bu ülkelerde birden fazla cephede çatışma potansiyeli göz önüne alındığında bu büyüklükte bir savaşın birçok kişinin beklediği bir boyuta ulaşabileceği.
Katılımcılar, Washington yönetiminin İsrail ile iş birliği yaparak İran’a karşı büyük bir operasyon başlatmayı planladığını, bunun daha önce görülmemiş durumlara kapı aralayacağını ve Yemen’in yanıtının Körfez ülkelerine de yönelme ihtimalinin bulunduğunu tespit etti.
- ABD’nin, Arap ülkelerine İran’ın zayıf ve direnemeyecek durumda olduğu, İran halkının rejime karşı geniş çaplı bir ayaklanma başlatacağı ve İran’ın müttefiklerinin bölgede etkili bir eylemde bulunamayacak kadar zayıf düştüğü yönündeki güvenceleri.
Katılımcılar söz konusu güvenceleri nasıl ele alacaklarını değerlendirdi.
Geniş Çaplı Bir Savaş Hususunda Acele Edilmesi
Diplomatik kaynaklara göre ABD Başkanı’nın İran yönetimine gönderdiği mesajda, nükleer programda herhangi bir ilerleme kaydedilmemesi için derhal garanti verilmesi, programın Batı’nın kapsamlı denetimine tabi tutulması, bölgeye müdahalenin durdurulması, İran’ın içişlerine çekilmesi ve Yemen’den Lübnan ve Irak’a, hatta Filistin’e kadar tüm gruplarla ilişkilerin kesilmesi talep ediliyor.
Mesajda, İran’ın bu taleplere yanıt vermemesi halinde Trump yönetiminin durumla farklı şekilde başa çıkmak zorunda kalacağı yönünde doğrudan bir tehdit de yer alıyor.
ABD’nin tutumu, İsrail’in çeşitli şekillerde kendisini ifade etmesinin yolunu serbest bırakıyor. Nitekim en son olarak işgalci Siyonist düşmanın başbakanı dün gece söz konusu söylemi zirve noktasına taşıyarak İran Yeni Yılı dolayısıyla yaptığı açıklamada, İran halkına yeni yılı değişim için bir fırsat olarak görmeleri ve mevcut rejimden kurtulmaları çağrısında bulundu. Bu, İsrail’in Amerikalılar ve diğer dış güçlerle iş birliği yaparak büyük bir eyleme girişmek üzere olduğunu ifade eden, İran rejimine doğrudan tehdit içeren bir mesajdı.
Dün Avrupa ülkelerinin vatandaşlarına İran’a seyahat etmemeleri yönündeki uyarılarını yeniden devreye sokmaları veya İran topraklarını derhal terk etmeleri yönünde çağrıda bulunmaları da ayrıca dikkat çekti!
Kudüs Haber Ajansı - KHA