İsrail Genelkurmay Başkanı Eyal Zamir, 2025’in bir savaş yılı olacağının altını çizmeye devam ediyor. Bu yaklaşımı Genelkurmay Başkanlığı’nı devralmadan önce de dillendirmişti ve şimdi de “ordusunun” subaylarına resmen tekrarlıyor. Ayrıca savaşın gözlerini, Gazze ve İran’a diktiğini de vurguluyor.
“Dini Siyonizm”in lideri Smotrich, halihazırdaki ordu komutanının hükümetle tamamen aynı çizgide olduğunu ve görevini iyi bildiğini vurgularken; Zamir’in bizzat kendisi bu görevi, Hamas’a boyun eğdirmek olarak tanımladı. Zira her ne kadar acı veren darbeler almış olsa da Hamas henüz yenilmemişti.
İşgal hükümeti ve ordu liderleri tarafından, tüm hedeflerine ulaşamayan bu savaşın sürdürülmesi gerekliliği hususunda yapılan onca açıklama, resmi verilere göre 16.000 ölü ve sakat geride bırakan İsrail ordusu içindeki krizin gerçekliğiyle çelişkili bir tablo ortaya koyuyor. Mevzubahis veriler, Zamir tarafından göreve başlamadan önce ifşa edilmişti ve birkaç gün önce görevden alınan ordu sözcüsü Daniel Hagari tarafından düzenli olarak duyurulan bilgiler arasında yer almıyordu.
İşgal ordusunun krizi üç yönde derinleşiyor:
- Siyonist ideolojiyi paylaşmayan ve İsrail toplumunun % 15’ini oluşturan ve bazı hükümet partileri tarafından desteklenen dindar Yahudiler olan Haredilerin orduda görevlendirilememesi. Hükümet, bu partilerin kaybını telafi edemeyeceği için, orduda uzun süreli askerlik hizmeti nedeniyle görevlerini kaybeden ve aileleri parçalanan, özellikle de düşük maaşlar alan yaşlı yedek askerleri silah altına alarak genç Haredilerin açığını telafi etmeye zorlanıyor.
- Plan, hedef ve bilgi eksikliği. Özellikle Gazze’deki İsrailli esirlerin nerede oldukları noktasındaki bilgi eksikliği, Hizbullah’ yönelik devam eden korkular nedeniyle geri dönmeyi reddeden kuzeydeki yerleşimcilerin güvenliğinin sağlanamaması veya İran’ın nükleer programına son verebilecek bir güçten Siyonist varlığın yoksun oluşu göz önüne alındığında Gazze veya Lübnan ile savaşa geri dönmek ya da İran’a savaş açmak, ulaşılabilir hedefleri içeren bir plandan değil.
- Ordunun tümenlerinin, değişen koşullara sahip geniş bir alana yayılması. Böylesi bir yayılma, kaosu derinleştiriyor ve uyumu zorlaştırıyor. Ordu içindeki şikayetler biriminin eski sorumlusu General İzak Abrik’in devamlı surette uyardığı ve gerek Esad rejiminin düşmesi ve yeni rejimin İsrail işgaline ve artan saldırganlığına karşı sağlam bir siyasi duruş sergileyememesi nedeniyle oluşan boşluk ışığında İsrail ordusunun bir bataklığın içine çekiliyormuş gibi geniş bir biçimde Suriye’nin derinliklerine girmesinde gerek Lübnan’daki art arda gerçekleşen saldırılarda ve Lübnan devletinin tek seçenekli bir tutum stratejine bağlı kalması halinde genişleme ihtimali olan beş noktada İsrail’in askeri varlığının sürmesinde ve gerekse de esir ailelerinin artan gösterileri ve Amerika’nın Hamas ile doğrudan müzakerelere girilmesi zeminindeki açılımına bağlı Gazze’de savaş ile ateşkesin yenilenmesi arasındaki tereddütte ve son olarak da Cenin, Tulkarim ve Nur Şems kamplarındaki sakinlerin yerlerinden edilmesi dışında hiçbir stratejik hedefine ulaşamayan Demir Duvar Harekatı’nın Batı Şeria’daki gerçekliğinde karşılık bulan bir mevzu bu.
İşgalci İsrail ordusu liderliğinin, başta Gazze cephesi olmak üzere yedi cephede psikolojik baskı uygulama veya İran’ı ABD ile şartlı müzakerelere zorlama aracı olarak 2025’i savaş yılı ilan etmeyi hedeflemesi pek olası değil. Aksine söz konusu kararlılık, bu yeni, motive olmuş liderliğin ideolojik yapısını yansıtıyor ve bir süredir ordunun planlarını ve pozisyonlarını kendisine ileten subaylarla ordudan haber sızdıran Smotrich’in açıklamalarında açıkça kendini gösteriyor. Bu subaylar, Netanyahu’nun daha önce hayalini kurduğu ve bir fayda sağlamayan mutlak zaferi elde etmekle gerçekten ilgileniyor.
Gerek Netenyahu’nun, hükümetin hukuk danışmanını görevden alma girişimleri gerek İsrail Güvenlik Teşkilatı Şabak’ın (Şin Bet’in) başkanına istifa etmesi yönündeki baskısı ve gerekse de eski Savunma Bakanı Yoav Galant’ı görevden alıp yerine niteliksiz İsrael Katz’ı ataması ve ayrıca eski Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi’yi görevden alıp, politikalarına uygun hareket eden Zamir’i Genelkurmay Başkanı yapması göz önüne alındığında Siyonist varlık içindeki büyüyen siyasi tenakuz ve Netanyahu’ya karşı her düzeydeki hoşnutsuzluk İsrail dahilindeki sahneyi en ufak bir stratejik hatada patlamaya açık hale getiriyor. Doğrusu savaşlar da genellikle bu tür hatalarla gebedir. Özellikle Gazze krizi ve ordunun esirlere ulaşma konusunda bir planının olmaması ve ayrıca Hamas ve İslami Cihad’ın boyunduruk altına alınamaması, Arap Zirvesi planının reddedilmesi, ufuktaki tıkanıklık ve siyasi düzeyde savaştan sonraki güne dair bir planın olmaması konuşulduğunda tehlike daha da artıyor.
Savaşın beyhudeliğinin gerçekliği ezici ve hatta Batı Şeria’nın kuzeyinde bile açıkça görülüyor. İsrail’in operasyonları, direnişin aşınmasına rağmen, o bilindik aşınmaya rağmen, kısır bir döngüye girdi. Batı Şeria, özellikle Filistin Yönetimi’nin güvenlik güçlerinin uyguladığı benzeri görülmemiş baskıyla sanki ölüm döşeğinde… Derken aniden İsrail’in her düzeyde, özellikle de güvenlik düzeyinde karşı karşıya kaldığı yeni zorluklar meydana getiren bir olay ortaya çıkıyor. Bu sebepten işgal ordusu ve onun siyasi liderliği, özellikle güvenlik tehdidinin düzeyiyle bağdaşmayan bir biçimde tankların ve zırhlı araçların kullanılmasını gerektiren muharebeler konuşulurken, hayali başarılar üretmeye çalışıyor.
İsrail’in 2025’te savaşa dair siyasi ve askeri ısrarının doğrulanmasıyla, örneğin Netanyahu hükümeti aniden Amerikan baskısı veya benzeri görülmemiş bir iç olay sonucu düşmediği sürece ki iki seçenek de şu anda olası değil, bu savaşın tezahürlerinin herhangi bir destekleyici güvenlik, siyasi ve uluslararası veri mevcut olduğunda patlak vermesi muhtemel hale gelir. Gazze, Lübnan ve İran’da bu olmazsa İsrail, savaşı Batı Şeria’da yerleşim yerlerinin etrafında geniş tampon bölgeler kurulması ve yeni kampların tehciri yoluyla derinleştirecektir. Sonrasında kampların bir kısmının geri dönüşüne izin verilse bile bu, direnişi besleyen önceki canlılığından mahrum kalacağı coğrafi bir yeniden yapılandırmadan sonra olacaktır.
İsrail savaşı, İsrail ordusunu alışılmadık bir belirsizliğe sürükleyecek uzak ve acil bir meydan okuma olarak Yemen’e doğru ilerleyebilir. Savaşın, Suriye’ye doğru derinleşmesi ise en büyük olasılık olarak kalmaya devam ediyor, özellikle de İsrail’in Dürziler ve Kürtlerle ilişkilerini güçlendirerek Golan Tepeleri’nden Haseke ve Halep’e uzanan tarihi İsrail Davud Koridoru’nu Süveyda’dan geçerek kurma yönünde görünürde ulaşılabilir bir planı mevcutken. Her ne kadar Suriye’deki yeni hükümet, bu iki bileşenle anlaşma imzalamada başarı göstermiş olsa da bu böyle. Zira bu anlaşmalar, mevzubahis azınlıkların hırsları, rejimin kıyı kriziyle başa çıkamaması ve Alevilere karşı katliamlar gerçekleştirmesi göz önüne alındığında bir devlet gibi düşünememesi bağlamında iptal edilebilir.
İsrail’de hâkim olan savaş zihniyeti, kılıç sırtında yol alıyor. Ancak özellikle de Ortadoğu’nun çehresini değiştirmeye yönelik artan siyasi ihtiras ve kibir duygusuyla birlikte Siyonist varlığın gerçekliği varoluşsal olarak Netanyahu’ya bağlanmışken ve söz konusu gerçeklik, devlet kurumlarının aşınması ve tek kişi yönetimine tabi olma derecesiyle giderek daha da derinleşirken, ülke içi ve bölgesel siyasi ufuktaki çıkmaz karşısında bu yaklaşım varoluşsal riskler taşıyor.
Kudüs Haber Ajansı - KHA