Riyad’da Cumhurbaşkanı Joseph Avn ile Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi Muhammed bin Selman arasında gerçekleşen zirveden farklı bir şey çıkması bekleniyor muydu?
Soru, ziyarete ilişkin beklentilerin yüksek olmasından kaynaklanıyor. Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Avn’n, Suudi Arabistan’dan başlayacak yurt dışı gezisine hazırlanması nedeniyle hükümeti kurma teklifini ve hükümeti kurma sürecini hızla tamamlamak istediği konuşuluyordu. Cumhurbaşkanına yakın isimler ve “her döneme uyum sağlayan medya figürlerine” gelince onlar da “Suudi Arabistan’ın, Avn’ın seçilmesini ABD’den daha fazla desteklemesi nedeniyle iki ülke arasındaki ilişkilerde niteliksel bir değişimden” bahsetme işini üstlendiler.
Yargıç Nevvaf Salam’ın hükümeti kurmakla görevlendirilmesinden sonra bu hamle, Lübnan’daki yürütme organı üzerindeki Amerikan-Suudi vesayetinin güçlendirilmesi mevzuuna yoğunlaştı. Bu vesayetin, siyasetçiler, ekonomistler ve medya çalışanları arasında süregelen etkisinin yanı sıra resmî kurumlar, siyaset, güvenlik kurumları, askeriye ve yargı içinde güçlü bir etkisi bulunduğu malum. Hükümet güven oyu alınca da bu nevzuhur vesayet ekibi, sanki Avn’ın Suudi Arabistan ziyareti, Hizbullah ve müttefiklerinin Lübnan’ı sürüklediği “yalnızlığın” sona erdirilmesiyle başlayıp destek kasalarının açılmasıyla da bitmeyecek büyük bir dönüşümün başlangıcı olacakmış gibi davrandı.
Lübnan’da son yirmi yılda dünyada ve Suudi Arabistan’da yaşanan değişimlerin boyutlarını okuyamayanların olduğu açık. Nihayet ruhları sakinleştirmek namına soğuk su serpecek biri geldi. Nitekim günlerce sürmesi beklenen uzun bir çalışma ziyareti yerine, kısa bir tanışma ziyareti yapılmasına karar verildi. Mevzubahis ziyarette Avn’a Başbakan ve bakanlar eşlik edecek ve iki ülke arasında 22 iş birliği anlaşması imzalanacak ve ziyaret, Suudi Arabistan Kralı’nın, ülkesinin Lübnan’a uyguladığı yasağı kaldırdığını, vatandaşlarının artık Beyrut’u ziyaret edebileceğini ve Suudi iş adamlarının buraya yatırım yapabileceğini söyleyeceği siyasi bir bildiriyle taçlandırılacaktı. Büyük umutlar besleyenler ayrıca Suudi Arabistan Krallığı Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın, krallığın hapishanelerindeki Lübnanlı tutukluların affedilmesi, orduya yardım için mali hibeler ve son İsrail-Lübnan savaşında yıkılan yerlerin yeniden inşasına destek gibi “cömertliklerle” ziyareti taçlandırmasını bekliyordu. Bazı kişiler de Suudi Arabistan’ın, Lübnan’a elektrik dağıtım hizmetinin süresini artırmasına yardımcı olmak amacıyla bir miktar petrol türevi madde tahsis etmeyi planladığını söylüyordu.
Peki, ne oldu?
İki hafta önce Suudi Arabistan’a giden ziyaretçiler, Beyrut’taki vesayet yanlılarının beklentileri ile ters düşen bir durumla karşılaştı. Mesela bu arkadaşlardan biri, Muhammed bin Selman’ın Lübnan konusunda fikrini değiştirdiği ve daha önce göstermediği türden bir ilgi gösterdiği, ama iki ülke arasındaki ilişkilerde büyük bir sıçrama yapmak için koşulların henüz olgunlaşmadığı düşüncesine sahip olduğu izlenimi ve işaretleriyle Riyad’an ayrıldı. Ziyaretçiler, Suudi Arabistan’ın “bir destek” sağlayacağını ancak bu desteğin fark yaratacak büyüklükte olmayacağını düşünüyordu. Bu insanlar, “Suudi Arabistan’ın, Lübnan dosyalarıyla ilgili tarafları, Avrupalıları ve uluslararası finans ve para kuruluşlarını soru yağmuruna tuttuğunu ve Riyad’ın, Lübnan’ın yasa ve yönetiminde büyük bir sorun olduğunu, ciddi reformlar yapılmadan hiçbir desteğin bir anlam ifade etmeyeceğini ısrarla savunduğunu” belirttiler.
Ancak işler bununla bitmiyor. Yeni vesayet, kamuoyuna alenen söylemediklerini çok net mesajlar şeklinde muhataplarına iletiyor. Washington ve Riyad, Lübnan’daki yeni yönetimin Hizbullah’ı herhangi bir büyük siyasi kararı engelleyemeyecek bir partiye dönüştürme gücünü kanıtlamasını istiyor. Evet, Washington ve Riyad, Hizbullah’ı daha fazla kuşatmaya ve konumunu zayıflatmaya yönelik herhangi bir planı destekleyecek ve Hizbullah’a karşı yıkıcı bir darbe indirme mücadelesinin tamamlanması bağlamı dışında hiçbir mali, siyasi veya askeri destek de sağlamayacak.
Ziyaretçilerin ifadelerine göre, bir yandan İsrail, diğer yandan Amerikalı ve Suudi vesayet, ateşkesin ardından geçen yüz günlük süreyi değerlendirdi ve Hizbullah’ı tecrit etme planına ilişkin göstergelerin olumlu olmadığı netlik kazandı. Nitekim Hizbullah’ı hükümetten uzaklaştırma girişimi başarısızlıkla sonuçlandı ve beklenenin aksine Cumhurbaşkanı Avn ve Başbakan Nevvaf Selam, Lübnan İslami Direnişi Hizbullah’ın kendilerine olumlu yaklaştığını ve Litani Nehri’nin güneyinde 1701 Sayılı Kararı uygulamak için gerekeni yapmaya kararlı olduğunu ve devam eden işgal ve saldırganlığa rağmen işgalci Siyonist düşmana karşı hiçbir askeri eylem başlatmadığını teyit ettiler. Ayrıca Amerikalılar ve Suudiler, Hizbullah’ın ülke içi gerginlikleri ele alış biçimini şaşkınlıkla karşıladılar ve Hizbullah’ın işlerine vakıf Lübnanlı kaynaklardan, havaalanı yolunda gerçekleşen halk hareketlerinin arkasında aslında Hizbullah’ın olmadığını işittiler. Ne var ki bardağı taşıran damla, şehit Seyyid Hasan Nasrullah’ın görkemli cenaze töreni oldu. Zira herkes bu olayı hem içeriye hem de dışarıya güçlü bir mesaj olarak algıladı. Bu mesaj, sadece Hizbullah’ın popülerliğinin gerçekliğini ifade etmekle kalmıyor; aynı zamanda örgütsel konumunun gücünü ve bir yandan harekete geçirme kabiliyetini diğer yandan da modern Lübnan tarihindeki en büyük seferberliği örgütlemeyi mümkün kılan liderlik yeteneklerini de ortaya koyuyordu.
Nihayetinde yaşananlar, Amerikan ve Suudi vesayetini, Lübnan’daki takipçilerinden daha fazlasını talep etmeye sevk ediyor. Mevzubahis isteklerin, Hizbullah’ın yeniden imar süreci için dışarıdan mali kaynak bulmasını engellemek adına Hizbullah’ı kuşatma altına almaya yönelik daha fazla adım atılması, İran ve hatta Irak ile iletişimini engelleyen önlemlerin güçlendirilmesi ve Hizbullah’ın “mali çalışma döngüsünün” içeride sınırlanması şeklinde tecelli etmesi muhtemel.
En önemlisi ise bu “vesayet yanlılarının” fikir teatilerinin de işaret ettiği gibi, Lübnan’ın geleceği ve refahı için Hizbullah’ı bir tehlike kaynağı olarak gören genel bir hava meydana getirmek amacıyla, “ambargonun kaldırılmasını sağlamak için silahsızlanma” sloganı öne sürülecek ve bununla eş zamanlı olarak tüm Amerikan-Suudi vesayetine tabi güçleri ve şahsiyetleri bir araya getirecek siyasi bir ittifak kurulmaya çalışılacak. Böylece Hizbullah’ın hem belediye hem de parlamento seçimlerinde mevcut temsiliyetini koruyamayacağını gösterecek sonuçlar elde etmek amacıyla belediye ve ardından parlamento seçimlerine katılmaya hazırlanmak amacıyla erken bir siyasi kampanya başlatılması hazırlığına girilecek.
Batı ve onun ardına düşmüş Araplar, eğer Lübnan’a olan desteklerini yaklaşan parlamento seçimlerine bağlıyorlarsa, bu bizi tekrardan acilen cevaplanması gereken bir soruya götürüyor: Yeniden imarın önceliğinin, Amerikalılar ve Suudilerin isteklerine tabi kalması gerektiğini kim söylüyor?
Bu meydan okuma, özellikle de -ister politik ister reform veya güvenlik düzleminde olsun- yeniden inşayı herhangi bir başka adıma bağlama çabasının ülke içi barışa dokunup bozma girişimi olması nedeniyle, bir sonraki aşamanın başlığı olacak. Bir iktidarın halkını şantajla tehdit etmesi, onların mülklerini kendi elleriyle yeniden inşa etmelerini engellemesi ve imar girişimlerinde onlara yardım etmeyi reddetmesi… nasıl mümkün olabilir? Lübnan’da direnişin, yıkılmış köyleri ve evleri -Amerikan ve Suudi vesayetinin bizden memnun kalması için- gerçekten öylece bırakacağına inanan var mı? Daha da önemlisi Lübnan devletine hiçbir yük getirmeyecek, döviz kurunu veya bütçe açığını etkilemeyecek, aynı zamanda yeniden inşada yer alan tüm sektörleri kapsayan büyük bir ekonomik çarkın yürümesine büyük etkisi olacak bir kaynakla bu milli vazifeye katkıda bulunacak mali imkânların varlığına ilişkin tartışmalara bu iktidar nasıl mâni olabilir?
Kudüs Haber Ajansı - KHA