Irklar, Kültürler, Milletler Nasrallah'ta Birleşti

Zeyneb Hammud tarafından al-akhbar.com adlı internet sitesinde kaleme alınan “BİRÇOK KİŞİ ANCAK CENAZE TÖRENİ SONRASINDA SEYYİD’İN ŞEHİT OLDUĞUNU KABUL EDEBİLDİ” başlıklı yazıyı siz kıymetli okuyucularımız için çevirdik. 

26 Şubat 2025
Irklar, Kültürler, Milletler Nasrallah'ta Birleşti

Cenaze merasimi, tanzim edenlerin istediği gibi ve şehit Seyyid Hasan Nasrullah ve şehit Seyyid Haşim Safiyüddin’in hak ettiği üzere görkemli bir cenaze töreniydi. Uzun yıllardır Lübnan ve bölge tarihinde benzeri görülmemiş bir insan selinin yaşandığı bir sahnede katılımcı sayısını araştırmaksa nafile bir iş.

Cumartesi gecesi insanlar uyuyamadı. Şafaktan önce yollara düştüler ve Kemil Şem’un Stadyumu’nun kapılarında beklediler. Havaalanı yolu ve Kuveyt elçiliği civarındaki merasimin yapılacağı alana giden caddeler, sabahın erken saatlerinden itibaren siyah giyinmiş, ellerinde resimler ve bayraklar olan ve kalplerinde tıpkı son dinlenme yerine kendisini tevdi ederken dile getirdikleri gibi “Seyyid ölmedi, bedeni aramızdan ayrıldı; ama ruhu bizimle ve düşüncesi ölümsüzdür” duygusunu taşıyan insanlarla doldu. 

Dün kıtaları aşan, sınırları ortadan kaldıran muazzam bir kalabalık vardı. “Seyyid’i sevenler ve mirasını taşıyanlar” bayrağı altında kültürler birbirine karıştı. Siyahlar, esmerler, beyazlar, sarışınlar; Avrupa, Afrika, Yemen, Irak, Türkiye ve İran kıyafetleri giyen insanlar; yaşlısı, genci, çocuğu, erkeği, kadınıyla bir araya geldi.

Bastonuyla yürüyen orta yaşlı bir adam, nefeslenmek için mola veren ve yürümeye devam eden seksenlik bir kadın ve Güney Lübnan’ın Sıddikin bölgesinden gelen, sırtları eğik, Esad Otoyolu’ndan araçla iki tabutun gelmesini bekleyen üç yetmişlik nine… Şehitlerin tabutuna uzanıp Seyyid’in kokusunu taşıyan bir gülü tutmak isterken elleri yaralanan yedi yaşındaki Hasan’ın söylediği gibi, “Babamızı uğurlamak için buradayız” diyen çocuklar…

Bu âşıklar; bilinçsiz, duygusal bir arzuya binaen yollara dökülmediler. Seyyid Hasan Nasrullah’a olan güçlü bağlılıklarının yanı sıra, Bahreynli bir kadının da söylediği üzere, katılımcılar Siyonist düşmana şu mesajı vermek istiyorlardı: “Seyyid Hasan’ı öldürerek direnişi yenemediniz; çünkü Seyyid’in kanı, tıpkı şehit İmad Muğniye’nin kanı gibi binlerce mücahit ortaya çıkaracaktır.” Iraklı bir adam da şunları ekliyordu: “Durmayacağız ve Nasrullah’ın intikamını alacağız.”

Bu insanlar ayrıca bu çizgiye ve yola biatlarını, vefalarını ve bağlılıklarını yenilemek arzusunda idiler. Nitekim İsrail uçakları, düşük bir irtifadan başlarının üzerinde güç gösterisi yaparken onlar, “Heyhat! Zillet bizden ne kadar da uzaktır!” “İsrail’e ölüm, Amerika’ya ölüm!” sloganları atıyorlardı.

Dün, savaşta güçlü olma ve sonrasında şehadet haberine inanmama kararıyla beş aydır bastırılmış olan gecikmiş acının ve gözyaşlarının açığa çıkma günüydü. Seyyid’in sevenleri, özellikle de onu tabut içinde şehir stadyumunda, kendi sesinin eşliğinde dolaşırken gördüklerinde, ona veda ederken çok ağladılar. Binlerce kişi, iki tabutu taşıyan aracın mezar yerine doğru yola çıkmasını gözlemek için yolların her iki tarafında bekledi. Bazıları atkılarını sürmek veya tabuta dokunmak için aracı takip etti. Kadınlar ağlıyordu: “Bu uyku sana yakışmıyor, kalk ey Ebu Hadi!” diyor ve erkekler başlarına vuruyordu.

Cenaze törenine rağmen bazı insanlar hâlâ Seyyid'in şehit olduğuna inanamıyor, onun aralarından çıkacağını umuyorlardı. Bu nedenle “Tabutundan kalk” veya “Kalk ve selamla ey Seyyid!” gibi umutlarını ifade eden şairlerin mecazi anlamdaki herhangi bir sözünü duyduklarında Seyyid’in görüneceği an geldi zannıyla ayağa kalkan etraflarındaki kalabalıkla beraber hareketleniyor, sonra da hayal kırıklığıyla yerlerine oturuyorlardı. Ancak stadyumdan ayrıldıklarında ve cenaze merasimi bitince “Seyyid’in gittiğine” inandılar; bu da bayılmalara, paniğe ve histerik çığlıklara yol açtı. Bilincini kaybettikten sonra girdiği sağlık çadırından çıkarken Hatice şöyle diyordu: “Çıkıp bize bir konuşma yapmasını bekledim; ama yapmadı. Gerçekten gitti.” Ve ağlayarak şunları ekledi: “Şimdi sensiz nasıl yaşayacağız?”

Iraklıların Dikkat Çekici Katılımı

Direniş ahalisi ne kadar çok şey yapmış olurlarsa olsunlar Seyyid’lerinin üzerlerindeki haklarını yerine getirmediklerini hissediyor. Güney Dahiye’de ve Hula’da evini ve kardeşini kaybeden Rima’ya göre, Seyyid’in cenazesine katılmak “en basit bir iş.” Rima şöyle diyor: “Keşke her şeyimizi verseydik de Seyyid kalsaydı. Kardeşimi kaybettiğimde Seyyid’i kaybettiğim zamanki gibi yetim hissetmedim.” Aynı durum, katılımları dikkat çekici olan Iraklılar da dahil olmak üzere yabancılar için de geçerli. Nitekim Irak’taki bir ilim havzasının müdürü şöyle diyordu: “Hava taşımacılığındaki engeller olmasaydı ve Suriye’ye kara yolu kaybedilmemiş olsaydı, katılımcıların sayısı 5 milyona ulaşırdı. Bizler -buraya gelebilen insanlar- Seyyid’e sevgide ve onda eriyip kaybolmada okyanusta bir damla gibiyiz.”

Irak Parlamentosu üyesi Ahmed el-Mesudi ise merasimde bulunuşunu, “IŞİD’in yayıldığı dönemde kendilerine lütfedip destek olacak bir güç gönderen ve onları yarı yolda bırakmayan Seyyid’e vefanın bir parçası” olarak değerlendiriyor ve “Seyyid’i kaybetmekle çağımızın Hüseyin’ini kaybettik” diyordu. Bir başkası ise şöyle söylüyordu: “Seyyid bize benzersiz dersler verdi ve kendisinden nice ibretler aldık. Haşa efendimizle kıyas gibi değil elbet; ama Nasrullah zamanında yaşadık ve İslam’ı ondan öğrendik.”

Ümmü Cafer ise: “Bütün param ve kabilem gitseydi de Seyyid kalsaydı.” diye temenni ediyor. İlk kez Lübnan’a gelen yetmiş yaşlarındaki Bahreynli kadın koltuk değneğine dayanarak “Ölümsüz Seyyid’imizin mezarını yine ziyarete geleceğim.” diyordu.  Ümmü Cafer, Körfez’deki mazlumların selamlarını, Seyyid’e iletiyor ve şunları söylüyordu: “Özellikle Bahreyn ve Yemen’i yalnız bırakmadı. Konuşmalarında ve yüreğinde her zaman yerimiz oldu, o ümmetin onurunu koruyan bir liderdi.”

Türkler, Seyyid’in ve Direnişin Yurdunda

Haret Hreik’e, Seyyid Hasan Nasrallah’ın cenaze töreninin arifesinde, merasime katılmak için bir Türk heyeti geldi. Üyeleri “Ahdimize/sözümüze bağlıyız” sloganı ve ülkelerinin bayraklarını taşıyan elbiseler giyiyor ve “Seyyid Hasan Nasrullah’ın asla yerel bir kişilik olmadığını” vurguluyorlardı. Acı acı ağlıyorlar, “Amerika ve İsrail’e ölüm” diye slogan atıyorlar ve organizatör onlara “Siz kimsiniz?” diye sorduğunda “Hizbullah”; “Lideriniz kim” diye sual ettiğinde ise “Nasrullah” diye cevap veriyorlardı. Arapça bilmiyorlardı ve Lübnan hakkında da “Seyyid’in ve direnişin vatanı” olması dışında bir bilgileri yoktu. Büşra, Diyarbakır’dan geliyordu. Onunla birlikte Bursa, İstanbul ve Ankara’dan gelenler de vardı. Çünkü Seyyid Hasan Nasrullah, sadece Lübnan’da, Kudüs’te veya herhangi bir Arap ülkesinde değil, adaletsizliğe karşı ve özgürlük uğruna tüm coğrafyalarda direnişinin ilham kaynağıydı.” Nitekim Büşra şöyle diyordu: “Hizbullah’ın ideolojisine inanmıyorum; ancak haklı olduğunu biliyorum. Çünkü Hizbullah, İsrail ve büyük şeytan Amerika’ya karşı savaşıyor.”

Kudüs Haber Ajansı - KHA

Yorumlar
Adınız
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.